Tebliğ yaparken üslubumuz nasıl olmalı?

Soru
Islami degerleri küçümseyen insanlara nasil tebligde bulunmaliyim? Sert bir usluplami yoksa yumusak bir lisanla mi?


Cevap


Degerli Kardesimiz;


Hz. Peygamber'in (s.a.s) Tebliğinde Göze Çarpan Hususlar


Kâinatin Efendisi, Cenâb-i Hakk"in ifadesiyle mü"minler için en mükemmel örnek (Ahzab, 33/21) oldugundan; O"nun Islâm"i teblig usûl ve sekilleri biz mü"minler için de bas vurulacak yegâne kaynaktir. Zira Allah Resûlü (s.a.s.) Islâm"i teblig ederken, "Seriat-i Tekviniye" dedigimiz, kâinatin akisi içerisinde cereyan eden genel prensiplere göre davranmis ve daha sonralari karsilasabilecekleri her türlü durumda ümmeti için bir model ortaya koymustur. O isteseydi, Rabbisine yalvarir ve istedigi dünyaligi elde edebilirdi; isteseydi ve hikmet-i Ilâhiyeye uygun düsseydi, belki de bütün müsrikler helâk olur veya Islâm"a girebilirlerdi. Ama bütün bunlar mûcize kabilinden gerçeklesecegi için, O bir örnek, takip edilecek bir model olamazdi.
Allah Resûlü"nün (s.a.s.) her konuda örnek olmasi sebebiyle, tarihin seyri içerisinde O"nun gönül verdigi dâvâ ugrunda "kandan-irinden deryalari geçip gitmeye azimli ve kararli; varip hedefine ulastiginda da her seyi Sahibine verecek kadar olgun ve Yüce Yaratici"ya karsi edepli ve saygili gönül erleri" yetismistir.
Hz. Resûl-i Ekrem (s.a.s.) insanlari Islâm"i davet misyonunu ele aldigimizda, onda, daha pek çok ve önemli hususiyetin yani sira, su prensiplerin de birer esas oldugunu söyleyebiliriz:


1. Sabir,
2. Yumusak Davranma ve Hosgörü,
3. Tedrîcilik,
4. Neticeleri Allah"tan bilme,
5. Iç derinligi,
6. Tevazu,
7. Muhasebe.


1. Sabir


Kâinatta en büyük belâ ve musibete hep peygamberler dûçâr olmuslardir. Fakat bütün bu belâ ve musibetlere karsi en büyük sabri da yine onlar göstermislerdir. Hz. Nûh"un, Hz. Lût"un, Hz. Musa"nn, Hz. Isa"nin, Hz. Yahya"nin ve Kâinatin Efendisi"nin (s.a.s.) basina gelenler, az çok bütün mü"minlerin malûmudur. Fakat bütün bu belâ ve musibetler onlari dâvâlarini anlatmaktan alikoyamamis, aksine onlar sabir ve sebatla Allah"i ve O"nun emirlerini tebligde berdevam olmuslardir.
Iste peygamberlere ait bu umumî gaye ve vazife Kur"ân"da söyle dile getirilir: "Onlar öyle seçkin kimselerdir ki, Allah"in buyruklarini teblig ederler, O"nu sayip, O"ndan çekinir ve O"ndan baska kimseden çekinmezler. Hesaba çeken olarak Allah yeter." (Ahzab, 33/39)


Bu hususta Peygamber Efendimiz"e de Cenab-i Hak, tebligle alâkali olarak söyle buyurur:
"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen buyruklari teblig et! Eger bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamis olursun. Allah seni, zarar vermek isteyenlerin serlerinden koruyacaktir. Allah kâfirleri hidâyet etmez, emellerine kavusturmaz." (Mâide, 5/67)


"Allah Resûlü"nün, bu ulvî vazifeyi yüklendikten sonraki bütün hayati dini tebligle geçti. O kapi kapi dolasiyor ve mesajini kendilerine tebligde bulunabilecegi âsina sima ve gönüller ariyordu.


"Karsi cephenin infiâli evvelâ ilgisizlik ve boykot seklinde oldu. Daha sonra istihza ve alayla devam etti. Son sahada ise iskencenin her çesidiyle sürüp gitti. Geçecegi yollara dikenler serpiliyor, namaz kilarken basina iskembe konuyor ve kendisine her türlü hakaret reva görülüyordu. Ne var ki, Allah Resûlü bunlarin hiçbiriyle yilmadi ve usanmadi. Çünkü O"nun dünyaya gelis gayesi buydu. Can alici hasimlari dahil herkese defaetle ugradi. Ve ilâhî mesaji sundu. Evet, Ebû Cehil ve Ebû Leheb gibi din ve iman düsmanlarina bile kim bilir kaç defa gitti, hak ve hakikati anlatti..! O panayirlari dolasiyor, bir kisinin hidâyetine vesile olabilmek için çadir çadir geziyor; gittigi her kapi yüzüne kapaniyor; fakat O bir baska sefer yine ayni kapiya variyor, ayni seyleri tekrar ediyordu..


"O, Mekke daha fazla ümit vermeyince Taif"e gitti.. Taif mesîrelik bir yerdir. Rahat ve rehavetin simarttigi Taifliler, Mekkelilerden daha baskin çikti. Bütün sefîh ve ayak takimi toplanip Resûl-i Ekrem"i; evet O, meleklerin dahi yüzüne bakmaya kiyamadigi günesler günesini taslayarak Taif"ten kovdular. Allah Resûlü"nün yaninda, evlâdim deyip bagrina bastigi Zeyd b. Hârise vardi. Zeyd, gelen taslara vücudunu siper ederek, Efendiler Efendisini korumaya çalisti ama, yine de mübarek vücuduna isabet eden taslar her yanini kanlar içinde birakti.


"Bu müsamahasiz atmosferden siyrilip bir agacin altina iltica etmislerdi ki, birdenbire Cibrîl-i Emin beliriverdi. Ve eger izin verilirse, çevredeki bir dagi, bu azgin insanlarin basina geçirebilecegini teklif etti. Allah Resûlü çok rencide oldugu bu dakikalarda bile, böyle bir teklife "hayir” diyordu. Evet O, çok ileride bile olsa, eger bunlardan bazilari imana uyanacaksa, onlara gelebilecek belâlara karsi "hayir!" diyordu...


Ve, sonra ellerini açip Rabb"ine niyazda bulundu:


Allah"im, güçsüzlügümü, za"fimi ve insanlar nazarinda hakir görülmemi Sana sikâyet ediyorum. Ya Erhamerrahimîn! Sen hor ve hakir görülen biçarelerin Rabbisin. Benim de Rabbimsin.. Beni kime birakiyorsun? Kötü sözlü, kötü yüzlü uzak kimselere mi, yoksa isime müdahil düsmana mi? Eger bana karsi gazabin yoksa, çektigim mihnetlere, belâlara hiç aldirmam. Ancak afiyetin arzu edilecek sekilde daha ferah-feza, daha genistir. Ilâhî, gazabina giriftâr yahut hosnutsuzluguna düçâr olmaktan, Senin o zulmetleri paril paril parlatan dünya ve âhiret islerinin medâr-i salâhi Nûr-u Vechine siginirim. Ilâhî, Sen razi olasiya kadar Senin affini muntazirim! Ilâhî, bütün havl ve kuvvet sadece Senin elindedir.


"O böyle duâ ederken, yanlarina sessizce biri yaklasir; bir tabaga koydugu üzüm salkimini Allah Resûlü"nün önüne uzatir ve "Buyurun, bundan yiyin." ricasinda bulunur. Iki Cihan Serveri elini tabaga uzatirken, Allah"in adiyla mânâsina "Bismillâh" der. Üzümü ikram eden Addas ismindeki köle için bu, beklenmedik bir hâdisedir. Hayretle sorar: "Sen kimsin?" Allah Resûlü cevap verir: "Son Peygamber ve son Resûlüm!" Addas üzerine abanir ve öpmeye baslar.. senelerce gökte aradigini simdi yerde, hem de hiç beklemedigi bir anda karsisinda bulmustur.. ve iman eder (Ibn Hisam, Sire, 2:60-63; Ibn Kesir, el-Bidaye, 3:166; nakl: M. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur 1997, 1: 70-73).
Günümüzde de Islâm"i teblig ederken karsilasacagimiz zorluklara karsi en birinci siginagimiz yine sabir olmalidir.


Kur"ân-i Kerim"de seksenden fazla yerde sabir zikredilerek, mü"minlerin ona ittibalari emredilir. "Ey iman edenler! Sabir göstererek ve namazi vesile kilarak Allah"tan yardim dileyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara, 2/153) âyeti bunlardan sadece biridir. Bizler birer mü"min olarak sabri hayatimizda üç kategoride tatbik edebiliriz: a) Belâ ve musibetlere karsi sabir. Bu, insani sabredenler ve tevekkül edenler arasina katar. b) Günahlardan kaçinmada sabir. Bununla insana takvaya erer, müttakîlerden olur. c) Allah"a ibadet ve itaatte sabir. Bu sabir da, insanin Allah"in sevdikleri arasinda girmesine sebeptir. (Bediüzzaman, Sözler, 353)


a) Belâ ve musibetlere karsi sabretmek, öfkeyi terk etmek, istenmeyen elem verici durumlarla karsilastiginda müsteki olmamaktir.


b) Günahlardan kaçinmada sabir ise, kötülükleri birakmak, isyandan kaçinmak ve bu hususlarda sebat etmekle olur. Bu da, daimî bir iman ve güçlü bir azmi gerektirir. Çünkü günah, imani zayiflatir, bulandirir, nurunu ve parlakligini giderir.


c) Allah"a ibadet ve itaatte sabir, ibadette devam edip, ihlâsli olmak ve Islâmî ölçülere uygun hareket etmektir. (A. Zeydan, Islâm Davetçisinin Esaslari, 2:69).
Fethullah Gülen Hocafendi, bu sabir çesitlerine sunlari da ilâve eder: Dünyanin cazibedar güzelikleri karsisinda yol-yön degistirmeden Kur'ânî çizgiyi koruma adina sabir.


Zaman ve vakit isteyen islerde zamanin çildirticiligina sabir.


Emre bagliliktaki inceligi kavrayarak “ircî” fermânina kadar vuslat istiyakina karsi sabir.


Müslüman, Allah"a itaat edip O"nun rizasini kazanmak için sabreder. Bu çesit sabir, Allah"in muhabbet ve rizasina vesiledir. Böyle bir sabirda ihlâs esastir. Ihlâs, yapilan isin sadece ve sadece Allah rizas için yapilmasidir (Bediüzzaman, Lem"alar, 21.Lem"a).
Insan, harama karsi da ayni sabirla mukabele etmelidir. Günaha ilk toslandiginda gösterilecek mukavemet ondan gelecek kötü serareleri kirar, insan da o oku böylece atlatmis olur. Onun içindir ki Efendimiz, Hz. Ali"ye "Ilk bakis lehine gerisi aleyhinedir." buyurmustur. Yani insann gözü günaha kayabilir. Ama o hemen gözünü kapar, yüzünü çevirirse, bu onun için günah olarak yazilmaz. Hatta harama bakmadigi için kendisine sevap bile yazilabilir. Bunun gibi, insan her zaman bir çesit sekilde günaha düsme tehlikesiyle karsi karsiyadir. O, günaha girmeme konusunda direnç gösterdikçe, takvaya ve takvada daha üst derecelere ulasir.
Imtihan, hayatta Allah"in kullari için bir sünnetidir. Allah (c.c.), insanlarin istidat ve kabiliyetlerini ortaya çikarmak için onlari imtihan eder. Böyle bir imtihanla insanlara bahsedilen irade ve tercih kabiliyetinin ne yönde kullanildigi tebeyün eder. Allah kullarindan diledigini, diledigi zamanda ve diledigi sekilde imtihan eder. Kisi, en yakinlariyla bile imtihan olabilir. Onun için insan, düsmanlariyla oldugu gibi dostlariyla da imtihan olunabilecegini düsünmeli ve Hakk"in elinde bir imtihan unsuru olarak kullanilan dostlarina karsi mürüvvetli olmalidir.


2. Yumusak Davranma ve Hosgörü


Hosgörü ve hilim (yumusak huyluluk), Efendimiz"in Islâm"i tebliginde en mühim köse taslarindan birisidir. Insanlara mülâyemetle yaklasarak dâvâsini anlatan Peygamber Efendimiz"e, yaptigi isin dogruluk ve mükemmelligini tebcil mânâsina Cenab-i Hak söyle buyurmaktadir: "O vakit, Allah"tan bir rahmet ile onlara yumusak davrandin. Sayet sen, kaba, kati yürekli olsaydin, hiç süphesiz onlar senin etrafindan dagilip giderlerdi. Su hâlde onlari affet; bagislanmalari için duada bulun! (Umuma ait) islerde onlara danis. Artik kararini verdigin zaman da Allah"a dayanip güven! Çünkü Allah, kendisine tevekkül edenleri sever."" (Âl-i Imran, 3/159)


Hilm, Allah Resûlü"ne verilmis ayri bir altin anahtar durumundadir. O, bu anahtarla pek çok gönlü açmis ve onlara taht kurmustur. Eger O"nun bu hilmi olmasaydi, pek çok hazimsiz gönül bir kisim sertliklerle karsilasacak ve simdi oldugunun aksine, kimileri Islâm"a cephe alacak, kimileri de belki bir hisle O"ndan uzaklasacakti. Ancak Allah Resûlü"nün hilmiyle ki, bütün bunlarin önü alindi ve kosan kosana herkes gelip Islâmiyet"e dehalet etti.


Âyetten de anlasildigi üzere hilm, rahmetten gelir. Eger Allah Resûlü, kaba ve hasin olsaydi -ki, asla degildi- etrafinda bulunanlarin hepsi dagilip gidecekti. Cenâb-i Hakk"in engin rahmetidir ki, O"nu yumusak huylu kildi. Yani O"nun mayesini öyle mükemmel ve mâhiyetini de öyle halîm kildi ki, O"na dokunan eller dahi hiçbir zaman incinmedi ve diken bekledikleri anlarda gül buldular (Gülen 1997, 1:398).
Burada merhametle ilgili birkaç hadis-i serif zikretmeyi faydali buluyorum. Allah Resûlü (s.a.s.), söyle buyuruyor:


Insanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez. (Buhâri, "Tevhid", 2; Müslim, "Fezâil," 66)


Yerdekilere merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet etsin. (Hâkim, el-Müstedrek, 4:277)


Merhamet etmeyene merhamet edilmez. (Buhâri, "Edeb," 18; Müslim, "Fezâil", 65)
Hz. Peygamber (s.a.s.), kendisinin disini kiranlara, basini yaranlara karsi bile hep müsamahali davranmistir. Mekke"nin fethinden sonra durumlarinin ne olacagini merakla bekleyen Mekkelilere, kendisini yurdundan yuvasindan mahzun ve yasli gözlerle çikarmis olmalarina bakmaksizin, "Gidiniz, hepiniz serbestsiniz." buyurmustur. Ebû Süfyan"i affetmis ve Müslüman olmasi için gönlünü yumusatmistir. Cigerinin parçasi olan amcasinin katili Vahsi"yi ve Ebû Cehil"in oglu Ikrime"yi de affetmistir. Daha bunlar gibi nicelerini affederek bagrina basmis, isledikleri daha nice kötülüklerden dolayi onlari muaheze etmemistir.


Insanlarin kusurlarini yüzlerine vurmamis, yaptiklari hatalardan dolayi onlari suçlayarak toplum nazarinda hor-hakir görüp küçük düsürmek yerine, dogru ve güzellikleri öncelikle kendi hayatinda yasayarak insanlara örnek olmustur.
Bazen O"nun karsisina çikip kaba-saba hareket eden ve hakarette bulunan insanlar olurdu. O, parmagini indirip kaldirsaydi yüz kiliç birden o adamin kellesi üzerinde iner kalkardi. Ancak, bu kaba-saba hareketleri hep mülâyemetle karsilamis ve bütün bu hareketlere hilmle mukabelede bulunmustur (Gülen, 1997, 1:403).


Buhari ve Müslim, Ebû Said el-Hudrî"den rivâyet ediyorlar: Zü"l-Huveysira adinda birisi Resûl-i Ekrem"e (s.a.s.) geldi. Allah Resûlü, o esnada ganimet mallari taksiminde bulunuyordu. Efendimiz"e hitaben küstahça söyle dedi: "Ya Muhammed, adaletli ol!." (Bu söz bizden birisine söylenmis olsaydi, zannediyorum ciddî bir sarsinti geçirirdik. Oysa ki biz, hakikaten adaletsizlik de etmis olabiliriz. Fakat kendisine bu söz söylenen Zât, dünyaya adaleti getirmeye memur edilmis bir peygamberdi.)


O sirada orada bulunan Hz. Ömer, bu saygisizca hitap karsisinda birden kükrer ve: "Birak beni su münafigin basini alivereyim, yâ Resûlellah!" der.


Allah Resûlü (s.a.s.), Hz. Ömer"i ve onun gibi düsünenleri teskin ettikten sonra bu adama döner ve sadece sunu söyler: "Yazik sana! Eger ben de âdil olmazsam, baska kim âdil olabilir ki? (Buhari, "Edep", 95; Müslim, "Zekât", 142) Efendimiz"in bu mukabelesi, baska rivâyetlerde su mânâya da gelebilecek sekildedir ki, bu da, onun nasil bir muhasebe duygusuna sahip bulundugunu gösterir: "Ben adalet etmezsem vah bana, ben mahvoldum demektir. Benim adaletsizligimden dolayi vah sana, çünkü sen, peygamber olarak benim arkamdan geliyorsun!" (Gülen, 1997, 1:405-406)


Müsamaha ve hosgörüyle alâkali su düsturlar da yol gösterici mahiyettedir:
Aç herkese açabildigin kadar sîneni, ummanlar gibi olsun! Inançla geril ve insana sevgi duy; kalmasin alâka duymadigin ve el uzatmadigin bir mahzun gönül..! Iyileri iyilikleriyle alkisla; inanmis gönüllere karsi mürüvvetli ol; inançsizlara öyle yumusak yanas ki, kinleri, nefretleri eriyip gitsin ve sen, soluklarinda daima Mesih ol..! Kötülükleri iyilikle sav; görgüsüzce muamelelere aldiris etme! Herkes, davranislariyla kendi karakterini aksettirir. Sen, müsamaha yolunu seç ve töre bilmezlere karsi âlicenap ol..! Sevgiyi sevip düsmanliga düsman olmak, inançla cosan bir kalbin en mümeyyiz vasfidir. Herkesten nefret ise, ya gönlü seytana kaptirmislik veya bir cinnet eseridir. Sen, insani sev; insanliga hayran ol..! (Gülen, Ölçü veya Yoldaki Isiklar, s. 101)


3. Tedricilik


Kâinatta cereyan eden genel hâdiselere baktigimiz zaman bir tedricilik görürüz. Iste bu tedricilik, Islâm"in tebliginde de en önemli noktalardan birisidir.
Efendimiz"in (s.a.s) Islâm"i tedricen ve merhale merhale teblig ettigini ve Kur'ân-i Kerim"in de tedricen 23 yilda inzâl buyuruldugunu biliyoruz. Hicretle iki döneme bölünen bu 23 yilin, bilindigi gibi ilk devresi Mekke dönemi, ikinci devresi ise Medine dönemi olarak anilir.


Mekke döneminde de bazi dönemlerden bahsetmek mümkünse de, bunlari, davetin henüz gizli yapildigi ve açiga çiktigi iki dönem hâlinde ele almak mümkündür. Mekke"deki davet ve sekli konusunda su âyet hayli mânidardir: "Sen insanlari Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul ögütlerle davet et, gerektigi zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et. Rabbin, elbette, yolundan sapanlari en iyi bildigi gibi kimlerin dogru yola gelecegini de pek iyi bilir." (Nahl, 16/125)


Mekke döneminde nâzil olan âyetler, genel itibariyle, imanî esaslari, ahlâkî prensipleri, davranis kriterlerini ve ögütleri muhtevidir.


Medine dönemi ise, bir yandan Islâm hukuk sisteminin vaz' edilip oturdugu, diger yandan kul ile Allah arasindaki engellerin bütünüyle ortadan kaldirilmaya çalisildigi bir dönem olmustur. (Bûtî, S. Ramazan, Fikhu"s-Sîre s. 95).
Kâinatin Efendisi (s.a.s.), bütün bu merhalelerde her döneme uygun bir sekilde tebligde bulunmus ve tabir caizse 10 kg. tasima kapasitesi olan birisine 40 kg yük tahmil ederek o kisinin çatlamasina veya sakatlanmasina sebebiyet vermemistir. Herkese durumuna göre muamelede bulunmus ve insanlarin Islâm"a isinmasina, kalblerine imanin girmesine zemin hazirlamistir.


Allah Resûlü"nün bu düsturu da Kiyamet"e kadar mü"minlere örnek olacak bas düsturlardandir. 1900"lü yillarin basinda Japonya"yi ziyaret eden ünlü Seyyah Abdürresid Ibrahim, basindan geçen bir hâdiseyi söyle anlatiyor: "Benim Islâm"i anlatmamla Müslüman olan bir Japon"a önce namazlarin sadece farzlarindan bahsettim, O da, o sekilde kilmaya basladi. Fakat bir gün benim sünnetleri kildigimi görünce bana dedi ki, bu kildigin nedir? Ben de Peygamber Efendimiz"in sünneti oldugunu söyledim. "Pekiyi, bunlari bana daha önce neden söylemedin?" diye sordu. Ben de, "Ilk Müslüman oldugunda bunlari sana söyleseydim, o zaman nefsine agir gelebilirdi" cevabini verdim. "Haklisin" dedi ve o günden sonra namazlarin sünnetlerini de eda etmeye basladi (Abdürresid Ibrahim, Japonya"da Islâmiyet, 1:156).


4. Neticeleri Sadece Allah"tan Bilme


Efendimiz (s.a.s.), esbap dairesinde yapilmasi gereken her seyi yapar ve gerisini Cenab-i Hakk"a birakirdi. Cenab-i Hakk"in ihsan etmis oldugu basarilarla böbürlenmez, aksine her iyi neticenin O"ndan geldigini ve O"nun yardimi olmadan hiçbir seyin olamayacagini sik sik ifade ederdi.


Efendimiz"in (s.a.s.) yolunu takip eden kara sevdalilar da hep basari ve muvaffakiyeti ondan bilmisler ve kazandiklari zaferlerle, sarhos olup nâdanlik yapmamislardir. Mü"min kendi vazifesini yapmali ve Allah"in "vazifesi"ne karismamalidir. Bu hususla alâkali dikkatimizi çeken can alici bir misal söyledir:


Meshurdur ki, bir zaman Islâm kahramanlarindan ve Cengiz"in ordusunu müteaddit defa maglûp eden Celâleddin Harezmsah harbe giderken, vezirleri ve komutanlari ona demisler:
"Sen muzaffer olacaksin, Cenâb-i Hak seni galip edecek."
Celâleddin Harezmsah, onlara sunu söylemis:


"Ben, Allah"in emriyle cihad yolunda hareket etmeye vazifedarim. Cenab-i Hakk"in vazifesine karismam. Muzaffer etmek veya maglûp etmek O"nun vazifesidir. (Nursî, Lem'alar, 17. Lema)


Tabii ki anlayis bu olunca, insanlarin gurur ve kibire kapilmalari ve her basarida "ene"lerini devreye sokmalari da söz konusu olmamaktadir.


5. Iç Derinligi


Hz. Peygamber (s.a.s.), iç derinligi itibariyle de en zirve noktayi tutmustur. Zira O, zahidlerin en zahidi, âbidlerin en âbidiydi. Allah"tan öyle korkardi ki, âdeta kalbi duracak gibi olurdu. O kadar hassas, o kadar duyarli idi ki, göz yaslarinin akmadigi ve ürpermedigi zaman çok azdi; cosarken âdeta bir derya, dururken de umman gibiydi.
Içe dogru derinlik, zühd ve takva ile olur. Bunlari hayatinda en güzel tatbik eden de Peygamber Efendimiz"dir (s.a.s.). Zühd, dünya ona verilse sevinmeme, bütün dünya elinden gitse üzülmeme hâlidir. Bu hâl, Allah Resûlü"nde doruk noktadadir. Bütün dünya onun olsaydi herhalde bir arpa tanesi bulmus kadar sevinmezdi. Bütün dünya elinden gitse, bir arpa tanesi kaybetmis kadar üzülmezdi. O, dünyayi kalben bu sekilde terk etmisti. Ancak bu terk, hiçbir zaman kesben de dünyayi terk etmek degildir. Zira kazanç yollarinin en mantiklisini ve en güzelini bize gösteren O"dur.


Peygamberimiz (s.a.s.), dünyaya hiç ehemmiyet vermezdi. Hz. Ömer (r.a.), bir gün Allah Resûlü"nün huzuruna girdi. Efendimiz, yattigi hasirin üzerindeydi ve yüzünün bir tarafina hasir iz yapmisti. Odasinin bir yaninda islenmis bir deri, bir diger kösesinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardi. Iste Allah Resûlü"nün odasinda bulunan esyalar bundan ibaretti. Hz. Ömer (r.a.), bu manzara karsisinda rikkate geldi ve agladi. Allah Resûlü niçin agladigini sorunca da Ömer (r.a): "Ya Resûlellah! Su anda kisralar, krallar saraylarinda kus tüyünden yataklarinda yatarken, (kâinat, yüzü suyu hürmetine yaratilmis olan) Sen, sadece kuru bir hasir üstünde yatiyorsun ve o hasir, Senin yüzünde iz birakiyor. Gördüklerim beni aglatti." cevabini verir. Bunun üzerine Allah Resûlü, Ömer"e (r.a.) su karsilikta bulunur: "Istemez misin ya Ömer, dünya onlarin, âhiret de bizim olsun." (Buharî, "Tefsir", 21) Baska bir rivâyette ise Efendimiz söyle buyururlar: "Dünya ile benim ne alâkam olabilir? Ben bir yolcu gibiyim, bir agaç altinda gölgelenip, sonra da orayi terkederek yoluna devam eden bir yolcu." (Tirmizî, "Zühd", 44; Ibn Mâce, "Zühd", 3)


O, dünyaya bir vazifeyle gelmisti. Duygu ve düsüncede insanlara dirilis soluklari getirmisti. Vazifesi bittigi zaman da dünyayi terk edecekti. Dünya ile bu kadar alâkasiz bir insanin, dünya adina bazi seylere temayül edecegine ihtimâl vermek aklin kabul edecegi seylerden degildir. Evet, O, asla dünyaya meyletmedi ve O, hiçbir zaman inhirafa yelken açmadi... (Gülen 1997, 2:473-474)


Evet O, ümmetine teblig edecegi hususlari öncelikle kendi hayatinda yasayarak temsil ediyor ve her hâliyle ümmetine örnek oluyordu. Aslinda, O"nun yasadigi gibi bir hayat yasamaya kimse güç yetiremezdi. Ferdî ibadetlerinde, kendine karsi çok disiplinli ve nefsine karsi da çok ciddiydi. Âdeta O"nun bütün hayati, ibadete göre programlanmis gibiydi.. Tabii ki ibadeti sadece bildigimiz, namaz, oruç vs. seklinde sinirlandirmamak lâzim. O, yaptigi her isi ibadet suuruyla yapiyordu (a.g.e., 2:478)


Defalarca, dünya O"na temessül etmis, kendini kabul ettirmek istemisti de O, her defasinda elinin tersiyle onu itmisti. (Ibn Hanbel, Müsned, 2:231) Iste asrimizin hizmet erleri de, Efendisini kendisine örnek alarak içe dogru derinlesmeli ve dis fethin yaninda iç fethi ihmal etmemelidir.


Eger, insanin nefsi ve arzulari kendi hâline birakilirsa onun dünyaya bagliligi ve ilgisi artar. Hatta dünya onun en son emeli ve hayatinin gayesi hâline gelir. Hâlbuki, Kur'ân"in ifadesiyle "Dünya zevki pek azdir, âhiret ise günahlardan sakinanlar için sirf hayirdir ve size kil kadar olsun haksizlik yapilmaz." (Nisa, 4/71) O hâlde mü"min içe dogru derinlesmeye bakmali ve âhiret azigi hazirlamada ihmalkâr davranmamalidir. Davranislariyla ruhun emrinde olan talihliler, hep Yaradanin hosnutluguna, insanlik ve fazilete dogru gideceklerdir.


6. Tevazu


Allah Resûlü"nün mahviyet ve tevazuu da, bir yanda fetanetinin, diger yanda tebliginin ayri bir buudu olarak yildiz gibi parlamaktadir. O, herkes tarafindan taninip, kabul edildikçe mahviyeti daha da derinlesmistir. Tevazu ve mahviyet âdeta O"nunla beraber dogmus gibiydi… Ömrünün sonuna kadar da geliserek devam etti. Bir gün melek geldi ve sordu: "Kul peygamber mi, melik peygamber mi olmak istersin?" Cibril kulagina fisildadi: "Rabb"ine karsi mütevazi ol!" Ve, Allah Resûlü cevap verdi: "Bir gün aç yatip tazarru eden, diger gün tok olup sükreden bir kul peygamber olmak isterim..." (Heysemî, Mecmau"z-Zevâid, 9:19-20.) O, her zaman kendisini insanlardan bir insan olarak görmüs ve hiçbir zaman kendini onlardan ayri tutmamistir. Yine bir gün karsisinda titreyen adama bakti ve söyle buyurdu: "Kardesim titreme! Ben de senin gibi kuru ekmek yiyen bir kadinin çocuguyum..." (Ibn Mâce, "Et"ime", 30)


Evet, birer Müslüman olarak bizler de Efendimiz"i örnek almaliyiz. Dünyevî makam ve mevkiler, mal ve mülkler insani simartmamali ve ona kendini unutturmamalidir. Insanin üzerine tevdi edilen mükellefiyetin keyfiyeti onu baska bir varlik hâline getirmez. Dolayisiyla da insan, her zaman ve zeminde kendisini insanlardan bir insan olarak kabul etmelidir.


Kâinatin Efendisi Mekke"ye muzaffer bir komutan olarak girerken de, oradan çikmaya zorlandigi andaki tevazu ve mahviyeti devam ediyordu. Basini o kadar egmisti ki, Ars"a degen o mübarek bas, orada semerin kasina degecek kadar egilmisti...
Hz. Aise Validemiz"den rivâyet edilen bir hadis bize sunlari anlatir: "Allah Resûlü, evinde herhangi bir insan gibi davranirdi. Kendi elbisesini yamar, ayakkabilarini tamir eder ve ev islerinde hanimlarina yardimda bulunurdu." (Tirmizi, "Semâil", 78) O, bunlari yaptigi sirada, O"nun adi cihanin pek çok yaninda aniliyor; herkes O"ndan ve getirdigi dinden bahsediyordu. O, zamanini öyle ayarlamisti ki, bu kadar mühim sorumluluklari arasinda, bu gibi islere de firsat bulabiliyordu. O, her güzel hasletin zirvesine taht kurmustu.


Tevazu zillet olmadigi gibi, kibir de vakar degildir. Tevazu ve kibirle alâkali olarak, Kâinatin Efendisi (s.a.s.), söyle buyurur: "Allah için bir derece tevazu eden kimseyi Allah Teâlâ da bir derece yükseltir. Tâ ki onu Firdevs Cenneti"nin en yüksek yerine çikarir. Allah"a karsi bir derece kibir gösteren kimseyi de Allah Teâla alçaltir. Tâ ki onu Cehennem"in en alçak derecesine indirir." (Münziri, et-Tergîb, 4:339)


7. Muhasebe


Hayatini sürekli bir muhasebe ve mes"ûliyet duygusu içerisinde yasayanlarin en zirve ismi de yine Kâinatin Efendisi"dir. O, kullugun ne kadar agir bir yük oldugunu biliyor ve bu bilinçle kendisini her zaman hesap gününe hazirlamanin gayreti içerisinde bulunuyordu. Bu hususla alâkali olarak da ümmetinin söyle dikkatini çekiyordu.
"Hesaba çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz." Elbette ki büyük hesap çok çetin olacaktir. O güne kendimizi hazirlamamiz lâzimdir. Bu hususla alâkali olarak Efendimiz"le Hz. Âise Validemiz arasinda geçen bir konusmayi arz etmek istiyorum.


Kâinatin Efendisi (s.a.s.), birgün Hz. Âise Validemiz"in yanina geldiklerinde onu aglar bir vaziyette bulunca, "Ya Âise, seni aglatan nedir?" diye sorar. Hz. Âise Validemiz: "Ya Resûlellah, Mahser Günü"nü düsündüm de, o günün dehseti beni aglatti. O günde ehlinizi hatirlar misiniz?" der. Allah Resûlü ise söyle cevap verir: "Üç yer var ki ya Âise, kimse kimseyi hatirlamaz. Bunlar, amel defterleri dagitilirken, ameller tartilirken ve Sirat"tan geçerken." Zira herkes, "acaba amel defterim sagimdan mi verilecek yoksa solumdan mi veya arkamdan mi?" diye merak içerisindedir. Ameller tartililirken, "acaba sevaplarim mi galip gelecek yoksa günahlarim mi?" diye, Sirat"tan geçip, Cennet"e ve Cemâlullah"a vâsil olabilecek miyim, yoksa ayagim kayip Cehennem"in derinliklerine mi düsecegim?" diye merak içerisinde olacaklardir.


Iste bu dehsetli güne hazirlanmayla alâkali olarak da Efendimiz (s.a.s.), kendi yakinlarinin sahsinda bütün ümmetinin dikkatlerini söyle çekmektedir:


Ey Abdimenafogullari! Allah"in elinde rehin olan nefislerinizi kurtarmaya bakin, zira Ben sizin için bir sey yapamam.


Allah Resûlü halkayi biraz daha daraltir ve kendi kabilesine hitaben söyle devam eder:
Ey Hasimogullari siz de Allah"in elinde rehin olan nefislerinizi kurtarmaya bakin, zira Ben sizin için de birsey yapamam.


Efendimiz (s.a.s.), daireyi biraz daha daraltir ve amcasi Abbas, halasi Safiyye ve kizi Fâtima için de ayni seyleri söyler.


Bunlardan anliyoruz ki, âhirete gitmeden önce âhiret için hazirlik yapmamiz lâzim. Zira Cennet ve Cemâlullah, Cennet"te degil dünyada kazanilir. Efendimiz"in mübarek beyanlan içerisinde "Dünya âhiretin tarlasidir." (Aliyyülkârî, el-Masnû" 1:135; el-Aclûnî, Kesfü"l-hafâ 1:1320) Dünya tarlasina ne ekersek, âhiret harmaninda onu hasat edecegiz.
Kullugun agir yükü altinda inim inim inleyen Iki Cihan Serveri, "Beni Hûd, Vâkia, Mürselât, sûreleri ihtiyarlatti." buyurmustur. Hûd Sûresinde O"na: "Emrolundugun sekilde dosdogru ol." (Hûd, 11/112) buyurulur. Bu dogruluk, Cenâb-i Hakk"in, Habibi için çizdigi dogruluktu. Ve O"ndan, bu çizginin korunmasi isteniyordu...


Mürselât, Cennet ve Cehennem için insanlarin zümre zümre ayrildigini, onlarin dehset içinde iki büklüm oldugunu anlatiyordu. Vâkia, yine bu zümreleri gösterip teshir ediyordu. Bu sûrelerde anlatilanlar, Allah Resûlü"nü dehsette birakiyor ve ihtiyarlatiyordu... (Gülen 1997, 2:475)


Mes"ûliyet ve hesap duygusu altinda âdeta kemikleri çatirdayan Sahâbe-i Güzin efendilerimiz, kili kirk yararcasina titiz bir hayat yasadilar ve her seyleriyle bize örnek oldular. Hz. Ebû Bekir (r.a.) halife seçildikten sonra bile komsularinin koyunlarini sagarak geçimini temine devam etmisti. Ancak Hz. Ömer ve diger önde gelen sahabi efendilerimizin israrlari üzerine devlet islerini aksatmamak için cüz"î bir maasa razi olup koyun sagmaktan vazgeçmistir. Vefat ettigi zaman, "Benden sonraki halifeye verilsin." diye bir nameyle küçük bir küp brakmisti. Küpü açtiklarinda içinden küçük küçük paraciklar ve yazili bir not çikmisti. Notta söyle yaziyordu: "Bana tahsis ettiginiz maas bazi günler fazla geldi. Bunu harcamaktan Allah"a karsi haya ettim, zira bu, halkin malidir." Hz. Ömer, bu durum karsisinda aglamis ve "Bize yasanmaz bir hayat biraktin." demisti.


Hz. Ömer de bihakkin örnek bir hayat yasamisti. Onun hayati gayr-i müslimler için bile numûne-i imtisal kabul edilmisti. O"ndan asirlar sonra gelen Hindistan"in kurucusu Mahatma Gandi milletine söyle sesleniyordu. "Ey halkim, ben size Müslümanlarin Ömer"i gibi adaletli bir yönetim vaad ediyorum." (Sirma, I. Süreyya, Islâm Tarihi Ders Notlari)
Onlar, hayatlarini bu suur ve idrak içerisinde dolu dolu yasadilar ve bizlerin yollarini aydnlattilar. Bize düsen de, birer mü"min olarak o aydinlik yoldan yürüyüp ilerlemek ve onlarin mirasina sahip çikmaktir.


Mehmet Kazar Yeni Ümit Dergisi