Şeker Hastalığı Asidozu ve Koma
Şeker Hastalığı Asidozu ve Koma
Şeker hastalığının özellikle bazı biçimlerinde ketoz (kanda keton cisimciklerinin oluşması) eğilimi vardır. Keton cisimciklerinin yoğunluğu yükseldiğinde asidoz (kanda asittik düzeyinin yükselmesi) ve organik sıvıların asit-baz dengesi ile su-mineral dengesinde değişiklikler ortaya çıkar, idrarda aseton çıkması ve kandaki keton cisimciklerinin düzeyinin yükselmesi şeker hastalığının tedaviye yanıt vermediğini gösterir; koma Öncesi evreye ilk adımı oluşturur ve şeker komasıyla sonlanabiîir.
Bu durum, insüline bağımlı olan ya da tedavi görmeyen bazı tablolarda kendiliğinden oluşabilirse de, yalnızca kan şekerinin yüksek olduğu ve idrarda şeker bulunan şeker hastalığından asidoz tablosuna geçiş ateşli hastalıklar, cerrahi girişimler, travma gibi bazı özel durumlardan kaynaklanabilir. Bazı temel biyokimyasal veriler elde edilmiş olmasına karşın ketoasidozun (kanda keton cisimciklerinin ve asitliğin artması) kökeni tümüyle aydınlatılamıştir.
eker hastalığında metabolizmada İM patolojik süreç gerçekleşir: Keton cisimlerinin üretimi artar ve yeterince metabolize edilemez. Vücut asidoz geliştikten sonra ketoasitleri nötrleştirmeye ve bunları vücuttan idrar ve solunum yoluyla atmaya çalışır. Bu nedenle idrar ve soluk aseton kokar. Asidoz şiddetlendiğinde vücut solunumla kandaki fazla asiti atmaya çalışacağı için solunum sayısı artar.
Asidoz uzun süre rahatsızlık vermeyebilirse de, kanda keton cisimlerinin birikimi arttığında nötrleştirme mekanizması yetersiz kalır; koma öncesi durum ve koma gelişir. Bu durumu hızlandıran etkenler kusmaya ve alman sıvının azalmasına bağlı sıvı kaybı, idrarla ketoasitleri atabilmek için ketoasitlere bağlanan bazların (sodyum) kaybı, böbreğin işlevindeki değişikliklere bağlı olarak tuz emiliminin azalması, idrar miktarının ileri derecede azalması ve kan azotunun artmasıdır. Bu durum tedavi edilmezse ölüme yol açar; tedavide hastaya alkali (sodyum bikarbonat), bol sıvı ve şekerle birlikle uygun dozda insü-lin verilir.
Şeker hastalığı asidozunda belirtiler keton cisimlerinin doğrudan zehirleyici etkisi ile organ ve dokulann işlevlerindeki değişikliklere bağlı olarak ortaya Çıkan zehirlenmeden kaynaklanır. Başlangıçta görülen belirtiler halsizlik, kaslarda ağn, iştahsızlık, bulantı ve zihinsel uyuşukluktur. Daha sonra uyuklama, baş ağrısı, hareketlerde huzursuzluk, oligüri (idrar miktarının azalması) ve Özellikle solukta duyulan güçlü aseton kokusu, dinlenirken bile hızlı ve derin solunum görülür.
Beslenme düzeni değişmese bile asidoz ve bununla birlikte çıkan ketonun (idrarda keton cisimciklerinin çıkması) biraz dalgalanabilir; kendiliğinden ya da hatalı beslenme, heyecan, aşırı yorgunluklar, enfeksiyon hastalıkları ve cerrahi girişimler sonucunda hızla ağıriaşabilir. Tedavi uygulanmazsa gebelikle belirtiler hızla ağırlaşır ve koma durumu görülür. Uyuşulduk uyuklamaya dönüşür, tansiyon ve vücut ısısının düşmesiyle kalp, dolaşım ve sinir sistemi daha az çalışmaya başlar; solunum derinleşir ve güçleşir, uzun soluk almayı kısa aralar ve kısa soluk vermeyi daha uzun bir ara izler (Kussmaul tipi solunum). Hasta soluk ve yorgundur, nabız hızlı, yumuşak ve sıklıkla düzensizdir. Giderek bilinç bulanır, solunumun yavaşlaması ve vücut ısısının azalması ölümle sonuçlanır. Ölümden önce kimi zaman vücut ısısı yükselir.
Bir zamanlar çok kötü gidişli olan ve ölümün yazgı olarak kabul edildiği şeker hastalığı komasının gidişi insülinin tedavide kullanılmasından sonra tümüyle değişmiştir. Zaman geçirmeden tedaviye başlanırsa, insülin komanın ortadan kalkmasını sağlayabilir.
GİDİŞİ VE KLİNİK BİÇİMLER
Şeker hastalığının gidişi hastalığın ağırlığı ve süresi açısından çok değişkendir; sinsi başlayan ve zamanında fark edilmeyen hastalığın kesin olarak saptanması güçtür. Tedavide insülınin kullanılması metabolizmadaki bozuklukları belirgin ölçüde iyileştirmiş, asidoz (kanda asitlik düzeyinin yükselmesi) tehlikesini azaltmış, böylece yaşam süresini önemli ölçüde uzatmıştır.
Gidişin özellikleri farklı etkenlerle bağlantılıdır; bunların çoğu bilinmemektedir ve yapısal olduğu düşünülmektedir. Bilinen etkenler ya da hastalığın ortaya çıkışına göre çeşitli tipler belirlenmiştir; genç tipi şeker, erişkin tipi şeksi, basit şeker, gizli şeker gibi. Bu sınıflandırma yalnız klinikte genç tipi ve erişkin tipi arasıdaki farkın ve şeker hastalığının düzeylerinin belirlenmesi açısından önem taşır.
• Genç tipi şeker hastalığı – Ani başlar ve hızla ilerler; halsizlik, polidipsi (aşın su içme), polifaji (aşın iştah) ve poliun (idrar miktarında artma), yüksek düzeyde glikozüri (idrarda şeker), negatif azot dengesi, düşük tansiyon, gitgide zayıflama, cinsel güçte azalma, iş kapasitesinde düşme, ağızda aseton kokusu ve ketonüri (idrarda keton cisimciklerinin çıkması) görülür; hastada asidoz eğiliminin yanı sıra seker koması tehlikesi de vardır.
Bu belirtiler süreklidir ve hastanın genel durumunun gün geçtikçe kötüleşmesine neden olur; bu gidişi yalnız insülin tedavisi durdurabilir. Tabloya sıklıkla akciğer veremi eklenebilir ve genel durum daha da bozulur.
Bunlara karşın genç tipi şeker hastalığı zaman zaman iyi gidişli de olabilir. Bu olgularda enerji ve kilo kaybı yoktur; hasta uygun perhiz ve başta insülin olmak üzere ilaç tedavisiyle iyileşebilir.
• Erişkin tipi şeker hastalığı – Başlangıcı çok sinsidir; tipik belirtiler çok geç ortaya çıkabilir.
Poliüri ve polidipsi uzun süre hafif derecede olabilir; genellikle şişmanlarda kilo kaybı fark edilmeyebilir. Bunun gibi, güç kaybı ve iş direncinde azalma da herhangi bir yalanmaya yol açmayabilir. Yaşlılarda cinsel güç ve libidonun azalması, yaşlılık öncesindeki genel düşkünlüğün ilk belirtilerine benzeyebilir.
Bu tabloyla birlikte, ateroskleroz (”damar sertliği) ve yüksek tansiyon gibi damar hastalıkları ile ürisemi (kanda ürik asit artışı), gut ve eklem lezyonları gibi metabolizma bozuklukları da görülebilir. Sıklıkla orta yaş ve üstünde görülen bu rahatsızlıklar genellikle şeker hastalığım maskeler. Pek çok hastada şeker hastalığı başka bir amaçla yapılan idrar tahlilinde glikozüri saptandığında ortaya çıkmıştır.
Hastalığın gidişi genellikle ılımlıdır; ketonüri (idrarda keton cisimciklerinin çıkması) hiç görülmez ya da ender olarak çok geç evrede görülür. Kandaki şeker düzeyi genç tipi şeker hastalığına oranla çok yükselebilir. Kilo kaybı çok yavaştır, hastalık zaman zaman duraklar. Erişkin tipte hastalığın gidişi, ender de olsa, bir anda değişebilir; kimi zaman da ilk günden başlayarak asidoz hızla ilerleyerek komaya doğru gider. Sıklıkla başparmakta kangren görülebilir. Ikİ tip şeker hastalığı arasındaki sabit sınırlar yoktur, hastalığın birçok ara biçimi vardır.
Şeker hastalığıyla birlikte görülen hastalıklar ve komplikasyonlann çok çeşitli olması karmaşık klinik tabloların ortaya çıkmasına yol açar. Örneğin, şeker hastalığının kendine özgü belirtilerine kalp-damar (yüksek tansiyon), böbrek, karaciğer, mide-bağırsak ya da sinir sistemi hastalıklarının belirtileri eklenebilir. Şeker hastalarında ortaya çıkan enfeksiyon hastalıkları da daha ağır gidişli olduğundan ve asidozun ortaya çıkmasını kolaylaştırdığından tehlikeli durumlar yaratabilir. Şeker hastalığının gidişi, uygulanan tedaviden ve hastanın beslenmesinden büyük ölçüde etkilenir.
İNCELEMELER
Kandaki şeker düzeyinin saptanması şeker hastalığının olup olmadığının belirlenmesi açısından en hızlı ve güvenilir yöntemdir.
Poliüri (idrar miktarında artma), polidipsi (aşın su içme), halsizlik ve kilo kaybıyla ortaya çıkan bir klinik tablo karşısında yalnızca kandaki şeker düzeyinin saptanması hekimin tam koymasını sağlar.
Yakınmaların, belirti ve bulguların belirsiz olduğu hatta bulunmadığı olgularda ise, yalnızca kandaki şeker düzeyinin saptanması yeterli değildir ve başka incelemeler gereklidir.
Günümüzde gerek şeker hastalığının tanısı, gerek insülinle ya da kan şekerini düşürücü ilaçlarla tedavi gören şeker hastalarında kan şekeri dengesinin değerlendirilebilmesi için çeşitli incelemeler yapılabilir.
Bu incelemeler iki ana gruba ayrılır.Statik Testler
• Kan şekeri – Kan şekerinin saptanması için toplardamardan; parmak ucu ya da kulakmemesindeki kılcal damarlardan kan alınır. Kılcal damardan kan alma daha az miktarda kan kullanılmasını ve daha hızlı bir değerlendirme sağlar; kılcal damar kanındaki şeker düzeyi, toplardamar kanındakine oranla biraz yüksek (bazal koşullarda yüzde 3-4 mg, şeker yükleme testinde yüzde 30-40 mg), plazmada saptanan kan şekerinden biraz düşüktür.
Şeker hastalarında, sağlıklı bireylerden farklı olarak gün boyunca kan şekerinde dalgalanmalar olabilir; en uygun tedaviyi saptamak için kan şeker düzeyinin dikkatle kontrol edilmesi gerekir.
• Glikozüri (idrarda şeker) – Normal olarak böbrekteki kılcal damar yumaklarında (glomerül) süzülen glikoz, boru-cuklardan hemen tümüyle geri emilir. 24 saatlik idrarda 30-40 mg kadar şeker bulunabilir.
Kan şekeri yüzde 180 mg’yi aştığında idrarda şeker çıkar; bununla birlikte, bu değerin bireyden bireye değişebileceği göz önüne alınmalıdır. Bu nedenle, kan şekeri yüzde 180 mg’nin altında olduğunda da idrarda şeker bulunabilir ya da yaşlılarda olduğu gibi, kan şekerinin yüksek olmasına karşın idrarda şeker bulunmayabilir.
• Ketonüri (idrarda keton cisimciklerinin çıkması) – Normal olarak keton cisimleri (asetasetik asit, betahidroksi-bütirik asit ve aseton) idrarda bulunn-maz. Yağ yıkımının arttığı durumlarda (uzun süren açlık ya da insülin yetmezliği) idrarda görülür.
Piyasada, kan şekeri, glikozun ve ketonürinin hızla saptanması için, evde kolayca kullanılabilen şeritler satılmaktadır.
• İnsülinemi (kan insülin düzeyi) -Kimilerine göre, kandaki insülin düzeyinin saptanması, şeker hastalığının tanısı açısından bir önem taşımaz. Genç tipi şeker hastalığında kan insülin düzeyi çok düşük, oysa erişkin tipinde normal hatta yüksektir. Sağlıklı bireylerde de gerek bazal koşullarda, gerek şeker yüklemesinden sonra, insülin düzeyinde şeker hastalarmdaki değişikliklere benzeyen dalgalanmalar saptanmıştır. Glikoz dayanıklılığı azalan kişiler şeker hastalığına daha fazla eğilim gösterir.
• Peptit-C – İnsülin vücutta proinsülin olarak yapılır; bu molekül daha sonra insülin ve peptit-C’ye ayrılır. Her ikisi de aynı miktarda salınır, yarı ömürleri benzerdir (insülininki biraz daha uzundur); buna karşılık, insülinin büyük bölümü karaciğerde tutulurken, peptit-C idrarla tümüyle atılır. Bu nedenle bu molekülün saptanmasıyla pankreasın beta hücrelerinin salgı gücü kesin olarak değerlendirilebilir. Yalnızca insülin miktarının belirlenmesi kanda insülin karşıtı antikorların bulunduğu durumlarda yanlış değerler vereceğinden, pep-tit-C’nin de belirlenmesi daha Önce insülin tedavisi görenlerde çok önemlidir.
• Glikoziti hemoglobinler – Glikozlu hemoglobin terimi normal insan hemoglobininin glisit köklerine bağlanan fraksiyonlarını belirtir. Klinik açıdan bu fraksiyonların en önemlisi, sağlıklı bireylerde hemoglobinin yaklaşık yüzde 4′ünü oluşturan ve şeker hastalarında 3-4 kat artabilen HbAlc’dır. Glikozlu hemoglobin, kandaki şeker düzeyinin göstergesi olarak kabul edilir; özellikle son araştırmalar bu bileşiğin, testten Önceki son 3-4 haftalık kan şekeri düzeyini yansıtabildiğim göstermektedir.
Kandaki glıKoz düzeyi ve glikozü-riyle (idrarda şeker) birlikte HbAlc düzeyi, şeker hastalarının uzun süreli kontrolünde yararlıdır. Kan şeker düzeyi normale düşürülemeyen şeker hastalarında yüksek glikozlu hemoglobin değeri, kan şekerini düşürücü tedaviden sonra azalmaktadır.
Şeker hastalığının erken tanısında ağızdan yapılan şeker yükleme testiyle birlikte glikozlu hemoglobinin de kullanılması önerilmiştir. Bazı çevrelere göre, bu yöntem yükleme testinin sahte pozitif çıktığı durumlarda (örneğin, hi-perürisemi (kanda ürik asit miktarının artması) alkolizm, kurşun zehirlenmesi, aspirin kullananlar ve patolojik hemoglobinlerin varlığında) yararlıdır.
Dinamik Testler
• Ağızdan şeker yükleme – Ağızdan şeker yükleme testi kandaki şeker düzeyi normal olmayan, buna karşılık klinik belirti vermeyen ya da çok az verenler-; de şeker hastalığı ya da glikoza da\; nıksızlık tanısı koymak için çok kullanılır. Son zamanlarda, kısa zamanda yüksek miktarda şeker alımının normal beslenmeyi yansıtmadığı için, bu testin fizyolojik bir uyan sağlamadığı ileri sürülmüştür. Ağızdan verilen glikoz bağırsaklarda hızla emilir; kullanılmayan glikoz kandaki şeker düzeyim artırır ve buna bağlı olarak insülin salgısını uyarır.
Testin standart uygulama yöntemine göre erişkinlerde, 250-300 cc suda er-tilmiş 75 gr glikoz 5-10 dakikada verilir.
Çocuklarda doz vücut ağırlığının her kg’si için 1,75 mg’dir; gebelerde ise 100 mg ile yükleme önerilir.
Ağızdan şeker yükleme, sağlık: dinlenmiş bireylerde en az 10 saatlik açlık döneminden sonra uygulanmalıdır; bu süre 16 saati geçmemelidir ve kişi birgün önce en az 150 gr karbonhidrat almış olmalıdır. Değerlendirme için glikoz alımından hemen önce, hemen sonra ve ardından iki saat içinde her yarım saatte bir toplardamardan kaz alınır.
Testten önce ve test sırasında sig£ içilmesi ve ilaç alınması sonuçlan belii gin ölçüde değiştirebilir; glikoz daya nıklıhğı azalır. Kandaki şeker düzej 50 yaşından sonra her 10 yılda yaklaşı 10 mg artar.
Testin gebelik sırasında uygulanması önem taşır; şeker hastalannda düşük, ölü doğum, dölütte yapı bozukluğu gibi tehlikelerin sağlıklı kadınlara oranla daha yüksek olduğu bilinmektedir. İdrarında şeker çıkan ya da eski gebeliği sırasında kendiliğinden düşük yapmış ya da dölütte yapı bozuklukları saptanmış gebelerde test yapılmalıdır.
Ağızdan şeker yükleme testi sırasında, sağlıklı bireylerde ve şeker hastası olmayan şişmanlarda insülirı salgılanması hızla yükselir. Genç tipi şeker haftalığı olanlarda yanıt yoktur; oysa eri) kin tipi şeker hastalığında insülin salgılanmasında gecikme olur.
• Toplardamar yoluyla şeker yükleme – Toplardamar yoluyla şeker yüklemeye, öncekine oranla daha ender başvurulur. Ağızdan şeker yükleme testin de bulantı ya da kusma görülebilecek kişilerde, midesi alınmış ya da mide-bağırsak hastalığı olanlarda bu yöntem uygulanır.
Şeker damardan verildiğinde mide ve bağırsaklardaki emilimden, mide-bağırsak enzimlerinden ya da vagus siniriyle ilgili etkenlerden etkilenmez. Hasta ağızdan yükleme testinde olduğu gibi hazırlanır. Test, üç dakika içinde, toplardamara enjeksiyonla yüzde 33′lük eriyikten kilo başına 0,5 gr verilmesine dayanır. Sağlıklı bireyde bunun ardından kan şekeri hemen yükselir, hızla insülin salgılanır. Şeker enjeksiyonundan sonra 3, 10, 20, 30,40,50 ve 60. dakikalarda damardan kan alınarak incelenir. Tolbutamit testi – Tolbutamit ilk keşfedilen sülfanilürelerdendir; pankreasın beta hücrelerindeki insülin salgılanmasını uyarır ve buna bağlı olarak kan şekerinin azalmasını sağlar. Bu test, pankreastaki insülin deposunu değerlendirmek amacıyla kullanılır. Testin uygulanması İçin damar içine yaklaşık 3 dakikada 1 gr tolbutamit enjekte edilir. Kan şekeri ve insülininin saptanması için 3, 5, 20, 30 ve 60. dakikalarda kan alınır. Normal olarak kan şekeri 20. dakikada, 30. dakikadaki kan şekerinden bağımsız olarak bazal değere oranla yüzde 80 azalır; bazal kan şekerine oranla 20. dakikada yüzde 80′den, 30 dakikada yüzde 77′den fazla olursa şeker hastalığı tanısı konabilir. Sağlıklı bireylerde, kandaki insülin düzeyi 3-5 dakikalar arasında en yüksek değerdedir; daha sonra 20 dakika içinde bazal değerlere kadar düşer.
KOMPLİKASYONLAR
Şeker hastalığının akut komplikasyonlarından en tehlikeli olanlar asidoz (kanda asitlik düzeyinin yükselmesi) ve şeker komasıdır. Şeker hastalığı sırasında sıklıkla ortaya çıkan bir akut komplikasyon da, vücudun mikroplara karşı savunmasındaki zayıflamaya bağlı enfeksiyonlardır. Çıbanlar, apseler, bronkopnömoni (bronş-akciğer iltihabı), sepsis (mikrobun kana karışması) ya da verem görülebilir. Vücudun tepki verme yeteneği azalsa da, enfeksiyon uygun ilaçlarla kontrol altına alınabilir; enfeksiyon sırasında vücuttaki insüli-nin etkisine direnç oluştuğundan, o zamana değin tedaviyle çok iyi kontrol edilen şeker hastalığının gidişi bozulabilir ve daha farklı bir tedavi gerekebilir.
Kronik kmoplikasyonlann başmda kan damarlarının ilerleyici bozukluğu (diyabetik anjiyopati) gelir. Daha çok küçük damarlarda, yani arteriyol ve kılcal damarlarda özellikle ağîabaka, böbrek, kalp, beyin ve bacaklarda ayrıca sinirlerde görülür. Şeker hastalığında belirtilerin ciddiyetiyle damar lezyonlan arasında her zaman doğrudan bir ilişki olmadığından, anjiyopati günümüzde de önemli bir sorundur. Şeker hastalığında metabolizmada ortaya çıkan değişiklikler ile şeker anjiyopatisi arasında bir neden ve etki ilişkisi olduğu kesin olarak belirlenmemiştir. Bu iki tablodan birinin ötekinin ortaya çıkmasına neden olabileceği ya da her iki tabloda da kalıtımın rol oynadığı ve bunların tek bir nedenin bir birinden bağımsız sonuçları olduğunu ileri süren görüşler de vardır. Gözde ağtabakada (retina) ortaya çıkan retinopati bazı olgularda körlüğe varabilen ilerleyici görme bozukluklarına yol açabilen ciddi bir komplikasyondur. Şeker hastalığı retinopatisinin tanınması ve gidişinin belirlenmesi için gözdibi muayenesi çok önemlidir. Böbrek damarlarının şeker hastalığına bağlı olarak bozulması Kimmelstiel-Wilson sendromu olarak adlandırılır. Özellikle böbrekteki kılcal damar yumaklan (glomerül) uzun bir süreç boyunca biçimini kaybederek hiyalin yapısında küçük kitlelere dönüşür; bu kitleler kılcal damarların arasında birikerek, kılcal damarların ve böbreğin süzme işlevini bozar. Kılcal damar yumaklarının (glomerül) geçirgenliği aşın derecede arttığından bu madde damardan dışarı çıkar. Kimmelstiel-Wilson send-romunun ilk belirtisi idrarda albüminin çıkmasıdır. Hastalık ilerlerse böbrek yetmezliği ve vücutta ödem oluşmasına neden olan nefrotik sendrom ortaya çıkabilir.Koroner damarlar bozulursa damarlarının çapı azalır; bu da kalp kasının (rniyokart) yeterince beslenmemesine neden olacağından şeker hastalarında miyokart enfarktüsü sık görülür.
Aynı durum beyin damarlan için de söz konusudur; bunun sonucunda trom-boz (pıhtıyla tıkanma) ve beyin kanamaları görülebilir. Bacaklarda daha sık olmak üzere, kol ve bacakları besleyen damarlarda da aynı süreç geçerlidir. Bu durumda kol ya da bacakların uçlarında beslenme bozukluğu, ardından kangren gelişebilir; sinirleri besleyen damarlar da bozulursa miyelit (omurilik iltihabı), nevrit (sinir iltihabı) ya da beyinde belirli bir bölgeyle sınırlı ya da yaygın bozukluklar oluşabilir. Bu bozuklukların ortaya çıkmasında, doğrudan şeker hastalığındaki metabolizma değişikliklerine bağlı bir sinir dokusu hastalığı da rol oynayabilir.
TEDAVİ
Tedavi, hastalığın tipine göre değişir; genç tipi şeker hastalığın da başlıca ilaç insülindir. Pankreas insülin yapmadığından vücudun gereksinimi olan insülin dışardan ilaç olarak verilir. Burada önemli bir noktayı aydınlatmak gerekir. Sağlıklı bir insan da pankreastan salgılanan insülin, alınan şeker miktan ile orantılıdır. Dolayısıyla az ya da çok şeker yemenin herhangi bir tehlikesi yoktur. Oysa şeker hastaları için durum böyle değildir. Şeker hastası her gün belirli miktarda insülin alır; bu da ancak kesin olarak belirli bir miktardaki şekeri metabolize eder. Bu nedenle alınan besin miktan ile dışardan verilen İnsülin arasında kesin bir orantı olmalıdır.
Genellikle, şeker hastalan çok yememeli, tatlılardan ve zararlı olabilecek yiyeceklerden uzak durmalıdır. Öte yandan gerekenden daha az yemeleri de sakıncalıdır. İnsülin alan kişi az miktarda şeker yerse, insülin kandaki seke düzeyini tehlikeli olacak ölçüde düşüre-J rek hipoglisemi (kan şekerinde düşmen krizlerinin ortaya çıkmasına neden olur;} soğuk terleme, titreme ve bilinç bula-j nıklığıyla başlayan bu tablo hipoglıse-j mi komasıyla sonlanabiîir. Şeker hasta-J lan sağlıklarını korumak için, insülaj almanın yanı sıra beslenmelerine dikkat etmek zorundadır.
Erişkin tipi şeker hastalığı genelliklle insülinle tedavi edilmez ya da insülinin yanında başka ilaçlar da kullanılır. Erişkin tipi şeker hastalığının temelinde insülin eksikliği değil, insülinin etüj mekanizmasının engellenmesi yatar. Bu tip hastalarda tedavi perhize dayaıurJ Genellikle yalnızca beslenmeyi düzenleyerek, başka bir tedavi gerekmede*: hastalık belirtilerinin ortadan kalkması sağlanabilir. Bu önlem yeterli olmazsa, ağızdan alınan ve kan şekerini düşürücü ilaçlar da kullanılır. Tedavinin genellikle yaşam boyu sürmesi gerekti-] ğinden bu ilaçların ağızdan alınmaaj önemli bir avantajdır. İnsülin ise protein plduğundan, sindirim sırasında! yapısı bozulur. Bu nedenle ağızdan alınmamalı, iğne ile verilmelidir. Kan şekerini düşürücü ilaçlar başlıca iki grupta toplanabilir: tolbutamit, klorpropamit, glibenklamit git* sülfamitler ve biguanitler. Bu iki grubun etki mekanizmaları farklıdır.Kan şekerini düşüren sülfamitlerle tedavinin ilk yıllarında, ilaçların pankreas üzerindeki uyarılarının pankreas dokusunun tükenmesine yol açacağından korkuluyordu; bilimsel araştırmalar böyle bir sonucun ortaya çıkmadığını gösterdi. Biguanitler ise pankreası değil, doğrudan dokular: etkileyerek şeker kullanımını artırır.
Erişkin tipi şeker hastalığında perhizin yanı sıra ilaçların kullanılması ve gerekirse insülin verilmesi her zaman hastada belirtilerin ortadan kalkmasını sağlar.
Şeker hastalığı ilaçları ve perhize ilişkin daha ayrıntılı bilgi için, “Tedavi Önerileri” cildindeki “Şeker Hastalığı ilaçları” ve “Şeker Hastalığında Perhiz bölümlerine başvurulabilir