ZATÜRRE

ZATÜRREE: Pnömoni adıyla da tanınan zatürree, hava keseciklerinin (alveol) kılcal da­marlardan sızan sıvıyla dolması sonucu oltaya çıkan, daha sonra pıhtılaşan bu sıvının etkilediği bölgenin süngersi ya­pısını yitirip seıtleşmesiyle gelişen bir akciğer iltihabıdır. İltihaplanma akciğe­rin bir lobunu bütünüyle ya da kısmen kaplayabi lir. Lezde bronkoskopi sırasında alınan bronş salgısının incelenmesiyle etken bakteri ya da bakteriler saptanarak gerekli te­davi uygulanabilir. Ama hastalığa ne­den olabilecek birçok bakterinin insan­da hastalık ortaya çıkmadan önce çü­rükçül (saprofit) olarak, yani hastalığa yol açmadan yaşadığı da unutulmama­lıdır. Bu nedenle zatürreenin vücuda direnç sağlayan sistemlerin zayıflama­sının bir rüse bağlı enfeksiyonları, aşırı soğu­ğun etkisi, alkol zehirlenmesi, yetersiz beslenme ve ruhsal çöküntü (depres­yon) gibi nedenlerle zayıflayabilir.Solunum yollarında enfeksiyonlara karşı savunma sistemleri vardır. Gırtla­ğı aşan enfeksiyon etkenleri akciğerlere doğru ilerlerken öksürükle uzaklaştırıl­maya çalışılır. Ayrıca solunum yolların­daki epitel hücrelerinin sürekli titreşen yonlar bronşiyollerı de kapsayan yay­gın odaklar biçiminde görülürse hasta­lık bronş-akciğer iltihabı (bronkopnö-moni) olarak adlandırılır.Zatürreenin başlıca etkeni bakteri­ler, daha seyrek olarak da virüs ve man­tarlardır


BAKTERİ KÖKENLİ ZATÜRREE

Akciğerlerde iltihaplanma sürecine yol açan başlıca bakteriler pnömokok, Klebsıella pneumomae, streptokok ve stafilokoklardır. Balgamın, özellikle rur. Gene de bakteriler hava kesecikle­rine ulaştığında, çoğalmaları için pek uygun olmayan nemli bir ortamla karşı­laşır. Ayrıca fagositoz denen bir süreç içinde bakterileri ve yabancı parçacık­ları yok eden makrofaj adlı hücreler de akciğer ortamında bakterilerin çoğal­masını güçleştirir. Çeşitli koşullara bağ­lı olarak bu savunma dengeleri bozul­duğunda, zatürree başlayarak ilerleye­bilir.


Bazı kişilerin zatürreeye yatkınlığı olduğu söylenebilir. Kolayca, hatta ya­şam boyu 10-20 kez zatürreeye yakalamlabilmesi bu tür bir yatkınlığa bağlan­maktadır. Zatürreeye erkekler kadınlara göre daha kolay yakalanırlar. Siyah ırktan kişiler hastalığa karşı daha duyarlı­dır.



Görülme Sıklığı

Zatürree ve bronkopnömoni gibi akci­ğer enfeksiyonları, özellikle kış ayla­rında oldukça sık görülür. Bu hastalık­lar antibiyotik kullanımına karşın önemlerini korumakta ve ölüme yol açabilmektedir. Zatürreeye her yaşta yakalanmak olasıdır. Ama hastalık bir yaşın altındaki çocuklarda ve yaşlılar­da daha çok görülür ve ağır seyreder. Özellikle kentlerde ve soğuk mevsim­lerde, gelir düzeyi düşük kesimlerde daha yaygındır.


Belirtileri

Hastalık genellikle birden başlayıp hız­la ilerler. Sabah yatağından kalktığında bütünüyle sağlıklı görünen bir kişi bir­kaç saat geçmeden kendini kötü hisset­meye başlayabilir. Daha sonra vücut sıcaklığı yükselir ve ürperme görülür. Hasta sağlığının bozulduğunu ve ateşi­nin yükseldiğini fark ederek dinlenme isteği duyar. Ateş birkaç saat içinde 39°C-40°C’ye değin yükselir, ürperme-ler giderek artar. Son derece bitkin ve yorgun olan hasta, akciğerin hastalığa tutulan lobuna bağlı olarak yeri deği­şen güçlü bir ağrı duyar. Genellikle ön­de meme bölgesi, arkada ise kürek ke­miğinin ucunda duyulan ağrı, solunum hareketlerine ve öksürüğe bağlı olarak şiddetlenir.Akciğerlerde ağrıya duyarlı duyu sinirleri bulunmaz. Ağrıyı başlatan et­ken iltihaplanma sürecinin hızla akci­ğer zarına yayılması ve fibrinli (kuru) akciğer zarı iltihabının ortaya çıkması­dır. Özellikle akciğer zarının dış kat­manı yoğun duyu lifleri taşır ve en kü­çük zedelenmeye karşı ağrı yanıtı ve­rir. Böylece solunum sırasında ağrının keskinleşmesi kolayca anlaşılabilir. Akciğerin her genişlemesinde akciğer zarının iki katmanı birbiriyle sürtünme sonucunda Örselenir, bu da sinir iletimi yoluyla ağrı olarak algılanır.


Aynı süreç hastanın kuru ve hırıltılı öksürükten yakınmasına yol açar. Has­talığın değişmez belirtisi olan kuru ve hırıltılı öksürük, bronş, soluk borusu ve gırtlak mukozasının mekanik uyarı­ya verdiği yanıt biçimidir. Zatürreede uyan, bazen kan şeritleri de içeren ve az miktardaki tükürükle çıkarılan bal­gam kütlesinden oluşur. Hasta yatakta ağrıyı önlemek ya da en aza indirmek için iltihaplı akciğer lobunun bulundu­ğu yana doğru yatar.


Akciğerdeki iltihabın yaygınlığına göre az ya da çok şiddetli bir solunum güçlüğü görülür. Su içme gereksinimi duyulsa bile iştah kesilmiştir. Bunlar birkaç saat içinde birbiri ardına ortaya çıkan ilk belirtilerdir.Hastalığın akciğerlerdeki gelişme süreci izlenirse, Önce hava kesecikleri­nin sıvıyla dolduğu görülür. Gaz alış­verişinin gerçekleştiği hava kesecikleri duvarında yoğun bir kılcal damar ağı vardır. Küçük atardamarlar ile toplar­damarları birleştiren son derece ince çaplı kılcal damarlardan sızan sıvı ve alyuvarlar hava keseciklerinde toplan­maya başlar. Bu, hastalığın ilk evresi, yani dolma dönemidir. Damarlardan sızan sıvıyla dolmuş keseciklere artık hava giremez. Oksijen-karbon dioksit alışverişinin gerçekleştiği yüzey gide­rek azalır. Sonuçta solunum güçlüğü ve vücudun oksijen gereksinimini kar­şılamak için daha sık soluma çabası gi­bi belirtiler ortaya çıkar. Hastalığın ilk gününde görülen bu belirtiler hastayı hekime başvurmaya zorlar. Tanı kon­duktan sonra hastalığın ilerlemesini önleyecek uygun antibiyotik tedavisi­ne başlanır.


İlk günün gecesinde ve er­tesi gün yakınmaları süren hasta rahat biçimde yalamaz. Bazen şiddetli baş ağrısı ve yüksek ateş nedeniyle dalgmlık ve algılama bozuklukları görülebi­lir. Yakınlarında korku uyandırabile­cek bu tür belirtiler geçicidir. Hasta alt ya da üst dudağında küçük bir şişlik duyumsayabilir..Kısa sürede kırmızıla-şan, ardından içi sıvı dolu kabarcıklara dönüşen ve birkaç günde kabuk bağla­dıktan sonra iz bırakmadan kaybolan bu lezyon dudakta oluşan bir uçuktur. Herpes simplex virüsü vücut direnci­nin kırılmasından yararlanarak uçuğa yol açar. Hastalığın ikinci ve üçüncü günlerinde iştahsızlık, aşın susama, kuru ve beyaz dil, miktarı azalmış ve bekletildiğinde açık renk tortu bırakan idrar gibi belirtiler de görülür.

Dolma döneminin ardından öksü­rükle çıkarılan balgam kırmızımsı bir renk alır. Bu durum akciğerlerde dol­ma döneminden, kırmızı karaciğerleş-me (hepatizasyon) dönemine geçildiği­nin bir göstergesidir. Hastalığın geliş­tiği akciğer bölgesindeki sıvı ve alyu­varlarla dolan hava keseciklerinde iler­leyen pıhtılaşma sonucu ağsı yapıda fibrin kütlesi oluşurken, fibrin lifleri arasında alyuvarlar gruplaşır.


Hastalık­lı bölgenin karaciğere benzer bir görü­nüm alması nedeniyle zatürreenin bu evresi “karaciğerleşme” ya da “hepati­zasyon” dönemi olarak adlandırılır.Hava keseciklerinde bulunan alyu­varlarla karışan bronş mukozası salgısı tükürükle dışarı atılır. Bu da balgama paslı ya da kırmızımsı bir renk verir. Ortaya çıkan bu belirtiler tedavide an­tibiyotikler ve öbür ilaçlar kullanılma­dan önce hastalığın 4-6. günlerinde gö­rülüyordu. Ateş hastalığın değişmez belirtisiydi. Daha sonra fibrin lifleri arasındaki alyuvarların yerini akyuvar­lar alıyor ve akciğer dokusunun renk de-ğiştirmesiyle “gri karaciğerleşme” döne­mi başlıyordu.


Ateş 7-9. günlerde şid­detli terlemeyle birlikte düşüyor ve iyi­leşme dönemine giriliyordu. Bu dönem­de hava keseciklerinde katılaşmış mad­deler çözülmekte, bunların bir bölümü öksürükle atılırken, kalan bölümü kana geri emilmekteydi.

Günümüzde antibiyotik tedavisiyle hastalığın gelişimi bir noktada durdu­rulup hızla iyileşme sağlandığından zatürreenin yukarıda açıklanan tipik gidişine pek rastlanmaz. Ama değiş­ken gidişli ve daha sessiz biçimler gö­rülebilir. Özellikle yaşlılarda ve alko­liklerde kronik zatürree biçimlerine rastlanır. Bunlar hafif ateş ile belirgin nefes darlığı dışında pek belirti ver­mez ve antibiyotiklere dirençlidir. Alı­şılmadık zatürree biçimlerinin nedeni mikroplara karşı oluşan savunma yanı­tının azalmasıdır. Hastalık etkeni mik­roorganizmalar bütünüyle yıkıma uğratılamadığmdan, sessiz başla­yan iltihaplanma kalıcı bir hal alır ve giderek vücudu daha çok yıpratır.


Tanı

Zatürree ve bronkopnömoni (bronş-akciğer iltihabı) tanısı yukarıda sırala­nan belirtilerin yanı sıra göğüs filmle­rinde akciğerin bir lobunu ya da akciğe­rin kenarları belirsiz, silik bir bölümü­nü etkileyen yoğunlaşma alanlarının görülmesine dayanır. Bunlardan ilki za­türreenin, ikincisi bronkopnömoninin göstergesidir. Hastalık etkeni olan mik­robu saptamak amacıyla balgam kültü­rü yapılmalıdır. Ama hastalığın şiddetli gidişi, tedavi öncesinde inceleme sonu­cunu bekleyecek zaman bırakmayabilir. Bu nedenle tedaviye balgam inceleme­sinin sonucu alınmadan başlanır, daha sonra elde edilen veriler doğrultusunda tedavi değiştirilir. Bu sırada göğüs filmleri çekilerek, tedavinin etkisi de­ğerlendirilebilir.


Tedavi

Pnömokok kökenli zatürreenin tedavi ilkeleri hastalığın şiddetine bağlıdır ve bir yandan hastalık etkenini, öte yandan da ağır işlev bozukluklarını gidermeye yöneliktir. En çok kullanılan ilaç peni­silindir.

Olguların büyük bir bölümünde has­talık etkeninin yapısı belli değildir; en azından tedaviye başlarken saptanma­mıştır. Bu nedenle etki alam geniş, yan sentetik penisilinlerden biri ile tedaviye başlanması doğru olur.

Bazı genel önlemler hastanın evin­de de alınabilir. Ama zatürree yaşamı tehlikeye sokacak ölçüde ağırlaştığmda, hasta zaman yitirilmeden hastane­ye kaldırılmalıdır. Zatürreeli hasta aşı­rı terlediğinden, su kaybını karşılaya­cak ölçüde sıvı alınması, bu arada elektrolit dengesinin de korunması ge­rekir. Başlangıçta iştahsızlık nedeniyle sıvı ağırlıklı olan beslenme, genel du­rum iyileştikçe normale döndürülür. Hastalık karmaşık ve uzun bir gidiş gösterirse, hastayı bol vitaminli, yük­sek kalorili besinlerle güçlendirmek gerekir. Öksürük, hastayı çok rahatsız edici ölçüde artarsa öksürük giderici ilaçlarla denetlenebilir.

Zatürreenin ağır biçimlerinde, akut enfeksiyonun kronik bir akciğer hastalı­ğına eklenerek solunum bozukluklarını artırdığı görülürse oksijen verilebilir. Oksijenin etkili bir biçimde veril­mesi lastik maske kullanılarak sağlanır. Ama maske kullanı­mı hastaya aşın ölçüde rahatsizlik veriyorsa burun kateteri ya da ok­sijen çadırından yararlanılabilir. Tedavi süresi doğal olarak hastalığın gidişine bağlı olmakla birlikte, antibiyotikler en az 8 gün boyunca ya da hastalık bir haf­tadan fazla sürerse, ateş düştükten 2-3 gün sonrasına değin verilmelidir.


Ateşin yüksek olduğu dönemde bi­linç bulanıklığı ortaya çıkabileceği için hastayı yalnız bırakmamak gerekir.

Zatürreeye karşı etkili bir koruyucu önlem yoktur. Yalnızca nemli ortamlar­dan ve ani ısı değişikliklerinden kaçın­mak gerekir.


BAKTERÎ KÖKENLİ BRONKOPNÖMONİ

Bir ya da daha çok mikrobun etken ol­duğu akut solunum sistemi iltihapların­dan olan bakteri kökenli bronkopnömo-nide (bronş-akciğer iltihabı) hava kese­ciklerinin yanı sıra bronşlar da hastalık­tan etkilenmiştir. Akciğere yayılmış de­ğişik boyutlarda çok sayıda iltihap oda­ğı görülür. Genel olarak bronşlar, hava keseciklerinden Önce iltihaplanır.


Hastalık etkenleri, bakteri kökenli zatürree etkenleriyle aynıdır.

Bronkopnömoni genellikle kıza­mık, boğmaca, grip, difteri, suçiçeği, tifo ve çeşitli bakteri enfeksiyonları ya da vücudu aşırı ölçüde zayıf düşüren hastalıkların seyri sırasında ortaya çı­kar. Belirtiler ve tedavisi de zatürreedekine benzer. Ama yaşlı ve vücut di­renci zayıf hastalarda tedavi daha zorlaşır.


VIRUS KÖKENLİ ZATÜRREE

Virüs kökenli zatürree çeşitli virüs gruplarının etken olduğu hastalıklardır. Belirtileri bakteri kökenli zatürreedeki-ne benzer. Bir komplikasyona bağlı olan virüs kökenli zatürreeye ender rastlanır. Hastalığın klinik belirtileri özellikle burun mukozası, yutak ve gırt­lak gibi üst solunum yollarında ortaya çıkarak öbür belirtileri bastırabilir. Kı­zamık, kızamıkçık, suçiçeği gibi iyi bi­linen virüs kökenli hastalıklar ender olarak zatürreeye neden olabilir. Ama bu tür hastalıklar sırasında ortaya çıkan zatürreenin etkeni çoğu zaman virüs de­ğil, vücut direncinin zayıflamasını fır­sat bilen bakterilerdir.


Nedenleri

Hastalık etkeni virüsler çeşitli gruplar­dan olabilir. En sık görülenler miksovi-rüs grubundan grip virüsü, paramiksovirüs grubundan krup etkeni de olan parainfluenza, bazı rinovirüs, enterovirüs ve adenovirüs tipleridir.

Görülme Sıklığı

Virüs kökenli zatürreeler dünyanın her yerinde görülür. Virüsler hastalığın yer yer ya da yaygın salgınlar biçiminde or­taya çıkmasına neden olabilir. Bazen çok yaygın salgınlara dönüşebilen grip enfeksiyonlarında grip virüsünün, olgu­ların ortalama yüzde l’i oranında akci­ğere yerleştiği görülür. Ama “İspanyol gribi” adı verilen 1918′deki pandemide (dünya ölçeğinde salgın) akciğere yer­leşme oranı yüzde 30′a çıkmış ve ölüm oranı çok yükselmiştir.

Virüs kökenli zatürreeler her mev­simde ortaya çıkabilir; kış aylarında ise daha sık görülür.

Her yaştan kişilerde görülmesine karşın gençlerde daha sık rastlanır. Görülme sıklığı cins ya da ırk temelinde önemli farklılık göstermez

Nasıl Bulaşır?

Öbür virüs kökenli solunum sistemi hastalıklarında olduğu gibi, hastalığın sağlıklı kişilere bulaşması, Öksürük, aksırık ya da hasta kişilerin konuşması sırasında havaya yayıtan damlacıkların doğrudan solunması yoluyla gerçekle­şir. Bulaşmanın bu biçimi özellikle okul ya da kışla gibi toplu yaşanan yer­lerde virüs kökenli bronkopnömoni salgınlarına yol açar. Aynı kişi değişik virüslerin etkisiyle birkaç kez zatürree olabilir.

Virüs enfeksiyonunun hazırladığı uygun ortamda pnömokok, stafilokok ve streptokok gibi bakterilere bağlı en­feksiyonlar gelişebilir . (süperenfeksi-yon). Bu tür zatürreelerde ilk enfeksi­yon etkeni özellikle grip ve parainfluenza virüsüdür.

Virüs kökenli zatürreelerin kuluçka dönemi virüsün tipine bağlı olarak iki hafta dolayında değişebilir. Bu dönem virüsün vücuda girmesiyle, hastalığın klinik belirtilerinin başlaması arasında geçen süredir.

Belirtileri

Başlangıç genellikle gribe benzer. Ama belirtiler çoğu zaman basit bir grip en-feksiyonundakinden daha şiddetlidir. Hastada belirgin bir kırıklık görülür. Genel durumun kötüleşmesi çoğu za­man hastalığa eşlik eden soğuk algınlı­ğı, farenjit ve anjin gibi üst solunum yolu hastalıklarına bağlanır.


Genel olarak klinik tablo hızla ve giderek ağırlaşır. İştahsızlık, yorgun­luk ve isteksizlik görülür. Boğmacaya benzeyen nöbetlerle seyreden inatçı ve hırıltılı bir Öksürük başlar. Küçük bronş dallarının duvarlarına yapışan az miktardaki salgıyı öksürükle atmadaki güçlük nedeniyle hastada derin bir hal­sizlik ve güçsüzlük ortaya çıkar. Salgı çıkarıldığında, İçinde genellikle parlak kırmızı renkte ve çizgi biçiminde kan görülür. Çoğu zaman bakteri kökenli zatürreeden farklı olarak gerçek bir so­lunum güçlüğü yoktur. Akciğer dolaşı­mına giren kanın yeterli oksijen ala­mamasına bağlı olarak dudak ve ya­nakların tipik morumsu bir renk alma­sı da görülmez. Tam tersine, yüzde be­lirgin bir solgunluk dikkat çeker.


Hastalığın başlangıcında da yüksek olan ateş hızla daha da yükselir ve 39°C-40°C’ye ulaşır. Geleneksel elle muayene ve dinleme yöntemleriyle gö­ğüste akciğer hastalığına özgü fazla bir belirtiye rastlanmaz. Ama hasta ök-sürdüğünde göğsün bazı bölgelerinde “çıtırtı” sesi duyabilir. Bu sesler salgı birikiminin hava kasecikleri ve bronşi-yollerde artması, ayrıca bronş duvarla­rına kuvvetle yapışarak bronşları da­raltmasına bağlı olarak gelişir. Balgam kütlesi ancak derin soluk alma sırasın­da bronş duvarından ayrılabilir.

Virüs kökenli zatürree belirtilerinin olgudan olguya çok değiştiği de unu­tulmamalıdır. Belirtiler özellikle yaşlı­larda, çocuklarda ve gebe kadınlarda ağırdır. Ateş yükselmiş ve genel du­rum kötüleşmiştir. Ama belirtilerin az olduğu, hatta hiç görülmediği olgular da vardır. Bu olgularda tanı ancak ak­ciğer filmi ile konabilir.


Komplikasyonlar

Ağır olgularda komplikasyonlara sık rastlanır. Bu komplikasyonlar özellikle bronş dallanmaları boyunca virüs enfek­siyonuna eklenen bakteri kökenli enfek­siyonlara bağlıdır. Başlıca komplikas­yonlar arasında kuru, sıvıfibrirüi (eksüdah) ya da irinli olabilen akciğer zan il­tihabı, akciğer apseleri, genellikle eksüdah perikardit (kalp dış zan iltihabı), menenjit (beyin zan iltihabı) ensefalit (beyin iltihabı) ve meningo-ensefalit (beyin-beyin zan iltihabı) gibi merkez sinir sistemi bozukluklan sayılabilir.

Tanı

Virüs kökenli zatürree tanısı yukanda-ki belirtilerin ortaya çıkması, antibiyo­tik ve öbür ilaçlara dayanan tedavinin etkisiz kalması, özellikle nötrofil türü akyuvarların bakteri kökenli zatürree-dekinden farklı olarak azaldığının sap­tanmasıyla konabilir. Akciğer filmleri her zaman gereklidir; bunlar genellikle tanıyı kesinleştirmede belirleyici bir rol oynar.

Bazı olgularda, akciğer dokusunda saçılmış dan tanecikleri gibi nodüller görülür ve akciğer göbeğindeki (hilus) lenf düğümleri de hastalıktan etkilenir. Bu biçimiyle virüs kökenli zatürreeyi, benzer belirtiler veren akciğer vere­minden ayırt etmek güçleşebilir.

Virüs kökenli biçimlerin bir başka özelliği de akciğer filmindeki belirgin bulgular ile klinik belirtilerin hafifliği arasındaki uyumsuzluktur. Bu nedenle akciğer filmlerinin yalnızca yol göste­rici bir değeri vardır. Zatürreenin ke­sin olarak virüsten kaynaklandığı, an­cak uygun araçlarla donatılmış labora-tuvarlarda uzman virologlar tarafından söylenebilir. Yapılan incelemelerde vücudun hastalık etkeni olan virüse karşı ürettiği özgün antikor düzeyi saptanırken hastalığa neden olan virü­sün yalıtılıp tanımlanması da sağlanır. Ama bu incelemelerin tamamlanması için haftalann geçmesi gerekir. Bu da sonuçlann uygulamadan çok kurumsal bir değer taşımasına neden olur.

Tedavi

Günümüzde etkili ve güvenilir virüs öl­dürücü ilaçlar henüz bulunamadığın­dan, virüs kökenli zatürree vücudun kendi savunma sistemleriyle karşı ko­yup yenmesi gereken bir hastalıktır. Antibiyotikler ancak ortaya çıkan sü-perenfeksiyonlann tedavisine yönelik­tir. Doğrudan tedavi olanakları son de­rece sınırlı olmakla birlikte virüs köken­li zatürreenin gidişi genellikle iyidir.

Mikoplazma Kökenli Enfeksiyonlar 19. yüzyılın sonlarına doğru, sığırlarda-ki zatürreeye benzer bir enfeksiyon has­talığı üzerinde yürütülen çalışmalarda bu hayvanların akciğer zan sıvısında güçlükle ayırt edilebilen çok küçük mikroorganizmalar saptandı ve bunların hastalık etkeni olduğu kabul edildi. Da­ha sonra bu etkenin ineklerde görülen birçok bulaşıcı hastalıktan sorumlu ol­duğu ortaya çıkarıldı. Sonunda bu mik­roorganizmalara mikoplazma adı veril­di. Gevişgetiren hayvanların, etçillerin ve kemiricilerin asalağı olan mikoplazmaların insanda çürükçül (saprofit) ola­rak yaşayan türleri de vardır.

Mıkoplazmalarrn hayvan hastalıkla-nndaki etkisi uzun süredir biliniyordu. İnsan hastalıklanndaki rolü ise daha son­ra anlaşılmıştır. 1930-40 arasında özgül bir gidiş gösteren birçok zatürree olgusu saptandı. Bu olgularda etkenin önce vi­rüs olduğuna karar verildi. Ama 1962′de bir mikoplazmanm (Mycoplasma pneu-moniae) etken olduğu belirlendi.

Mikoplazmalar bilinen en küçük ya-pılı bakteriler arasında yer alır. Boyutla­rı milimetrenin milyonda 300-800′ü ka­dardır. Elektron mikroskopundaki görü­nümleri ve penisilin ya da sülfamitlere karşı dirençleri yüzünden virüslere ben­zemekle birlikte bakteri özellikleri ağır basar.

Mikoplazmalann etken olduğu, iyi bilinen en önemli hastalık, birincil ati-pik zatürreedir. Bu hastalık klinik ve radyolojik olarak virüs kökenli zatürre­eden ayırt edilemez. Bazen bakteri kö­kenli zatürreeye de çok benzeyebilir, hatta bu iki enfeksiyon birlikte buluna­bilir. Bu durumda hastalık çok ağır sey­reder. Mikoplazma zatürreesi temel ola­rak klinik belirtilerin azlığı ve yetersiz­liği ile akciğer filmindeki ağır tablo ara­sında keskin bir çelişki taşıyan zatürree tipleri arasında yer alır.


Hastalığın kuluçka dönemi genellik­le 1-3 hafta arasında değişir. Belirtiler çoğu zaman ani başlar. Baş ağrısı, ge­nel kırıklık, iştahsızlık, Öksürük, ürper-me ve yüksek ateş görülür. Öksürük ön­ce kuru, daha sonra da sarımsı renkte balgam ile birlikte ortaya çıkar. Hekim akciğerlerin tabanında hırıltılı soluma sesi (rai) duyabilir. Ama kesin tanı ak­ciğer filmi İle konur.

Bakteri kökenli zatürreede kanda nötrofil ve öbür akyuvarlar artar. Mi­koplazma kökenli zatürreede ise virüs kökenli zatürreedeki gibi akyuvar düze­yi normaldir. Mikoplazma kökenli za­türree genellikle iyi bir gelişme süreci izler. Belirtiler bir hafta içinde iyileşir. Muayenede birkaç hafta rai duyulabilir. Goğus filmlerindeki görünüm çok kısa bir sürede düzelir. Mycoplasma pneu-moniae, hafif belirtilerle ortaya çıkan soluk borusu ve üst solunum yolu en­feksiyonlarına da yol açabilir.


Mikoplazmalann solunum sistemi dışında gelişen hastalıklarla olan ilişki­si kesin biçimde kanıtlanamamıştır. Ama Mycoplasma fermenîans, Mycoplasma hominis 1 ve 2 gibi bazı miko­plazmalar erkek ve kadınların idrar yol­ları ile üreme organlarında belirlenmiş, kemik-eklem, mide-bağırsak, beyin-omurilik sıvısı gibi çeşitli organ ve sis­temleri ilgilendiren hastalıklarda gene bu gruptan bir ya da birkaç türe rastlan­mıştır. Mycoplasma orale, Mycoplasma fermentans, Mycoplasma hominis gibi türlere kan kanseri (lösemi) ve tümör hastalarının kemik iliklerinde rastlan­ması, yapılan araştırmaların bir başka ilginç sonucudur.


Mikoplazma tanısı koyabilmek için, yapılacak laboratuvar inceleme­siyle bir mikoplazma türünün yalıtılıp tanımlanması ve hastanın serumunda mikroba karşı oluşmuş özgün antikor­ların, hastalığın başındaki değere oran­la en az 4 kat arttığının kanıtlanması gerekir. Ayrıca mikoplazmalara karşı üretilen değişik antikor tiplerinin sap­tanmasını sağlayan serum testleri de geliştirilmiştir.Mikoplazma enfeksiyonlarının, özel­likle de en ağır belirtilere yol açan mi­koplazma zatürreesinin tedavisi tetrasiklin ve eritromisin gibi bazı antibiyotik­lerle yapılır. Bakterinin hücre duvarında bazı temel yapı maddelerinin bireşimlenmesini engelleyerek etkisini gösteren penisilin, esnek hücre zarları dışında bir hücre duvarı bulunmayan mikoplazmalan yok edemez.