BÖBREK YETMEZLİĞİNİN BELİRTİLERİ
KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİNİN BELİRTİLERİ: Kronik böbrek yetmezliğinin ilk belirtisi “Polidipsi” (çok su içme) “Poliüri” (çok idrar çıkarma) ve “Noktüri” (gece idrara çıkma) biçiminde olabilir. Halsizük, yorgunluk, baş ağrısı, iştahsızlık, özellikle sabah saatlerinde ortaya çıkan mide bulantısı, kusma, uykusuzluk, hafif bir nefes darlığı, ağızda kötü bir tad, inatçı hıçkırıklar, solukluk, göz fırlaklığı (egzoftalmi), görme bozuklukları, bilinç bozuklukları gibi belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Kronik böbrek yetmezliğinin kendisi, kalp yetmezliği yaratan bir etken olmamakla birlikte, kronik böbrek yetmezliği vakalarında yüksek tansiyon (hipertansiyon) ve kalp yetmezliğine oldukça sık rastlanmaktadır.
Hastalarda öâem gelişebilmektedir. Bunun nedeni daha çok kalp yetmezliğidir ya da kan proteinlerinin azalmasıdır (hipoprotei-nemi) ya da her ikisidir. Kalp yetmezliğine bağlı olarak akciğerlerde ödem gelişmekte, bu da nefes darlığına (dispne) neden olabilmektedir. Kronik böbrek yetmezliğinin bir döneminde kesinlikle yüksek tansiyon (hipertansiyon) gelişir. Böbrek yetmezliğinin ağırlaşmasıyla birlikte, vücutta daha fazla tuz tutuluyor olması yüksek tansiyon yaratan asıl etkendir. Eğer hasta baş ağrıları, kalp yetmezliği ve gözde de yüksek tansiyona bağlı retina bozuklukları gelişmişse , yüksek tansiyonun tedavi edilmesi gerekmektedir.
Kronik böbrek yetmezliğinde anemi (alyuvarlarda sayıca azalma) hemen hemen kuraldır. Aneminin ağırlık derecesi ise kanda biriken üre ile doğru orantılıdır. Üremik hastalarda (üremi = kanda aşırı miktarda üre birikmesi), kronik böbrek yetmezliğinin seyri sırasında kanda pıhtılaşma bozuklukları da gelişmekte ve bu hastaların kanamaya eğilimleri artmaktadır. Kronik böbrek yetmezliği hastalarında üremi geliştikçe, burun kanamalarına, deri dokusu içine kanamalara (deride kendiliğinden gelişen morartılar biçiminde belirirler) daha sık rastlanmaktadır. Yapılan incelemelerde bu hastaların kanama ve pıhtılaşma zamanlarının normal olduğu görülmüştür. Bu bulguya göre, hastalardaki kanama eğiliminin asıl sorumlusunun kılcal damarlardaki bozukluklar olduğu düşünülmektedir.
İştahsızlık, sabah bulantıları, kusma, ağız içi, mide ve bağırsak ülserleri Özellikle kanlı ishaller üreminin ciddi boyutlara ulaşmış olduğu hastalarda sık rastlanan belirtilerdir. Ağız içi ülserlerinin, ağızda kötü tadı, mide bağırsak ülserlerinin nedeni, buralara ulaşmış olan ürenin amonyağa parçalanıp bu amonyağın da dokuları bozmasıdır. Bulantı ve kusmanın önlenmesi, vücudun sıvı-asit-sodyum dengesinin düzeltilmesiyle gerçekleşir. Bu belirtiler hastanın dialize alınması ile belirgin bir biçimde düzelmektedir. Kronik böbrek yetmezliğinde, deri dokusuna kalsiyum birikmektedir. Bu durum ise şiddetli kaşıntılara neden olmaktadır. Kalsiyumun deride birikmesinin nedeni kronik böbrek yetmezliğinde gelişen parat hormon fazlalığıdır. Bu gibi vakalarda günlük banyolar, bazen kaşıntının azalmasını sağlayabilmektedir.
Parat hormonun salgılandığı paratiroit bezlerinin çıkartılması ise, bir diğer tedavi yöntemidir. Kronik böbrek yetmezliğinde vücutta karoten benzeri bir madde birikmektedir, bu da deriye soluk-san bir renk kazandırmaktadır. Derinin soluk renginden sorumlu olan diğer etken de anemidir (alyuvarlardaki sayıca azalma).
Kronik böbrek yetmezliğinde vücutta fazla miktarda biriken üre, ter bezlerine oradan da tere karışır. Bu durumda kronik böbrek yetmezliği hastalarının teri, idrar gibi kötü kokar. Uyku hali ve komaya kadar gidebilen bilinç bozuklukları ağır üremi vakalarında hemen hemen kural gibidir. Kanın sodyum miktarındaki azalma (hiponatermi), vücut asitliğinin artması (asidoz) ve vücut suyunun azalması (dehidratas-yon) komayı yaratan nedenlerdendir. Hiponatremi ve dehidratasyon kas kramplarına da neden olabilmektedir. Uzun süre üremiden yakman hastaların sinir liflerinde, “Miyelin kılıfı” bozulabilir. Bu durumda sinir liflerinin sinirsel uyarıları iletme zamanı uzamış bulunur. Kaslarda güçsüzlük, zayıflık gelişir. Üremili hastalarda akyuvarların sayısı normaldir. Fakat akyuvarların mikroplarla savaşmakta, kalite bakımından yetersiz kaldıkları görülür. Yani akyuvarların sayısı değil, işlevi bozulmuştur. Mikropları yutma (fogositoz) ve öldürme güçleri azalmıştır. Bu durumda hastaların mikrobik hastalıklara (infeksiyonlara) karşı dirençleri azalmaktadır.