PARANEOPLASTİK SENDROMLAR
“Paraneoplastik sendrom” terimi, tümörle birlikte ortaya çıkan, tümör ve metastaz yerlerinden uzakta görülen değişik belirtileri tanımlar. Paraneoplastik sendromlan tümör ya da metastazlarla îlişkilendirmek güç olabilir.
GÖRÜLME SIKLIĞI
Tanıma güçlüğü ve belirtilerin altta yatan hastalık tarafından maskelenmesi nedeniyle paraneoplastik sendromlann sıklığını değerlendirmek güçtür. Kanserli hastaların yüzde 20-50’sinde paraneoplastik sendromun geliştiği varsayılmaktadır. İştahsızlık, kilo kaybı, elektrolit bozuklukları, ateş, disproteinemi (kandaki protein dengesinin bozulması) ve kaşeksi (aşırı zafiyet) gibi bir dizi genel belirtinin yanı sıra, organ ve sistemlere özgü paraneoplastik sendromlar da bilinmektedir. Bunlar şöyle sıralanabilir:
• Normal ya da değişik hormoriiann üretildiği metabolizma bozuklukları ya da endokrin (iç salgı) bozukluklarla birlikte olanlar (yüzde 33);
• cilt ve bağdoku değişimleri (yüzde 33); • sinir ve kas bozuklukları (yüzde 16);
• kan, pıhtılaşma, kalp, damar bozuklukları (yüzde 15);
• organ ve sistem bozuklukları (gastro-intestinal, immünopoetik (bağışıklık oluşturucu) üropoetik (idrar oluşturucu) bozukluklar; yüzde 15).
Bütün tümörler paraneoplastik sendromun ortaya çıkmasından sorumlu olabilir. Ama akciğer, kan-lenf (lösemiler, lenfomlar, miyelomlar), meme, tiroit, timus kanserleri ile ürogenital (idrar kesesi, prostat, testis, böbrek, rahim, yumurtalık) ve gastrointestinal (mide, kalınbağırsak, karaciğer, pankreas) kanserler, paraneoplastik sendromlara daha sık neden olur.
SINIFLANDIRMA
Klinik tabloların çeşitliliği ve etki mekanizmalarının karmaşıklığı, paraneoplastik sendromların kesin biçimde sınıflandırılmasını güçleştirmektedir. Aşağıda genel kanser belirtileri arasında paraneoplastik sendromlarda görülen belirtiler ele alınmıştır:
• Ateş – Ateş tümörlere eşlik eden belirtilerden biridir. Ateş nedeninin sapta-namadığı hastalarda yapılan araştırmalar, bu olguların yüzde 10′unda akciğer dışı verem, yüzde 10′unda Hodgkin hastalığı ve böbrek tümörü (hipernef-rom), yüzde 4′ünde de başka karsinom türleri bulunduğunu ortaya koymuştur. Tümörlerin gidişinin ateşi nasıl etkilediği iyi bilinmemektedir; tümörlü ve tü-mörsüz hastalar arasında hastalığın gidişi açısından önemli farklar yoktur. Bilindiği gibi ateş, dolaşım sisteminde akyuvarların ürettiği bazı maddelerin (pi-rojenler) beyin düzeyinde hipotalamusa etki etmesinin sonucudur. Kesin olmasa da, paraneoplastik sendromda ateş, hücresel ve humoral mekanizmalar ile tümör antijenlerinin yok edilmesine yönelik karmaşık bağışıklık süreçlerine bağlı olabilir. Lenfom ve lösemilerde (kan kanserleri) sıklıkla ateş bulunur. Lösemilerde ateş, hastalığın ilerlemiş evrelerinde enfeksiyonlardan kaynaklanır.
Lenfomlarda ve özellikle Hodgkin hastalığında ateş, tümöre eşlik eden bir belirti olabilir ve genellikle hastalığa özgü bir gidişi vardır (dalgalı ateş).
• Sedimantasyon hızında artış – Yaşlılarda açıklanamayacak kadar yüksek sedimantasyon hızı tümör, özellikle de hipemefrom (böbrek tümörü) olasılığını düşündürmelidir.’ Böbrek tümörü olan hastaların üçte birinden fazlasmda yüksek sedimantasyon hızı saptanır.
• Kansızlık – Kansızlık (anemi), tümörlere eşlik eden Önemli bir durumdur. Oldukça sık görüldüğünden, bu hastalıkların genel belirtilerinden biri olarak kabul edilir.
• Metabolik – endokrin sendromlar -Hormon ya da hormona benzer maddeler üreten tümörlerin yol açtığı endokrin işleve (iç salgı işlevine) bağlı klinik durumlardır. En yaygın olanları aşağıda açıklanmıştır:
- Kan kalsiyum düzeyinde değişimler. Tümörlerde kan kalsiyum metabolizmasındaki değişiklikler, tümörün kemikleri etkilemesiyle ve ürettiği maddelerin (parathormon benzeri maddeler, kalsitonin) etkisiyle açıklanır.
a) Hiperkalsemi – Kemik metastazının yaygın olduğu hastalarda sık görülür. Tümörlerle birlikte en sık görülen metabolik-endokrin sendromdur (kötü huylu tümörlerin yüzde 10′unda görülür). Hiperparatiroidizme benzemekle birlikte, dolaşımda yüksek parathormon oranına rastlanmaz. Bazı olgularda pa-rathormona benzer bir madde bulunursa da, parathormon yoğunluğu, genellikle birincil hiperparatiroidizm olgularında olduğundan düşüktür. Kesin yorum yapmak olanaksızdır. D vitamini metabolizması değişiklikleri, prostaglandin-ler gibi başka nedenler etkili olabilir. Hiperkalsemi sendromunun belirtileri çok değişiktir. Kan kalsiyumu düzeyi yüzde 10,5 mg ya da daha yüksek olduğunda hiperkalsemi söz konusudur.
Hiperkalseminin klinik tablosu bulantı, kusma, kann ağrıları ile birlikte mide-bağırsak sistemi bozukluklarıdır. Hızlı su kaybı ve azot artışına neden olan aşın idrar yapma (poliüri) görülür. Huzursuzluk ile birlikte kasılma nöbetleri ve koma gibi daha ağır biçimlerde nörolojik bozukluklar ve genellikle elektrokardiyografi değişimleriyle ortaya çıkan kalp bozuklukları görülür.
Serum kalsiyum düzeyi, belirtilerin ortaya konması ve elektrokardiyografik değişimler, sendromun tanışma yardımcı olur. Osteolitik (bölgesel kemik erimesine yol açan) olaylar, kalsiyum ve D vitamini alımının mutlak ya da göreli olarak artması, bağırsaklardan emilimin artması ya da böbreklerden kalsiyum atılımının azalması gibi durumlarda ayırıcı tam yapılmalıdır. Paraneoplastik sendrom söz konusu olduğunda, belirtilerin tümöre (akciğer, böbrek, yumurtalık, multipl miyelom) bağlı olduğu göz önüne alınmalıdır; hiperkalsemi, tümörün varlığından kaynaklanır.
Hiperkalsemi her zaman acil tedavi gerektirmez. Vücudun özdenetim mekanizmaları (kalsitonin artışı ve kalsiyumun kemiklerde emilimi), uygun miktarda sıvı alımının da yardımıyla hiperkalsemi olgularının en az yüzde 50’sini denetim altında tutar. Sendrom-dan sorumlu tümörün tedavisi hiperkalseminin denetimini sağlayabilir. Hiperkalsemi tümörün tedavi edilmesinin ardından gene belirginleşebilir. Acil durumlarda tedavi yeterli sıvı alımı, idrarla kalsiyum atılımının artışı ve kalsiyum alımının kısıtlanmasına yönelik olmalıdır.
b) Hipokalsemi – Prostat, meme ve akciğer tümörlerinin metastazlanyla ilişkili olarak ya da tiroit ve akciğer tümörlerine bağlı aşın kalsitonin üretimiyle birlikte seyrek görülür. Genellikle kalsitonin, hipokalsemiye (kan kalsiyum düzeyinin düşük oluşu) neden olmaz, çünkü bu hormonun etkisi, tümörün ürettiği prostaglandinlerin etkisiyle dengelenir.
Sendroma özgü belirtiler halsizlik, huzursuzluk ve hipokalsemiye bağlı kas kasılmalarıdır. Tanı, hipokalsemi belirtileriyle düşük kan kalsiyum düzeylerinin saptanmasına dayanır. Hipokalsemi ile birlikte yüksek kan kalsitonin düzeylerinin radyoimmünolojik olarak gösterilmesiyle tiroitin medüller karsinomu (tiroit hücrelerinden kaynaklanan kanser), bronş karsinomu ve meme kanserinin kemik metastazlan arasında ayırıcı tanı yapılır. Aynca hipoparatiroidizm ile ayırıcı tanı yapılır. Akut evredeki hipokalsemi tedavisinde damar yoluyla kalsiyum glukonat verilmesi gerekir; daha sonra tedaviye ağız yoluyla D vitamini eklenir.
- Böbreküstü bezinin dış kısmının aşırı çalışması. Normalde hipofizde üretilen ve böbreküstü bezini uyarıcı bir işlevi olan adrenokortikotrop hormonun (ACTH) tümör hücreleri tarafından üretilmesiyle, böbreküstü bezinin dış kısmı uyanlır. ACTH üretiminden genellikle akciğer, timus ve pankreas tümörleri sorumludur. Daha seyrek olarak tiroit, yumurtalık, testis, böbrek, safrakesesi, tükürük bezi tümörleri ve feokromositom (böbreküstü bezi iç bölgesi tümörü) ACTH üretimine yol açabilir. Görülme sıklığı her iki cins için eşittir; daha çok 50 yaş dolayında görülür. Tanı için kortizon fazlalığına özgü klinik belirtilerin yanı sıra, kanda yüksek ACTH ve kortizon düzeylerinin saptanması gerekir. Genellikle tümörün klinik görünümlerinden önce ortaya çıkan belirtiler, Cushing sendromunu akla getirebilir. Ama hastalık, bufalo tipi şişmanlık, ciltte çatlaklar, böbrek taşı ve osteoporoz (kejnik dokusunun yoğunluğunun azalması) bulunmamasıyla Cushing sendromundan aynin-. Kilo artışı, şeker hastalığı, yüksek tansiyon ise ortak bulgulardır. Cushing sendromuna oranla, böbreküstü bezinin dış kısmının tümöre bağlı aşın çalışmasında hiper-potasemi (kan potasyum düzeyinin yüksek oluşu) ve deride, ağır şeker has-talığındaki aşın melanin salgılanmasına bağlı renk koyulaşması daha sık görülür. Laboratuvar incelemelerinde plazmada yüksek 17-hidroksikortikosteroit düzeyi, idrarla atılan 17-hidroksi ve 17-ketosteroitlerde artış saptanır. ACTH’ nin plazma düzeyinin 200 pg/ml’nin üstünde oluşu, bu hormonun tümör tarafından üretildiğini düşündürür. Tanı için bazal koşullarda (sabah 8′de ve akşam 6′da), aynca (8 doz halinde her 6 saatte bir) 2 mg deksametazon verilmesinden sonra plazma kortizol düzeyleri ölçülür. Tümörün çıkanlması iyileşme sağlayabilir. Tıbbi tedavide ise düzensiz bir biçimde geçici iyileşme dönemleri görülür. Genellikle tümörün çıkanl-masmm yanı sıra böbreküstü bezlerinin iki yanlı olarak alınması ve ardından uygun bir hormon tedavisi gerekir.
- Antidiüretİk hormonun (ADH) aşırı salgılanması sendroma – Genellikle özgün belirtileri olmayan bir klinik tabloyla ortaya çıkar. Halsizlik, bulantı, kusma, bilinç bulanıklığı, yönelim bozukluğu ve kasılmalar görülür. ADH üretimi en sık küçük hücreli bronş kar-sinomunda görülür (mikrositomlann yaklaşık yüzde 10′unda yüksek ADH salgılanması sendromu vardır). Ama prostat karsinomu gibi başka tümör tiplerinde de bu sendroma rastlanır.
Yüksek ADH salgılanması sendromu, tümörün çıkarılmasıyla denetim altına alınabilir. Önerilen tıbbi tedavi, uygun miktarda sodyum alınması ve su alımının kısıtlanmasıdır (24 saatte 700 ml’den az). Damar yoluyla tuzlu çözeltiler verilmesine, komaya eşlik eden akut kan sodyum düzeyi düşmesi durumlarında başvurulur.
- Tirotropinin (TSH) aşın salgılanması sendromu – Koryokarsinom, mol-hidatiform ve testisin embriyonal karsi-nomu gibi üreme sistemi tümörlerinin ürettiği tireotrop hormonun tiroit etkilemesinden kaynaklanır. Tiroit işlev test-lerindeki belirgin değişime karşın, hi-pertiroidizmin klinik belirtileri (zayıflama, terleme, taşikardi, titreme, bazal metabolizmada artış, tiroitin radyoaktif iyot tutmasında artış) ender olarak belirgin biçimde ortaya çıkar. Tanı, tiroit işlev testlerindeki değişikliklere dayanır; yüksek radyoaktif iyot tutulum (tiroit hormonu verilmesiyle baskılanamaz) değerleri ve yüksek triiyodotironin (T3) ile tiroksin (T4) oranlan görülür. Bu sendrom, klinik belirtilerinin daha hafif olması ve tiroitin fazla büyük olmamasıyla toksik adenom ve Basedow hastalığından ayni: edilir. Etkili tıbbi tedavi, tümörün özellikle duyarlı olduğu antitümör ilaçlarla (adriyamisin ve met-hotreksat) yapılır.
- Gonadotropinlerin (HCG) aşırı salgılanması sendromu – Ergenliğin erken başlaması ve erişkinde meme büyümesi sendromun klinik belirtileridir. İlk belirtiler seyrek olarak hepatoblasto-mun (çocuklarda görülen karaciğer kanseri) bulunmasıyla birlikte görülebilir. Bu sendromda cinsel Özelliklerin erken gelişmesinin nedeni, testisin doku arası hücrelerinin ürettiği testosteron ve benzeri maddelerdir. Erişkinde HCG’nin aşırı salgılanması genellikle gonatlan (eşey bezi) aşın östrojen ve androjen üretimi yönünde uyarır. Östrojen ve androjen verilmesiyle bastınlamayan, yumurtalık ve testis tümörlerine bağlı olmayan yüksek plazma gonadotropin düzeyleri, tanıda yol göstericidir. Çocuklarda hepatoblastomun yanı sıra aşırı gonadotropin üretimi de böbrek, mide tümörleri, bronş karsinomu ve büyük hücreli anaplastik akciğer karsino-muna bağlıdır. Tedavi, genellikle tümörün tümüyle çıkarılmasına yöneliktir.
- Hipertrofik osteoartropati (kemik ve eklem dokularında aşırı büyümeye neden olan hastalık) – Bilinen en eski paraneoplastik sendromdur. Her zaman bir tümörün bulunmasına bağlı değildir. Kronik akciğer hastalıkları (bronşekta-ziler) ve bağırsak hastalıkları da (ülserli kolit) bu durumdan sorumlu olabilir. Olguların üçte ikisinden çoğunda epi-dermoit (üstderi yapısındaki) tümörlere eşlik eder. Oluşum mekanizmaları iyi bilinmemektedir. Bu nedenle endokrin-metabolizma sendromlan arasında sınıflandırılması kesinlik kazanmamıştır. Olası etki mekanizmaları arasında her zaman hormon artışı gösterilmemekle birlikte, nörovasküler (sinirsel-damar-sal) mekanizmalar da bu sendromdan sorumlu olabilir. Sendrom, yüksek gonadotropin, östrojen ve büyüme hormonu düzeyiyle ilgilidir. Genellikle akciğer tümörleri, daha ender olarak akciğer zarı ve göğüs boşluğu tümörleriyle birlikte görülür. Bazen başka tümörleri izleyen ağır protein yapısı bozuklukları hastalığa eşlik eder. Sendromun özgün klinik belirtileri el ve ayak parmaklarında Hipokrat deformasyonu; el ve ayak bilekleriyle dizde eklem ağrıları; yüzde akrotnegali görünümü; kol ve bacaklarda büyüme; kaim kemiklerin iki yanlı olarak kalınlaşması; terleme ve pareste-zilerde (karıncalanma) vazomotor sendromdur (damarların genleşme ve daralmasında görülen bozukluk).
Tanımlanan bu belirtiler genellikle erken dönemde ortaya çıkar; bazen eklem ağrısı öteki belirtilerin önüne geçebilir. Akciğer tümörlerinde bu sendrom değişik yerlerde, kol ve omuzların küçük eklemlerinde romatizma gibi eklem ağrılanyla ortaya çıkabilir. Klinik belirtilerin çeşitliliği, kronik ilerleyici eklem hastalıklarını düşündürebilir. Ama bu sendromda ağrılar, ağrı kesicilere ve romatizma tedavisine karşı dirençlidir.
Ağrının romatizma ya da başka eklem hastalıklarından değil, tümörle ilgili hipertrofik osteoartropatiden kaynaklandığı ortaya konarak ayırıcı tanı yapılır. Tümörün bulunması, sendromun kökenini doğrular. Tümör tedavi edildiğinde genellikle sendroma ilişkin belirtiler kaybolur.
- Hipoglisemi – Tümörlerde görülen kan şekeri düşüklüğü (hipoglisemi), bir paraneoplastik sendrom olarak üç ayn duruma bağlı olabilir:
a) Artmış glikoz tüketimi – Karaciğer ve karın zarı arkası boşlukta bulunan 1 kg’den ağır tümörler genellikle bu durumla bağlantılıdır. Bu tümörler genellikle fibrosarkom (lifsi bağdoku kanseri) (yüzde 50) ve seyrek olarak karın zarı arkası lenfomlar, mezotelyomlar (seröz boşlukları örten zar hücrelerinden kaynaklanan kanser), böbreküstü karsinomlan ve anaplastik karsinomlardır. Hipoglisemi, tümörün anormal öl-Çüde glikoz harcamasına, glikoz kullanımım artırabilecek güçte bir maddenin üretilmesine ya da pankreasın normal insülin salgısını uyarmasına bağlı olabilir.
b) Reaktif ya da uyarıya bağlı hipoglisemi – Mideleri alınmış hastalarda (olguların yüzde 4O’ı) görüldüğü gibi şekerli besinlerin hızla bağırsaklara geçişine bağlıdır.
c) Hİperinsülinizme bağlı hipoglisemi – Bu duruma en sık yol açan neden, az görülen ve insülin salgılayan bir tümördür (insülinom). İnsülinomun tümörler arasında görülme sıklığı yüzde O,6-l’dir. İnsülinomlann yalnızca yüzde 10′u kötü huyludur. Çoğunlukla rleri yaşta görülen insülinom, şeker hastalarında daha sıktır (yüzde 25-35). En ağır hipoglisemi, kütü huylu iııttüliııum uîgu-lannda görülür. Klinik olarak hipoglise-mik paraneoplastik sendrom, akut, su-bakut ve kronik biçimde ortaya çıkabilir. Akut biçim (kötü huylu insülinoma bağlı hiperinsülinizm) aşın terleme, sıcak basması, huzursuzluk, bulantı ve çarpıntıyla kendini belli eder. Subakut biçim (genellikle glikoz tüketiminde artış) zayıflama, halsizlik, iştahsızlık, uyuklama ve bilinç bulanıklığıyla ortaya çıkar. Kronik biçimde (sıklıkla reak-tif hipoglisemi eşliğindedir) belirtiler (bellek hataları, uyuklama, ruhsal bozukluklar) sinsidir ve güç tanınabilir. Tümörün varlığının kanıtlanmasına ek olarak hipoglisemi, hiperinsülinemi (kanda insülin düzeyinin artması), tol-butamit ve glukojen testinin pozitif çıkması da tanıda yardımcı olur.
Büyük karın zan arkası tümörlerde ve insülinomda, sendromun tedavisi İçin cerrahi girişimle tümörün çıkarılması gerekir.
• Kas-sinİr sendromları – Tümörlü hastalarda sinir ya da kas değişikliklerine rastlanır. Bu yüzden kanserli hastaların yaklaşık yüzde 15′inde nörolojik sorunlar vardır ve paraneoplastik sendromun tanısı, ancak öteki olasılıklar dışlandıktan sonra kesinleşir. Merkez sinir sistemi enfeksiyonlarına, ilaç tedavisinin ya da ışm tedavisinin etkilerine, omurilik ya da beynin damar hastalıklarına, metabolizma hastalıklarına ve doğrudan tümöre bağlı nörolojik sendrom-lar ile paraneoplastik sendromlar arasında ayırıcı tanı gerekir.
- Duyusal sinir bozuklukları – Genellikle göğüs boşluğunda gelişen tümörlere bağlıdır. Aşama aşama yer değiştirerek ilerleyen duyu kusurları, yüz, kol ve bacaklarda duyu kaybı ve çoğunlukla şiddetli ağrılarla kendini belli eder. Kiriş refleksleri değişir, kol ve bacaklarda aşamalı duyu kaybı görülür. Başlangıçta hareketlerde eşgüdüm bozukluğu varken, sonradan tam felç görülebilir.
- Duyusal-hareket sinir bozuklukları – Bunlara daha sık rastlanır. Tümörlerin erken evresinde ortaya çıkıp sıradan bir polinevritle (sinir iltihabı) kanştırı-labilecekleri gibi, ileri evrelerde de görülebilirler. İleri dönemde öteki belirtilerden ayırt edilmeleri güçleşir. Duyusal sinir bozukluğunun sık görülen bir nedeni akciğer tümörleridir. Klinik be-liı tileı çok değişken ve düzensiz biçimde ortaya çıkabilir. Duyu ve hareket bozukluklarının eşlik ettiği akut tipte ağrılarla hareket bozuklukları simetrik değildir. Erkeklerde* cinsel iktidarsızlığa genellikle kas atrofisi (doku gerilemesi) eşlik eder. Kaslardaki elektrik etkinliğini gösteren elektromiyografi, tanı açısından yararlı olur.
Duyusal sinir bozukluklarının gidişi ilerleyici ve olumsuzdur. Tedavi olasılıkları tümörün tedavisine bağlıdır. Tedavide kortikosteroitler her zaman etkili değildir.
• Ciltte paraneoplastik belirtiler -Cilt değişik organ ve sistemlere özgü hastalıkların göstergesidir. Kötü huylu tümörler ciltte çeşitli belirtilerin ortaya çıkmasına yol açabilir.
- Sıcak basması. Sıcak basması birçok durumda ortaya çıkar. Bunlardan en önemli olanı kötü huylu karsinoit tümördür. Ciltte gözlenen ani kızarma genellikle birkaç dakika sürer, tüm gövdeye, kol ve bacaklara yayılabilir. Kızartı, parlak kırmızı renkli geniş bir cilt bölgesini kaplar.
Karsinoit sendromda önemli bir bulgu da, cilt belirtilerinin hemen hemen her zaman şiddetli bağırsak hareketleri ve acil dışkılama gereksinimiyle birlikte olmasıdır. Belirtiler tümörün seroto-mi ve histamin gibi bazı etkin maddeler salgılamasından ileri gelir.
- Akantozis nigrikans – Bu belirti seyrek de olsa ciltte görülen bir paraneoplastik sendromdur. Tümöre eşlik eden klasik tablonun yanı sıra tümörün bulunmadığı benzer tablolarda tanı zordur.
Paraneoplastik akantozis nigrikans genellikle 40 yaşm üstündeki hastalarda ve her iki cinste eşit sıklıkta görülür.
Bazı hastalarda ciltte renk koyulaşması (hiperpigmentasyon) ön plandayken, bazılarında ciltte keratin artışına bağlı sertleşme (hiperkeratoz) daha belirgindir.
Cildin daha koyu renkli ve kırışık olduğu dirsek bölgesinde siğile benzeyen oluşumlar görülebilir. Lezyonlar genellikle simetrik ve bazen kaşıntılıdır. Ağız boşluğunda, özellikle dilde ve üstdudakta ender olarak lezyon görülebilir. Belirtiler genellikle tümör gelişimiyle birlikte ilerleyici bir gidiş gösterir.
Mide adenokarsinomu, akantozis nigrikansla birlikte en sık görülen tümördür. Bunu sıklık sırasıyla karın boş-luğundaki öbür tümörler izler; karın dışı tümörler enderdir.
- Dermatomiyozit (deride kızartılı lekeler ve sertleşme; kaslarda ağrı ve güç kaybıyla seyreden iltihabı hastalık) – Dermatomiyozitli hastaların yüzde 10-15′inde bazen klinik belirti vermeyen tümörler vardır. Söz konusu paraneoplastik sendrom ile temelinde yatan tümör arasındaki ilişki çok iyi bilinmemektedir. Hastaların bir bölümünde tümör alındığı zaman dermatomiyozit iyileşmez. Gene de bir dermatomiyozit olgusuyla karşılaşıldığında, özellikle 50 yaşın üstündeki hastalarda, gelişmenin erken evresinde, bir tümör olasılığını düşünerek tanıya yönelik incelemeler gerekir.
Soru
Paraneoplastik sendromlarda kanama olabilir mi?
Cevap
Tümörlü hastada kanamalar tümörün kemik iliğine yayılmasına bağlı olarak trombosit sayısındaki azalmadan ve tümörün karaciğere yayılması nedeniyle pıhtılaşma etkenlerinin yapım eksikliğinden kaynaklanabilir. Ağır kanama sendromları, yaygın damar içi pıhtılaşmaya bağlı olabilir. Akut kan kanseri ve prostat kanserinde pıhtılaşma bozukluğuna sık rastlanır. Damar içinde fibrin yerleşimi, kanamalar dışında bazen alyuvarların parçalanmasına bağlı hemolitik kansızlığa neden olabilir.