Osteoporoz
Kemik dokusu yoğunluğunun azalması sonucunda iskelet sisteminin mekanik direncinin düşmesi ve buna bağlı olarak kırıklara eğilimin artması olarak tanımlanabilir. Yüksek tansiyon gibi osteoporoz da bir hastalık değildir; yaşın ilerlemesiyle birlikte görülme sıklığı artan ve önemli komplikasyonlara yol açabilen bir olgudur. Yüksek tansiyonda olduğu gibi osteoporozda da yaşlanmaya bağlı, başka bir deyişle fizyolojik etkenlerin önemli olduğu, bunun yanı sıra cinsiyet, ırk, beslenme gibi başka etkenlerle kişiye özgü nedenlerin de etkili olabileceği kabul edilir.
GÖRÜLME SIKLIĞI
Sanayileşmiş ülkelerde, nüfusun en belirgin özelliği toplumdaki yaş ortalamasının artması ve buna bağlı olarak doğurganlığın düşmesidir.
Nüfusun yapısının değişmesiyle toplumda sık görülen hastalıklar da önemli ölçüde değişmiştir. Enfeksiyon hastalıkları alt sıralara düşerken, günümüzde artık kalp-damar hastalıkları, tümörler ve osteoporozun da içinde bulunduğu dokuların yıpranmasına bağlı hastalıklar ön plana çıkmıştır.
Osteoporoz Avrupa, ABD ve Japonya’da yaklaşık 75 milyon kişiyi etkilemekte, bunların üçte birini menopozdaki kadınların oluşturduğu ve hastaların büyük bölümünün yaşlı olduğu sanılmaktadır. Yalnız ABD’de hastalık her yıl 1.300.000 kemik kırığına neden olmaktadır; bunlardan uyluk kemiğinin boyun kırıkları yaşlılıktaki en yaygın sakatlık nedenidir. Osteoporozun neden olduğu olumsuzluklara uyluk kemiği boynunun kırıklarının yanı sıra omur kırıkları, omur ve eklem ağrıları, boy kısalması ve sakatlıklar da eklenmelidir. Öte yandan, başlangıcı ve gidişi yavaş ve sessiz olduğundan önemli sayıda olgu istatistiklere geçmemektedir.
Sağlık istatistiklerinin çok düzenli olmadığı ülkelerde osteoporozun yay-gınlığıyla ilgili en önemli veriler, uyluk kemiği ve kalça kınğı başta olmak üzere kol bacak kırıklarının sıklığıdır. Türkiye’de 65 yaş üzeri kırıkların yüzde 85′ini uyluk kemiği boyun bölgesi kırıkları oluşturur. Bu kırıklar genellikle evde düşme gibi çok hafif travmaları izleyen ileri derecede osteoporoza bağlı olarak gelişir.
OSTEOPOROZ TİPLERİ
• Birinci tip osteoporoz – Genellikle menopoz dönemindeki kadınlarda, kimi zaman erkeklerde de görülür; sıkışma kınğı sendromu terimi de kullanılabilir. Kemiklerin trabekül (kemik yapısını oluşturan kanalcıklar) yapısında yeni oluşan kemik dokusuyla yıkıma uğrayan doku arasındaki dengesizlik sonucunda hızlı bir kemik yitimi ortaya çıkar. Öncelikle süngersi kemik alanı fazla olan omur gövdelerinde görüldüğünden sıkışmaya bağlı kırıklara ve eğrilmelere neden olur. Ağrı, hareket kaybı, boyda kısalma ve sakatlık da görülebilir. Birinci tip osteoporoz 50-65 yaşlarında başlar ve kadınlarda erkeklere oranla 6 kat daha yaygındır.
• İkinci tip osteoporoz – Genellikle 75 yaşından sonra ortaya çıktığından yaşlılık osteoporozu da denir; kadınlarda erkeklere oranla iki kat fazla görülür. Özellikle kemiğin yoğun dış bölümünde doku kaybı olduğundan yaşlılarda uyluk kemiği boynunda sık görülen kırıkların başlıca nedenidir. Uyluk kemiği kırıklarının görülme sıklığı oldukça yüksek olduğundan tıbbi ve toplumsal açıdan önemli bir sorun oluşturur.
• Üçüncü tip osteoporoz – İlaç tedavisi (heparin, antibiyotikler, kortikosteroitler), iç salgı sistemi hastalıkları (şeker, akromegali, hipertiroidizm vb) ve bütün vücudu etkileyen hastalıklardan (kan kanseri, lenfom, kötü huylu tümörler, Akdeniz kansızlığı, C vitamini eksikliği, kronik karaciğer hastalıkları vb) sonra ortaya çıktığından ikincil osteoporoz adı verilir.
NEDENLERİ
İnsan vücudunda kemik yapımı ile yıkımı arasında kurulu bir denge vardır. Bu denge 30 yaşına kadar yapım yönünde ağır basar. Bu dönemden sonra kemik dokusunda her yıl yüzde bir dolayında azalma görülür. Kütlesi belirli bir sınırın altına düşen kemikler sıradan mekanik basmca dayanamaz hale gelir ve en küçük darbe karşısında bile kırılabilir. Osteoporozda kemikteki yıkım süreci artar, kemiğin kütlesi tehlikeli düzeyin altına iner ve kemik kendiliğinden kırılabilir.
Osteoporozu hazırlayan en önemli etkenlerden biri, otuz yaş dolayında kemik kütlesinin azalmaya başlamasıdır. Kadınlarda başka bir önemli hazırlayıcı etken, menopoz döneminde östrojen hormonu salgısının hızla azalmasıdır.
Menopozdaki kadınlarda kemik kütlesi hızla kaybolur; 30 yaşlarındaki kadınlarda kemik kütlesinin erkeklere göre yüzde 10-20 oranında daha az olması bu tabloyu ağırlaştırır. 50-70 yaş arasındaki kadınlarda trabeküler (kemik yapışım oluşturan kanalcıklar) kemik yapısının oldukça fazla olduğu süngersi kemiklerde (omurlar) osteoporoz oldukça yaygındır. Omurlar vücudun ağırlığı altında ezildiğinden belirgin bir travma olmasa da kırılabilir. Kırıklar, ağrı, boy kısalması ve sakatlığa yol açar. Erkekte kemik dokusu kaybı daha yavaş bir süreç izler ve geç ortaya çıkar. Daha çok süngersi kemiklerde görülen doku kaybı ancak 60-90 yaşlarında belirgin hale gelir. Süngersi kemiğin ince yapısında değişiklikler olur; kemik kütlesindeki azalmaya göre mekanik dirençteki azalma daha çoktur. Direncin azalması ve kemiğin ince yapısının değişmesi sonucunda ikinci tip osteoporoz görülür. İkinci tip osteoporozda tanklar sıklıkla çevrel kemiklerde, özellikle döner kemik ve uyluk kemiği boynunda görülür. Kendiliğinden kırıklar çok enderdir; genellikle yaşlılarda denge bozukluğu, görme kusuru, reflekslerde yavaşlama nedeniyle sık rastlanan düşmeler sonucunda kırıklar görülür. ikinci tip osteoporozun gelişim süreci yaşlanma süreciyle yakından İlişkilidir; tek bir sistemdeki gerilemenin belirleyici olduğu söylenemez. Burada etken olan değişikliklerden başlıcaları cinsiyet hormonları ile kalsiyum metabolizmasıyla ilgili çeşitli hormonların daha ak salgılanması, vücudun hareketliliğinin ve yerel uyarıcı etkenlerin azalmasıdır.
RİSK FAKTÖRLERİ
Başlıca risk faktörleri iskelet gelişimi sırasında kemik kütlesinin yetersiz gelişmesi, erken yaşta âdetten kesilme, bedensel etkinliğin az olması, kalsiyum bakımından yetersiz beslenmedir.
Gelişme döneminde kemiklerde oluşan mineral kütlesi kalıtsal etkenlerce belirlenir; özellikle mekanik ve beslenme ile İlgili olanlar başta olmak üzere çevresel etkenlerin de olumlu rolü vardır. Gelişimin sonunda kemik kütlesinin ulaştığı nicel ve nitel değer “kemik kütlesi doruğu” olarak adlandırılan ve iler-ki yıllarda osteoporoz gelişiminde belirleyici olan bir etkendir. Kemiğin erime hızını belirleyen etkenlerin karşısında kemik kütlesi doruğunun öneminin aydınlatılması gerekir. Kemik kütlesi doruk noktasına ulaştıktan sonra, kadınlarda menopozdan sonraki yıllara kadar değişiklik görülmez. Doğurgan dönemde belirgin kemik yitimine yol açan süreçler ikincil osteoporoz nedenleridir. Kendiliğinden ya da her iki yumurtalığın alınması sonucunda erken yaşta âdetten kesilme osteoporoz tehlikesini artırır. Bedensel etkinliğin azalmasından kaynaklanan osteoporoz kemik dokusunu uyaran mekanik etkinin azalmasına bağlı olarak âdetten kesilmeden önce de ortaya çıkabilir. Ama genelde bedensel etkinliğin ve mekanik uyanların azalması yaşlılıkta sinir ve kas sistemindeki gerilemeye özgüdür; bu durum bazı olgularda kemik kütlesinin kaybına belirgin bir katkıda bulunur.
Besinlerle yetersiz kalsiyum alımı yaşamın öteki dönemlerine oranla menopozdan sonra daha çok önem taşn. Bu dönemde kalsiyum bakımından zengin besinlerin daha az alınması eğiliminin yanı sıra olumsuz koşullara uyum yeteneğinin azalması da önemli rol oynar.
Bu etkenlerin hiçbiri tek başına kemik kütlesinde hastalık düzeyinde yitime yol açmasa da, tehlikeyi artırabilir.
BELİRTİLERİ
Menopozdan sonra görülen osteoporozda en önemli öznel belirti ağrıdır. Sut ve bel bölgesinde, daha ender olarak da boyunda görülür. Kalsiyum dengesinde yitimin daha önde olduğu ilk evrelerde ağrı çok şiddetli olabilirse de daha sonra hafifler ve böyle sürer.
Bu evrede çekilen filmler iskeletteki mineral yitimini ortaya koymadığından ağrırım şiddetli olduğu dönemlerde, yanlışlıkla omurga artriti ya da artroz gibi tanılar konabilir. Nevrite benzer ağrılar çok ender ortaya çıkar.
Kırık en önemli klinik belirtilerden biridir. En çok omur, uyluk kemiği boynu ve bileklerde görülür. Küçük bir travmanın yol açtığı kırıklar kimi zaman çok az sayıda öznel belirtiyle ortaya çıkabilir.
Biçim bozuklukları osteoporozun geç dönemlerinde görülür. Hemen hiçbir zaman kol ve bacaklarda rastlanmaz, daha çok omurgayı tutar ve bu özelliğiyle osteomalaziden (erişkinde kemik yumuşaması) ayırt edilir. Omurgadaki biçim bozukluklarında iki önemli Özellik görülür:
1-Boy kısalması.
2-Sırt omurlarında kamburlaşma sonucunda göğüs kafesinin yay biçimini alarak bozulması. Kamburlaşma, menopozdan sonraki osteoporozun en önemli klinik belirtisidir ve hastaya belirgin bir görünüm verir. Kısalan gövde kol ve bacaklarla orantısızdır. Hastanın görünümü giderek maymuna benzer. Kimi zaman omurga kenarları böğür çıkıntılarına yaklaşarak üst üste gelebilir ve karın derisinde derin, enine kıvrımların oluşmasına neden olur.
Omurganın eğrilmesiyle 10 cm’den fazla boy kısalması solunum işlevlerini bozabilir.
TANI
Osteoporoz tanısı uzun süre klinik ve radyolojik verilere dayanmıştır. Özellikle bilek, omur ya da uyluk kemiğinde tipik bir kırık ya da bir kemiğin kalsiyum içeriğinin büyük ölçüde azaldığının görülmesi önemli ipuçlan verir. Osteopo-rozu düşündüren öteki klinik belirtiler ise giderek artan kamburluk ile sutta ve belde ağrıdır. Bu bulgular hastalığın geç dönemlerinde ve iskeletteki kalsiyumun önemli bir bölümü yitirildiğinde ortaya çıkar. Dolayısıyla hastalığın başlangıç evresinde, yani sakatlığın önlenebileceği aşamada fark edilmez. Bu durum, erken önlem almayı engeller.
Son 15 yılda osteoporoz tanısı, kemik yoğunluğunu ölçen daha ince yöntemlerin kullanılmasıyla önemli ölçüde kolaylaşmıştır. Bilgisayarlı kemik mineral yoğunluk ölçümü ile bilgisayarlı tomografi tam için en uygun yöntemlerdir. En önemli araştırma bölgeleri, oste-oporoza bağlı kırıkların en belirgin olduğu uyluk kemiği boynu ve bel omurlarıdır. Bununla birlikte, iskeletin tümü İncelenmelidir. Bilgisayarlı kemik mineral yoğunluk ölçümü yöntemi kemik-lerdeki mineral yoğunluğunun değerlendirilmesinde, geleneksel yöntemlerden daha üstündür. Öte yandan yeni tam yöntemlerinin kullanılması, röntgen filminin yerini tutamaz. Özellikle aktif os-teoporoz tanısında, omurlardaki biçim değişikliklerini görmek ve zaman içindeki gelişimim izlemek açısından çok yararlı olan röntgen filmi klinik tablonun yorumunu güçleştiren Öteki eklem bozukluklarının da değerlendirilmesini sağlar.
Osteoporozun tipinin doğru belirlenip değerlendirilmesi de çok önemlidir. Böylece osteömalazi (erişkinde kemik yumuşaması) ya da ikincil os-teoporoz ile ayırıcı tanı yapılabilir. Dolayısıyla birincil osteoporozdan kuşku duyulduğunda hastanın öyküsü dikkatle alınmalı, böylece beslenme alışkanlıkları, bedensel etkinlik, kullandığı ilaçlar ve menopozun başlangıcına ilişkin bilgi edinilmelidir. Ayrıca, kalsiyum metabolizmasıyla ilgili laboratuvar incelemeleri de yapılmalıdır. Bu veriler, doğru tanı koymak kadar tedaviyi planlamak için de zorunludur.
AYIRICI TANI
Olguların büyük bölümünün birincil os-teoporoz olmasma karşılık, tanı konurken başka hastalıklara ya da kemikleri eriten ilaçlara bağlı ikincil osteoporoz olasılığı önemle değerlendirilmelidir. Öyküyle ilgili verilerin dikkatle toplanması, olguların hemen tümünde ikincil osteporozun dışlanmasını sağlar.
Birincil kemik tümörleri osteoporozdan kolaylıkla ayırt edilebilir. En sık görülen kemik tümörü olan osteosar-kom, daha çok kemik büyümesinin hızlı olduğu çocukluk ve ergenlik dönemlerinde görülür. Öteki kötü huylu tümörler ise Özellikle orta yaşlarda görülür.
İyi huylu tümörlerin en sık görülen biçimleri özellikle erkeklerde ergenlik döneminde ortaya çıkar.
İyi huylu tümörler kural olarak kemik ağrısına neden olmazsa da, tutulan bölgedeki biçim bozukluğu ya da hastalığa bağlı bir kırık sonucunda ağrı görülebilir. Çekilen filmlerde bu tür kırıklar osteoporoza bağlı kırıklardan kolayca ayırt edilebilir.
Son olarak, kemik tümörlerinin iskeletin tek bir bölümünü tuttuğunu, öteki kemiklerin yapısının sağlam ve mineral içeriğinin de normal olduğunu vurgulamak gerekir. Oysa osteoporoz iskelet sisteminin tümünü etkileyen bir hastalıktır.
İkincil durumlarda tablo oldukça farklıdır. Kemik öteki organların birincil tümörlerinin sıklıkla yayıldığı bir dokudur. Tümör hücreleri kemik dokusuna genellikle kan yoluyla ulaşır ve kemik iliğinin en yoğun olduğu alanlarda gelişir. Omurga, ikincil tümörlerin en sık yerleştiği bölümdür.
Kemiklere en çok yayılım yapan tümörler meme, prostat, akciğer, idrar kesesi, böbrek ve tiroit kanserleri ile me-lanomlar, lenfom ve kan kanserleridir. Tümörün birincil odağı her zaman bilinmediğinden ya da belirtisiz Alabildiğinden ve hastanın tek yakınması kemik ağnsı olduğundan osteoporozdan ayırt edilmesi zor olabilir. Yayılım odaklarının yaptığı ağn çok tipiktir; şiddeti değişmez, dinlenmeyle hafiflemez, aksine geceleri daha da artar.
Çekilen filmlerde erken evrede önemli değişiklikler görülmez, ama kuşku üzerine yapılacak bilgisayarlı tomografi ya da magnetik rezonans incelemesi çok küçük tümör odaklarını bile görüntüleyebildiğinden, doğru tam için yol göstericidir.
TEDAVİ
Modern tıp, hastalıklardan korunmaya giderek daha fazla önem vermektedir. Bu eğilim özellikle menopoz sonrası ve yaşlılık osteoporozu için geçerlidir. Os-teoporozun ağır olduğu ve hastalığa bağlı kırıkların görüldüğü olgularda bilinen tedavi yöntemlerinden hiçbiri iskelet yapısını ve işlevini normale dön-düremez.
iskeletin tümünde mineral kütlesi tedavinin ilk 2-3 yılında yılda ancak yüzde 2-3 oranında yerine konabilir; tedavinin daha sonraki yıllarında aynı oranda artış sağlanamayabilir. Omurga gibi bazı kemiklerde tedaviye yanıt daha hızlı ve belirgindir. İskeletteki genel mineral kaybının yüzde 30′dan fazlası hiçbir olguda yerine konamaz.
Günümüzde kemik kütlesinin yıllarca değişmemesini ya da yılda en fazla yüzde 1 oranında azalmasını sağlamak başarılı bir sonuç olarak kabul edilir. Hastalığın giderek kötüleşen doğal gidişinde, tedavi edilmeyen olgularda yılda yüzde 2-4 kadar mineral kaybı görülür. Bu oranın düşürülmesi tedavinin başarılı olması için yeterlidir.
Bu düşünceler doğrultusunda, kırık tehlikesini önlemek için tedaviye olabildiğince erken başlamak gerekir.
Günümüzde kemik yıkımını azaltan ya da osteoblastlan (kemik yapıcı hücreler) uyararak yeniden kemik oluşumunu hızlandıran iki temel tedavi yöntemi uygulanmaktadır. Bazı yöntemler ise her iki yönde de etkili olabilir.
• Kalsiyum tuzları – Çeşitli kalsiyum tuzlarının verilmesinin özgül bir tedavi olarak kabul edilebilip edilemeyeceği tartışılmaktadır. Yeterli kalsiyum tuzu dozunun sağlıklı iskelet İçin gerekli olduğu bilinmekle birlikte, besinlere ek olarak kalsiyum tuzlarının alınmasının tedavi edici etkisi kesin değildir. Ama genel olarak koruyucu bir etkisi olduğu kabul edilir. Çünkü hastanın âdetten kesildiğinde kemik kütlesinin iyi durumda olması, kırık eşiğine gelene değin uzun bir süreyi güvence altına alır.
Genç ve sağlıklı bir kişinin günde en az 800 mg kalsiyum alması gerekir; bu değer gebelik ve süt verme dönemlerinde artar. Ayrıca ileri yaşlarda ya da bazı bağırsak hastalıklarında bağırsağın emilim gücü azaldığından kalsiyum gereksinimi artar. Kalsiyum içeriği yüksek besinlerce zengin bir beslenmenin yanında, yaşlılık osteoporozunda ayrıca kalsiyum içeren ilaçlar da verilmelidir. Bu kişilerde emüim eksikliği ön plandadır. Menopoz sonrası osteoporozda ise kalsiyum içeren ilaçlar daha az yararlıdır. Bu ilaçların yan etkisi olmadığından günlük tedavi uygulamalarında, kalsiyum tuzu içeren ilaçlar yaygın bir biçimde kullanılmaktadır.
• Östrojen hormonları – Bu hormon lann eksikliğinin kadınlarda menopo; sonrası osteoporozun temel nedenlerinden biri olduğu uzun süredir bilinmektedir.
Östrojen hormonları ağızdan ya da şırınga edilerek verilebilir. Son zamanlarda jöle, krem ya da vücuda yapışan bant biçiminde, deri yoluyla vücuda verilebilen ve östradiyol içeren ilaçlar kullanıma sunulmuştur. Özellikle yapıştırma bandı biçimindeki ilaçlar yavaş ve sabit bir hızla kana geçer; bu da yumurtalıklardan fizyolojik östrojen salgılanmasına en çok benzeyen yöntemdir. Deri yoluyla verilen östrojen karaciğerde işlemden geçirilmediğinden, ağız yoluyla kullanılan ilaçlara göre çok daha düşük günlük dozlar yeterli olmaktadır.
Östrojenlerin menopoz sonrasındaki kemik kaybını önlediği, bu etkinin ortaya çıktığı süreç ne olursa olsun, kesinlikle kanıtlanmıştır. Bu tedaviye ne kadar erken başlanır ve ne kadar uzun sür-dürülürse o ölçüde başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Menopoz sendromu tedavisinde östrojen kullanımı, menopoz sonrası osteoporozun önlenmesi için ilk uygulanan yöntemdir. Bununla birlikte, başta dölyatağı tümörleri olmak üzere tehlikeli yan etkileri dikkatle değerlendirilmelidir; bu nedenle kullanım güvenilirliği sınırlıdır. DÖlyatağı tümörü tehlikesini azaltmak için progesteronlarla birlikte kullanılmalıdır. Genel nüfusta meme tümörü görülme sıklığı zaten yüksek olduğundan meme tümörü tehlikesi daha çoktur. Günümüzde bütün kadınlara menopoz döneminde koruyucu Östrojen tedavisi uygulama düşüncesinin geçerliliği tartışılmaktadır. Bu açıdan bedensel yapı, yaşam ve beslenme alışkanlığı, kemik kütlesinin miktarı ve kalsiyum kayıp hızı açısından osteopo-roz tehlike grubunda olan kadınlar üzerinde yoğunlaşmak daha doğru görünmektedir.
Hormon tedavisinin uygulanabileceği en uzun süre ya da tedavinin kesileceği yaş henüz açıkça belirlenememiştir. Ama östrojenin yukarıda belirtilen sakıncaları nedeniyle yalnızca menopozun başlangıç dönemlerinde ve menopoz sendromunun geliştiği kişilerde kullanılması daha doğrudur.
Başlangıç dönemini aşmış, yerleşik osteoporoz olgularında östrojen tedavisinin yararlı olup olmadığı henüz tartışmalıdır ve her olgu için gerekip gerekmediği değerlendirilmelidir. Öteki tedavi yöntemlerinin başarısız olduğu durumlarda ve daha genç hastaların yararlanma olasılıkları daha yüksek olduğundan kullanılabilir.
Başka ilaçlarla birlikte kullanılması yararlıdır; kimi zaman gerekli de olabilir. Özellikle kalsiyum ve D vitamini türevleri, besinlerle alınan kalsiyumun yetersiz olduğu durumlarda, orta yaşlı kadınlarda ve bağırsakta emilim yetersizliği olan hastalarda kullanılabilir.
• Kalsitonin – Osteoporozun doğal gidişini yavaşlatma ve kimi zaman geri döndürmede etkili olduğu kanıtlanmıştır. Kullanım güvenilirliğinin yüksek olması nedeniyle menopoz sonrası ve yaşlılık osteoporozunun tedavisinde en önemli ilaçlardan biri haline gelmiştir. Ayrıca koruyucu tedavide ve var olan hastalığın tedavisinde etkisi kanıtlanmıştır. Menopozun ilk yıllarında iskelet sistemi dışında da olumlu etkileri olan östrojenin daha geniş bir kullanım alam j olmakla birlikte, sonraki yıllarda ilk kullanılacak ilaç kalsitonindir. Bu olgularda östrojen kullanımı giderek daha az etkili olur ve hastanın uyum göstermesi zorlaşır. Kalsiyum ve D vitamini eksikliğinden kuşkulanılan bütün olgularda kalsitonin bu maddelerle birlikte kullanılabilir.
Kalsitoninin kullanımını en çok kısıtlayan etken enjeksiyon biçiminde kullanılma zorunluluğudur. Özellikle uzun süreli tedavilerde, hastanın tedaviye uyumu güçleşebilir. Ama son zamanlarda burun spreyi gibi yeni biçimler kullanılarak başarılı sonuçlar alınmıştır. İlk hücum dozu enjeksiyonla verildikten sonra idame tedavisinde burun spreylerine geçilmektedir.
Tedavide görülen en önemli yan etkiler deri ve ellerde kızarma, ısınma ve kimi zaman soğumadır. Bunları sıklık sırasına göre bulantı, kusma ve ishal ile kırıklık ve bayılma izler. Yüksek dozda verildiğinde idrar söktürücü etkisi de vardır. Yüzün ve ellerin kızarması alerji olarak yorumlanırsa da, alerji çok ender görülür.
Yan etkiler büyük ölçüde doza bağlıdır, ama uygulanan kalsitonin tipinin de önemi olabilir. Hormon fizyolojik dozlarda kullanıldığında yan etkiler çok azalır; olguların yüzde 60′ında yan etkilerin yüksek doz uygulanmasında görüldüğü belirlenmiştir. Kadınlarda istenmeyen etkiler çok daha yaygındır. Kalsitonin burun yoluyla verildiğinde, bozuklukların daha az görüldüğü bildirilmiştir.
Bu durum hormonun burun yoluyla daha düşük dozlarda emilmesine bağlıdır. Belirtiler hastaya çok rahatsızlık verse de hiçbir tehlike yaratmaz. Kalsitoninin uzun süreli kullanımına bağlı zehirleyici etki bildirilmemiştir.
• D vitamini – Bugünkü bilgiler D vitamini ve türevlerinin menopoz sonrasında kemik kaybım azaltmada Önemli bir etkisi olmadığım göstermektedir. Gene de kemik sağlığının korunması için belli dozda D vitamini gerektiği unutulmamalıdır.
Bu nedenle, özellikle yaşlı hastalarda orta düzeyde D vitamini ya da türevlerinin, öteki ilaçlarla birlikte verilmesi osteoporoz tedavisinin başarısını artırır. Yaş ilerledikçe besinlerle kalsiyum alı
mı ve bağırsaklardan kalsiyum emilimi azalır; D vitamini türevleriyle verildiğinde i4e bağırsaklardan emilim artar.
D vitamininin değişik organlar üzerinde doğrudan olumsuz etkisi olmadığından tedavide zehirlenme olasılığı, kandaki kalsiyum düzeyinin yükselmesi (hiperkalsemi) ve idrarla atılan kalsiyum miktarının artması (hiperkalsüri) tehlikesine bağlıdır. Kan kalsiyumunun yükselmesi çok ciddi bir komplikasyon-dur, ölüme yol açabilir. D vitamini zehirlenmesi, aşırı dozların uzun süre (bir ay ya da daha çok) alınmasından sonra yavaş yavaş gelişir; hastanın kendi kendine ilaç kullanması ya da D vitamini içeren ilaçlar alması bu tabloyu ağırlaştırabilir.
D vitamini zehirlenmesinde böbrek taşlan ve/ya da böbrek yetmezliği, bulantı, kusma, kabızlık, kalp durmasına değin varabilen ritim bozukluktan ile zihinsel yavaşlama, uyku eğilimi, delir-yum ve koma görülür. Başka belirtiler olmadan hiperkalsemi ve hiperkalsüri gibi orta derecede zehirlenme belirtilerinin ortaya çıkması, D vitamininin kesilmesi, kalsiyum oram düşük bol sıvı alınması (günde 2-4 litre), kalsiyum oranı düşük (süt ürünleri içermeyen) beslenme ve kalsitonin uygulaması dışında özel bir tedavi gerektirmez. Daha ağır zehirlenmeler hastanede tedavi edilmelidir.
• Sodyum flüorür – Menopoz sonrası ve yaşlılık osteoporozunun tedavisinde sodyum flüorür kullanımı henüz değerlendirilmekte olan deneysel bir tedavidir. Bilinen sonuçlar, kemik kütlesi üzerinde olumlu bir etkisi olduğunu göstermekle birlikte, olguların yaklaşık yüzde 20-35′inde mide-bağırsak sistemiyle eklemler ve çevresini tutan yan etkiler görülmektedir. Sodyum flüorür mide mukozasını tahriş eder, mide ağnsı, bulantı, kusma ve bazı olgularda ülser gelişimine neden olabilir. Flüor tedavisinde ayak ve ayak bileği ile ender olarak dizde ağnlar ortaya çıkabilir. Bu tablonun mikroskopik düzeyde kırıklar ile gerçek kırıklara bağlı olduğu sanılır. Tablo 4-6 hafta içinde iyileşmeye başlar, kimi zaman aym hastada birkaç kez yineleyebilir ve günlük yaşamı önemli ölçüde engeller.
Sodyum flüorür ile osteoporoz tedavisinin, ancak daha önce omurlan kırılan ve yeni kırıklar açısından yüksek tehlike grubunda yer alan ve ilk uygulanan tedaviye yanıt vermeyen birkaç olgu ile sınırlı olduğu görülmektedir. Daha önce uyluk kemiği kınğı olan hastalarda flüor tedavisi kesinlikle uygulanamaz. İlaç her zaman yüksek doz kalsiyum (günde 1.000-1.500 mg) ve D vitamini ile birlikte verilmelidir. Tedavi yakın denetim gerektirdiğinden ancak bazı merkezlerde uygulanabilir.
• Bifosfonatlar – Bu ilaçlar kemik kaybına güçlü bir biçimde engel olduğundan Paget hastalığı, tümörlere bağlı osteoliz (bölgesel kemik erimesi) ve hiperparatiroidizm gibi kemik metabolizması hastalıklarında başanyla kullanılır; aynca menopoz sonrası osteoporozdan korunmada ve tedavide de uygulama alanı bulurlar.
Bifosfonatlar ağızdan ve enjeksiyon yoluyla verilir; ağızdan alındığında ender olarak mide-bağırsak sistemi bozukluklarına (bulantı, kusma, ishal) neden olurlar. Bifosfonat tedavisinin çok daha ciddi bir yan etkisi, mineralizas-yon bozukluklannm gelişmesidir; uzun süre yüksek dozda kullanıma bağlı olan bu durum kınk tehlikesinin artmasıyla birlikte osteomalaziye (erişkinde kemik yumuşaması) neden olabilir. Bifosfo-natlann bir olumlu yanı da ucuz olmalarıdır; çevrimsel tedavilerde ve öteki ilaçlarla birlikte kullanılmalan için daha kapsamlı ve yaygın araştırmalar gerekmektedir.
• Fizik tedavi – Osteoporozda sıklıkla ultrason gibi fizik tedavi yöntemleri önerilse de, bunlann ağrıyı hafifletmek dışında yaran yoktur.
Osteoporozun en önemli belirtilerinden olan kınklarda uygun bir süre hareketsiz kalmak gerekse de, hareket etmek osteoporozdan korunma ve tedavi açısından en etkili yöntemlerden biridir. ABD’li ve Sovyet astronotlar ile paraplejili (belden aşağısını etkileyen felç) ve tetraplejili (her iki kol ve bacakta görülen felç) hastalar üzerinde yapılan araştırmalar, kemiğin mineral kütlesinin kaybında hareket eksikliğinin ne denli önemli olduğunu ortaya koymuştur. Aynı zamanda atletler üzerinde yapılan deneyler antrenman öncesindeki değerlere oranla, antrenman sonrasında kemik yoğunluğunda anlamlı artışlar olduğunu göstermiştir. Düzenli olarak yapılan beden hareketlerinin mineral kayıp sürecini önleme ve gidermede etkili olduğu kabul edilir. Bu programlar kineziterapi (hareket tedavisi) programının olumlu sonuçlarını artırabilir
Alkol ve sigarayı bırakmanın kemik kaybını ve kırıkları önlediği yolunda kesin kanıtlar olmamakla birlikte, bu tür kötü alışkanlıkların beslenme üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle osteoporoz yönünden risk faktörleri olduğu unutulmamalı, bu alışkanlıklar bırakılmalıdır.
Soru
Tırnaklarla ilgili değişiklikler osteoporoz belirtisi olabilir mi?
Cevap
Tırnaklarda beslenme bozukluğuna bağlı değişiklikler görülebilirse de, bunlar tipik osteoporoz işareti değildir. Tırnak iskeletten tümüyle farklı bir dokudur; ama hipertiroidizm gibi iç salgı sisteminden kaynaklanan ya da vitamin yetersizliğine bağlı bazı osteoporoz türleri tırnaklarda bozukluklara neden olduğundan tırnak dokusu yumuşar ve kolayca kırılır.
Soru
Andropozun osteoporozu kolaylaştırıcı etkisi var mıdır?
Cevap
Kadınlarda menopozla östrojen hormonunun eksilmesi osteoporoza yol açtığı gibi, erkekte de erkeklik hormonu eksikliği aşın kalsiyum kaybına neden olabilir. Son zamanlarda bu tip tablolar testosteron hormonu verilere başarıyla tedavi edilmiştir.
Soru
İleri derecede hareketsizlik ostoeporoz nedeni olabilir mi?
Cevap
Evet. Yatalak hastalarda, uzun süre yatağa bağımlı kalan ya da çok hareketsiz bir yaşam sürdüren kişilerde yaşa bağlı olmadan, yani cinsiyet hormonları etkin olduğu halde, ileri derecede yaygın osteoporoz gelişebilir. Kınk ya da başka nedenlerle bir kol ya da bacağın alçıya alınması ya da hareketsiz kılınması da osteoporoza yol açar. Bu durumda yalnızca söz konusu kol ya da bacaktaki kemikleri etkileyen bölgesel osteoporoz görülür. Hareketsizlikten kaynaklanan yaygın ya da bölgesel osteoporoz herhangi bir ilaç tedavisi gerektirmeden, yalnızca egzersiz uygulamasıyla bütünüyle ortadan kalkar.
Soru
Değişik osteoporoz türleri var mıdır?
Cevap
Osteoporozda birçok tablo görülebilirse de, en çok iskeletin tümünü etkileyen biçimleri, Özellikle kadınlarda menopoz sonrasmda ve İleri yaşta ortaya çıkar. Sudeck hastalığı gibi yalnız bir bölgede görülen biçimler; tiroit hastalıkları ya da böbreküstü bezi işlev artışı gibi iç salgı sistemi hastalıklarına bağlı olanlar; şeker hastalığına bağlı olanlar; iskorbüt gibi vitamin yetmezliklerine bağlı olanlar.
Soru
Uzun süreli kortizon tedavisi osteoporoz nedeni olabilir mi?
Cevap
Cushing hastalığında böbreküstü bezinin aşın kortizon hormonu yapması sonucunda osteoporoz gelişmesi gibi, benzer etkili maddelerin (sentetik kortizon) uzun süre verilmesi kemiklerde ağır mineral yitimine neden olabilir ve kendiliğinden kırıklar oluşabilir.