MİYOKARDİTE BAĞLI NABIZ DEĞİŞİMLERİ NELERDİR?


MİYOKARDİTE BAĞLI NABIZ DEĞİŞİMLERİ NELERDİR?

Rahim ya da uterus olarak da bili­nen dölyatağında biri dölyatağı boynu (serviks) tümörleri, öbürü dölyatağı gövdesi tümörleri olmak üzere başlıca iki tip tümör görülür. Dölyatağı boynu tümörleri bu organın dış ortamla daha fazla ilişkide olan bölümünden kaynak­lanır. Bunlar boynun dölyolu bölümün­de en çok dölyolunu kaplayan doku Ör­tüsü (epitel) ile dölyatağı boynunu kap­layan dokunun birleştiği yerde ve bo­yun kanalında gelişir. Dölyatağı gövde­si tümörleri ise organın iç yüzeyini kap­layan endometriyum tabakasından kay­naklanır ve endometriyum tümörü adıyla da bilinir. Dölyatağı tümörleri de öbür organlarda olduğu gibi iyi huylu ve kötü huy­lu tümörler biçiminde ikiye ayrılabilir. İyi huylu dölyatağı tümörlerinde kötü huylu dönüşüm, yani kanserleşme çok seyrek görülür.


1 HUYLU TÜMÖRLER

Dölyatağı boynu polipleri – Dölyata-boynu polipleri yuvarlak, saplı, nadi-n sabit, değişik büyüklükte oluşumlardır. Genellikle bir bezelye tanesinden küçüktürler, ama seyrek de olsa daha fazla büyüyebilirler. Görünü’ ileri bir ağacın dallarına benzer. Polip er vulva-ya kadar uzanabilir. Özellikle 30-50 yaşlan arasında sık görülen iyi huylu tümörlerdir; tek ya da birçok )lip birden gelişebilir. Belirtileri değişik alabilir, ama genellikle âdet aralannda, aralıklı, Kendiliğinden ya da küçük travmalara bağlı ka­ynamalar en sık görülen )lip belirtisidir.

Polip tanısı parmakla muayene sırasında kolayca konabilir. Bu muayenede dölyatağının dış ağzında boy­nun iç kanalından küçük, yumuşak, oy-natılabilen bir şişliğin öne doğru uzan­dığı fark edilir. Spekulum denen aygıtla yapılan muayenede polipin görünür özellikleri belirlenir; yapısal özellikleri ise kolposkopi (dölyolu endoskopisi) aracılığıyla daha iyi ortaya konur.

Küçük boyutlu dölyatağı boynu tü­mörleri özel bir aygıtla yakılabilir; bu işleme diyatermokoagülasyon denir. Büyükleri ise koşullar uygun olduğun­da bir pens ile tutulup, kendi ekseni çevresinde bükülerek (torsiyon) koparı-lır; böylece damarlar daha kolay kapa­nır. Bu girişim sonrasında kanama çok seyrek görülür. Polip tabanının kazın­ması polipin yeniden oluşmasını önle­mek açısından yararlıdır. Bu arada dölyatağının iç boşluğu da kazınarak bura­da bulunabilecek polipler temizlenmeli­dir.

Bütün poliplerin dokusu mikroskop­la incelenmelidir, çünkü çıplak gözle inceleme polipteki olası bir kanserleş­meyi saptamaya yetmez. Kanserli hücre içerenler dışında bütün polipler iyi gi-dişlidir.

DÖLYATAĞI MİYOMU

Fibrom, fibromiyom, fibroleyomiyom olarak da bilinen dölyatağı miyomu döl­yatağının düz kas tabakasındaki hücre­lerden kaynaklanan iyi huylu tümördür. Doğurgan çağda ortaya çıkar; en çok 35-50 yaş arasında ve özellikle doğum yapmamış kadınlarda görülür. Dölyata­ğı miyomları başlangıçta küçük yumru­lar biçimindedir; çok yavaş büyür; he­men her zaman dölyatağınm gövdesin­de yer alır ve çok seyrek olarak yalnız­ca dölyatağı boynunda ya da dölyatağı­nın kıstak denen aşağıdaki daralan bölü­münde bulunabilir. Miyomlar dölyata­ğının duvarına göre değişik konumlarda olabilir. Bunlardan dölyatağı duvarının kas katmanı içinde gelişen miyomlara duvar içi miyom adı verilir; duvar içi miyomlarm en sık görüldüğü yerdir. Miyom dölyatağı mukozasının altında ya da dölyatağınm dış yüzeyini Örten karın zarının (periton) hemen altında da bulunabilir. Bunlardan birincisine mu­koza altı, ikincisine seröz zar altı mi­yom denir. Mukoza altı miyomlar za­manla dölyatağı boşluğuna doğru, seröz zar altı miyomlar ise dölyatağı dışına doğru, gelişebilir. Organa yalnızca ince bir sapla bağlı kalan bu miyomlara saplı miyom adı verilir. Karın zarının dölyatağını yerine bağlayan ve geniş bağ de­nen bölümünün iki katmanı arasındaki miyomlar ise bağ içi (intraligamenter) miyom olarak bilinir.

Yavaş yavaş gelişen miyomlar dölyatağının biçimini değiştirir. Bu deği­şiklik öbür belirtilerle birlikte tanıya yardımcı olan önemli bir belirtidir. Jine­kolojik muayenede ya da ameliyat ma­sasında görüldüğü gibi miyomlar çok çeşitli boylarda olabilir. Miyom ne ka­dar eskiyse boyutları da o kadar büyük­tür ve büyüklüğü ölçüsünde dölyatağı­nm ve dölyatağı boşluğunun biçimini bozar. Bazı olgularda boyutları şaşılacak büyüklüğe ulaşır. Miyomun dış gö­rünümü de yaşıyla değişir. Yeni mi­yomlar pembe renkte, çevrelerindeki kastan biraz daha sert yapıdadır. Za­manla miyomu oluşturan kasdokusunun bir bölümü yıkıma uğrar ve yerini bağ-doku alır. Bağdoku, miyoma sedef gibi beyaz bir renk verir ve yapısını daha da sertleştirir. Mikroskopla bakıldığında düz kasların sıkışık gruplar halindeki lifsi hücreleri görülür. Bunların yanında iğ biçimli bağdoku hücreleri vardır ve bağdoku hücreleri zamanla yıkıma uğ­rayan kas hücrelerinin yerini alır.

Miyomların oluşum nedenleri kesin olarak bilinmemektedir, ama bu geliş­meyi kolaylaştıran bazı etkenler ortaya konmuştur. Kalıtsal yatkınlık miyom oluşumunda önemli bir etkendir. Aşın östrojen üretiminin ve yumurtalıkların hormon üretimindeki dengesizliklerin de miyom oluşumunu kolaylaştırdığı düşünülmektedir. Yumurtalıkların hor-monal işlevinin azalarak durduğu me­nopozda miyomlann genellikle gerile­mesi bu görüşü desteklemektedir. Bu kişilerde endometriyum, yumurtalık ve meme bezi kistleri gibi aşırı östrojen üretimine bağlı başka belirtilerin de gözlenmesi gene bu kuramı doğrulayıcı niteliktedir. Günümüzde uygulanan ba­zı tedaviler hormon salgısıyla mıyom arasındaki bu ilişki temelinde geliştiril­miştir.

Miyom yavaş geliştiğinden uzun sü­re varlığı bilinmeyebilir ve belirtilerinin ortaya çıkması çok zaman alabilir. En sık görülen belirti âdet aralarının kısal­ması ve kanama miktarının artmasıdır. Miyomlu hastalarda âdet kanaması 8-10 gün sürer; gerek sıvı, gerek pıhtı ha­linde aşın kan kaybedilir. Miyom mu­kozaya ne kadar yakınsa, kan kaybı o kadar fazladır. Çoğu kez başka belirtiler de vardır. Özellikle âdet öncesi günler­de hasta karnın alt bölümünden bele doğru yayılan bir ağırlık ve bazen de ağn duyabilir. Hastaların çoğunda löko-re denen beyaz dölyolu akıntısı vardır. TVliyom “büyük “boyutlara ulaşırsa, yakın­da bulunan başka organlara baskı yapar. İdrar kesesine baskı yaparsa idrar bo-zukluklanna, bağırsağa baskı yaparsa kabızlığa, leğen kemiği içindeki toplar­damarlara baskı yaparsa bacaklarda şiş­lik ve varislere, omuriliğin sağn bölü­mü sinir ağımn dallarına baskı yaparsa nevraljilere yol açar. Menopozla birlik­te miyomun büyümesi durur ve belirti­leri kısmen geriler. Bir miyomun yapı değiştirerek kötü huylu bir tümöre (sar­kom) dönüşmesi çok enderdir (binde 1). Miyomun tedavisinde tıbbi ve/ya da cerrahi yöntemlere başvurulur. Kırk ya­şını aşmış kadınlarda yalnızca tıbbi te­daviyle yeterli sonuç alınabilir. Bu has­talara âdet çevriminin ilk yansında ve­rilen androjen hormonlar yumurtalığın hormon etkinliğini azaltır. Androjenle birlikte kanamayı önleyen ilaçlar da kullanılır. Bu tedavi umulan sonuçlan vermezse ve ağır kalp ya da böbrek hastalığı, şeker hastalığı, verem gibi başka hastalıklar nedeniyle cerrahi giri­şim olanağı yoksa hekim ışın tedavisine başvurabilir. Yumurtalıklarda hormon üretimini durdurma amacıyla miyom ve yumurtalıklara ışın venlir. Böylece ka­nama durur, hasta âdetten kesilir ve mi­yomun boyutlan belirgin ölçüde küçü­lür.

En güvenilir sonuçlan veren tedavi yöntemi ise miyomun cerrahi girişimle çıkarılmasıdır. Ameliyat çoğunlukla yalnızca miyomun alınmasıyla (mıyo-mektomi) sınırlıdır. Bu yapılamadığı zaman dölyatağı da alınır (histerektomi). Yalnızca miyomun alındığı durumlarda dölyatağı ve yumurtalıklar yerin­de bırakılarak üreme yeteneği koruna­bilir. Bazen gebelikte seröz zar altı miyomlara rastlanır. Doğumu çok zorlaştı-rabilen bu miyomlann gebeliğin ilk üç ayı içinde ameliyatla alınması uygun­dur. Bu dönemde cerrahi girişim gebe­lik için bir tehlike oluşturmaz.

DÖLYATAĞI GÖVDESİ (ENDOMETRİYUM) KARSINOMU


Dölyatağı gövdesi karsinomu ya da endometriyum karsinomu kadınlarda gö­rülen kötü huylu tümörler arasında gidi­şi en iyi olan türdür. Ama son otuz yılda birçok ülkede görülme sıklığı belir­gin biçimde artmıştır. Günümüzde Batı ülkelerinde kadınlarda en sık görülen tümör meme karsinomudur; onun ar­dından dölyatağı gövdesi ve dölyatağı boynu karsinomlan gelir. Yüzyılın ba­şında her on dölyatağı boynu karsino-muna karşılık bir dölyatağı gövdesi kar­sinomu görülürken günümüzde bu oran eşitlenmiştir. Dölyatağı gövdesi karsi-nomunun daha çok görülmesi şu etken­lere bağlı olabilir:

• Genel olarak kadın nüfusun ve ortala­ma yaşam süresinin artması.

• Yaşam standardının yükselmesi ve beslenme alışkanlıklarının değişmesi.

• Doğurganlığın azalması.

• Sağlık bilincinin, taramaların ve tanı olanaklarının artmasıyla daha fazla ol­guya tanı konması.

• Menopoza yaklaşan kadınların östro-jen alması.

NEDENLERİ

Endometriyum karsinomu olan hasta­larla ilgili veriler hastalığın, yapısal ve metabolik etkenlerin de eklendiği bir hormon dengesizliğine bağlı olduğunu düşündürmektedir. Östrojen hormonu­nun kanser oluşumunda rol oynadığı yolundaki bu kuram şu noktalara daya­nır:

• Progesteronla dengelenmeyen östro-jenlerin uzamış etkisi kanserin gelişimi­ni kolaylaştırabilir.

• Endometriyum karsinomu cerrahi ya da radyolojik olarak hormon etkinliği durdurulmuş ve yumurtalıkları hiç ge­lişmemiş (Turner sendromu) kadınlarda hiçbir zaman görülmez. Ama cerrahi girişim ya da ışın tedavisinden sonra yumurtalık dokusunda östrojen üreten hücre adacıkları kalmışsa, yumurtalık­ları gelişmemiş hastalar da östrojenle tedavi edilmişlerse endrometriyum kar­sinomu oluşabilir.

• Menopozdan sonra uzun süre östrojen alan kadınlarda endometriyum karsino­mu riski östrojen kullanmayanlardan 3- 5 kat fazladır.

• Menopoza yaklaşan kritik yaştaki ka­dınların östrojen alma süresi uzadıkça endometriyum karsinomunun gelişme olasılığı da artmaktadır.

Endometriyum karsinomunu kolay­laştırıcı etkenler arasında menopoz son­rasında şişmanlık, şeker hastalığı, yük­sek tansiyon, hiç doğum yapmamış ol­mak, yumurtlama yokluğuna bağlı kro­nik kısırlık, erken âdet başlangıcı, geç menopoz, ailede endometriyum karsi­nomu bulunması sayılabilir. Erken ilk âdet, geç menopoz ve yumurtlamama meme kanseri riskini de artırır. Bu du­rumların ortak özelliği bir östrojen faz­lalığı ve bu fazlalığın uygun bir proges-teron düzeyiyle dengelenmemesidir. Dolayısıyla meme kanseri olan kadın­larda endometriyum kanseri, endomet­riyum kanseri olanlarda da meme kan­seri sık görülür. Şeker hastalığı ve yük­sek tansiyon bağımsız risk etkenleri de­ğil, şişmanlıkla bağlantılı olarak ele alınmalıdır.

Endometriyyum karsinomu olasılığı 50-70 yaşlan arasında artar ve daha sonra azalır. Hastaların büyük bölümü tanı konduğunda 51-70 yaşları arasın­dadır; bunların çoğunluğu da 61-70 yaş grubundadır. Endometriyum kanserinin görülme sıklığı menopoz Öncesi dö­nemdeki kadınlarda yaklaşık yüzde 10, 40 yaşından genç kadınlarda yüzde 1-8 arasındadır.

TUMOR TİPLERİ

Belli bir gelişmeye ulaşan tümör bir karnabahar gibi dölyatağınm içini kap­layabilir (vejetan tip) ya da dölyatağı duvarı içinde yayılabilir (infiltran tip). Vejetan tip tümörler dölyatağı bosluğuna uzanan mantarsı görünümde, pembe-gri renkli, yumuşak, kırılgan yapıda oluşumlardır. Kolayca kanayan bu tümörler genellikle dölyatağmın tüm iç duvarını kaplar. İkinci tip tü­mörler ise karın zarına ulaşana kadar yavaş yavaş dölyatağmın kas katmanla­rına yayılır.

Mikroskopik inceleme dölyatağı gövdesi kanseri olgularının büyük bölü­münün adenokarsinom (salgıbezlerin-den kaynaklanan karsinom) özellikleri taşıdığım gösterir; tümör, endometriyu-mun salgıbezlerinin epitelinden kaynak­lanır.

GELİŞME EVRELERİ

Dölyatağı boynu karsinomundan farklı olarak, dölyatağı gövdesi karsinomunun büyümesi ve çevre dokulara yayılması yavaştır. Bu durum, dölyatağmın iki bö­lümünün farklı yapısal özellikleriyle açıklanır. Dölyatağı boynu düzbağırsak ve idrar kesesiyle komşudur, yoğun ^ağdokuyla çevrilidir ve çok zengin bir enf damarları ağı içerir. Dölyatağı göv-icsi ise karın zanyla çevrilidir, çevre­sinden kısmen ayrılmış durumdadır, -enf ağı da azdır. Ama kanser karın za-r.na ulaşınca, burada sınırlı bir iltihap gelişir (sınırlı peritonit); bu iltihap ba­ğırsaklar ve idrar kesesi gibi başka or­ganları örten karın zanyla yapışıklıklar oluşmasına yol açar. Böylece dölyatağı

■ e bu organlar arasında bir bağlantı olu­şur ve tümör karın içinde yayılabilir. Bu

■ apışıklıklann bir sonucu dölyatağımn ^.ttıkçe hareketliliğini yitirmesidir. Döl-

■ atağı gövdesi kanserinde de tümörün _■ ayılım derecesinin saptanması çok nemlidir. Bu nedenle tümörün gelişimi iört evrede incelenir:

• Evre I : Tümör endometriyum, yani 3ölyatağının içini döşeyen katmanla sı­fırlıdır.

• Evre II : Tümör dölyatağı boynuna ; ayılmıştır.

• Evre III: Tümör dölyatağmın sınırla­rını aşmış, dölyatağı bağlarına, yumur-:ahklara, tüplere yayılmıştır. Karın za– sıvısında kötü huylu hücreler bulu-

• Evre IV : Tümör idrar kesesi ve düz-rağırsağa yayılmıştır. Dölyatağı hare-

liliğini tümüyle yitirmiş, bağırsak

Karın içi ve kasık lenf düğümlerine, ay­rıca uzak organlara yayılma vardır.

BELİRTİLERİ

Endometriyum karsinomu belirtileri, dölyatağı boynu kanserinin belirtilerin­den daha çabuk ortaya çıkar. Bu erken uyarı hastaları harekete geçirerek olgu­ların büyük bölümünde zamanında giri­şimde bulunulmasını sağlar. Olguların yüzde 80′inde dölyatağı gövdesi kanse­rinin ilk belirtisi kanamadır.

Dölyatağı kanseri genellikle meno­poz sonrası dönemde ortaya çıktığın­dan, kanama dikkati çeken ve kuşku uyandıran bir belirtidir. Doğurganlık çağındaki kadınlarda bu kanama iki âdet arasındaki dönemde ve âdet kana­masının aşın artması biçiminde olabilir. İlerlemiş olgularda kanama süreklidir ve iki âdet arasında kanamasız dönem olmayabilir. Bir başka erken belirti ön­ce berrak, daha sonra kanamayla birlik­te pembe-kırmızı renk alan akıntılardır. Tümör belirgin bir büyüklüğe ulaştığın­da akıntının rengi koyulaşır ve içinde ölü doku parçalan bulunur. Dölyatağı boynu kanserinden farklı olarak dölya­tağı gövdesi karsinomunda ağnlar daha erken ortaya çıkar. Ağrının nedeni tü­mörden kopan ölü doku parçalarının kanla birlikte dölyatağı boşluğunda top­lanması ve dölyatağmın kasılmasına yol açmasıdır.

Bu belirtilerin hiçbiri tek basma döl­yatağı gövdesi kanserine Özgü değildir, çünkü başka hastalıklar da kanama, akıntı ve ağnya neden olabilir. Jineko­lojik muayene sırasında hekimin sapta­dığı öbür belirtiler tam açısından daha önemlidir.

İNCELEMELER

Tanıya yönelik incelemeler arasında hücre incelemesi (sitoloji), dölyatağmm içini döşeyen tabakanın kazınarak ince­lenmesi, dölyatağı boşluğunun filmi ve özel aygıtlarla gözlemi (hısteroskopi) sayılabilir. Dölyolu hücre incelemesi endometriyum karsinomlu hastaların yüzde 50’sinde olumlu sonuç verir; hastaların yüzde 20’sinde de endometri-yumda hekimi uyaran bir hücre dönüşümüne işaret eder. Tam yaklaşık yüzde 70 olasılıkla doğrudur.

Dölyatağımn içindeki tabakanın ka­zınarak incelenmesi (kürtaj) tam açısın­dan vazgeçilmezdir. Histeroskopi tü­mörün görünür yayılımınm ve yerinin saptanmasını sağlar; bu arada alman doku örneğinde de hücre incelemesi ya­pılır. Kontrast madde verilerek çekilen röntgen filmiyle dölyatağmm büyük­lük, konum ve biçimi, dölyatağı içinde­ki kanserin yeri ve yayıhmı belirlenir; tüplerin köşelerine yerleşmiş tümörler ve dölyatağı duvarına yayılma saptanır. Ama bu incelemede kötü huylu hücre­lerin karın boşluğu ve dölyatağı boynu kanalına yayılma tehlikesi vardır. Dola­yısıyla yalnızca kanserin yerini, dölya­tağı duvanna yayılımını ve dölyatağı boşluğunun genişliğini saptamak ve yalnızca ışın tedavisi görecek hastalar­da ışın dozunu ayarlamak için uygulan­malıdır.

GİDİŞİ VE KOMPLİKASYONLAR

Dölyatağı gövdesi karsinomu olgulann yüzde 40′ında dölyatağımn arka duva­rında, bazen de üstte Fallop tüplerinin bağlandığı dölyatağı dibinde oluşur. Kalın bir kas katmanıyla çevrili endo-metriyumda başladığı için yavaş gelişir. Otopsi sonuçlarına göre dölyatağı karsi­nomunun en sık metastaz yaptığı yerler leğen kemiği içindeki dnkular (yüzde 30), bel ve karın aortu çevresindeki lenf düğümleri {yüzde 50), karaciğer (yüzde 18), kann zan (yüzde 18), kemikler (yüzde 16) ve akciğerdir (yüzde 11).

Evre I ve ITde yinelemelerin yüzde 75′i iki yıl içinde ortaya çıkar. Hastalar her 3 ayda bir leğen bölgesi organları­nın incelenmesi, genel muayene ve döl­yolu hücre incelemesiyle izlenmelidir. Göğüs filmi her 6 ayda bir çekilmelidir; belirtiler ortaya çıktığında endoskopi ve radyolojik incelemeler yapılmalıdır. İkinci yıldan sonra hasta yılda iki kez denetlenmelidir. Hücre incelemesi kan­ser hücrelerinin saptanması ve östrojen düzeylerinin değerlendirilmesi açısın­dan Önemlidir. Dölyolu hücre inceleme­sinin yüksek östrojen düzeylerini gös­termesi hekim için bir uyan sayılır, çünkü bu hastalarda kanserin yineleme olasılığı yüksektir.


TEDAVİ

Endometriyum karsinomu kadınlarda görülen üreme sistemi kanserleri arasın­da ameliyat ve tedavi edilebilirlik oranı en yüksek olanıdır; olguların yüzde 85-9O’ı ameliyat edilebilir. Bütün hastalar için tedavi umudu ve yaşamı belirgin ölçüde uzatma olasılığı vardır. Tedavi­de izlenecek yol birincil tümörün evre, hücre tipi ve aşaması, dölyatağı duvarı­na yayılma gibi özelliklerine ve yayıla­bileceği alanlara göre belirlenir.

Tümörün progesteronla tedaviye ve­receği yanıt beş etkene bağlıdır:

- Yaş. Genç hastalar progesteronlara da­ha iyi yanıt verirler.

- Tümörün doku tipi. Hücreleri iyi fark­lılaşmış (normal hücreye benzeyen) tü­mörler, hücre yapısı farklılaşmamış tü­mörlerden daha iyi yanıt verir.

- Kanserin yeri. Akciğer ve kemik me­tastazları progesteronla tedaviye daha iyi yanıt verir.

- İlerleme derecesi. Hastalığın yavaş ilerlediği ve uzun iyilik dönemleri olan hastalar tedaviye en iyi yanıt verenlerdir.

- Progesteron ve östrojen alıcısı duyarlı hücrelerin bulunması. Hücre yüzeyinde östrojen ve progesteron alıcıları varsa tedaviye yanıt alınır; her iki alıcı bulun­duğunda yanıt daha iyidir,

Kanserli hücrelerin çoğalmasını ön­leyen hücre öldürücü ilaçlarla tedaviye, ancak progesteron tedavisinin başarısız kaldığı durumlarda başvurulur. Hastalı­ğın karaciğer ve karın içi organlara da yayıldığı olgularda bu ilaçlar progeste­ronla birlikte kullanılabilir. Endometri­yum karsinomu iyi gidişli olduğundan, ilerlemiş evrede tanı konan olguların sa­yısı azdır (yüzde 3). Hastalık bu evrede de progesteronlara yanıt verdiğinden hücre Öldürücü ilaçlar az kullanılmakta­dır. Dolayısıyla bu ilaçlarla yapılan ke-moterapinin etkisiyle ilgili veri azdır. • Yan etkiler – Cerrahi girişim her le­ğen bölgesi cerrahisinde görülenlerin dışında bir komplikasyona yol açmaz. Işın tedavisinin yan etkileri ise görece fazladır; bunların görülme sıklığı ve tü­rü dölyatağı boynu karsinomunda görü­lenlerden farklı değildir. Progesteron te­davisinin Önemli yan etkileri yoktur. Progesteron hormonu karaciğer işlevini bozmaz; kan şekeri normal olanlarda kan şekerini artırmaz, ama şeker hasta­larında kan şekeri düzeyinde geçici dengesizliklere yol açabilir. Progesteron kas içine verildiğinde mikropsuz apse­lere neden olabilir. Uzun süreli verildi­ğinde kilo ve yağdokusu artışına, sey­rek olarak da şişmanlık, kıllanma, akne ve kemiklerde kalsiyum azalmasıyla (osteoporoz) Cushing hastalığına ben­zer belirtilere ve katarakta yol açar. Aşırı kilo alma bu hastalarda önemli bir yan etki olabilir. Alerji, halsizlik ve da­mar komplikasyonlan çok seyrek görü­lür. Hücre Öldürücü ilaçlarla tedavinin yan etkileri bütün bu tür tedavilerde gö­rülenlerle aynıdır. ,

Dölyatağı gövdesi kanseri, dölyata-ğının cerrahi girişimle alınmasından sonra ışın tedavisi (radyum, X ışınları vb) uygulanarak tedavi edilebilir. Teda­vinin başarısı tümörün yayılma duru­muna bağlıdır. Bu yolla tedavi edilen Evre I tümörlerde olguların yüzde 75′inde hasta ameliyattan 5 yıl sonra sağdır. Evre II tümörlerde ise 5 yıl son­ra sağ kalan hasta oram yüzde 20′dir.

Bu veriler hastalığın erken tanısının ne kadar önemli olduğunu ortaya koy­maktadır. Dolayısıyla 50 yaşından son­ra âdet kanamaları süren (geç meno­poz) ya da menopoza bağlı âdet kesil­mesinden sonra kanama ortaya çıkan kadınların hemen hekime başvurması ve olguların endometriyum karsinomu olasılığının araştırılması gerekir. Endo-metriyumda kansere yatkınlık anlamına gelen aşırı hücre çoğalması durumların­da hastanın düzenli olarak izlenmesi gerekir. Bu hastalarda düzenli muaye­neyle tümör erken evrede saptanabilir.

Son zamanlarda yaşlı olmaları ya da başka hastalıkları bulunması nede­niyle ameliyat edilmeyen hastalarda yalnızca tıbbi tedavi ile iyi sonuçlar elde edilmiştir. Bu hastalara yüksek doz­da progesteron ya da uzun etkili pro­gesteron türevleri verilmiştir. İlk evre­lerde saptanan ve bu ilaçlarla tedavi edilen tümörler arasında tam iyileşme sağlananlar vardır.

BEKLENEN GİDİŞİ (PROGNOZ)

Yaş, genel sağlık durumu ya da kronik hastalıkların varlığı dışında endometri­yum kanserinin gidişinde önem taşıyan başka etkenler de vardır:

Dölyatağı karsinomu genellikle ya­vaş geliştiğinden ve uzun süre dölyata-ğıyla sınırlı kaldığından karın bölgesin­deki başka tümörlere göre daha iyi so­nuçlanması beklenir.

Hastalığın ilk evresinde cerrahi giri­şim ve ışın tedavisi uygulanmalıdır. Bunlardan biri öbüründen üstün değil, iki tedavi yöntemi birbirini tamamlayı­cı niteliktedir.

Tam sırasında hastalığın hangi evre­de olduğu tedavinin başarısını ve gidişi belirleyen en önemli etkendir. Buna da­yanarak dölyatağı karsinomunun ameli­yat edilebilir olup olmadığına karar ve­rilebilir. DÖlyatağınm hareketli olması, tümörün dölyolu, leğen bölgesi, karın ya da başka bir yere yayılmış olmaması basan olasılığını artırır. Hastalığın yay­gınlığı klinik açıdan her zaman belirle-nemeyebilir. Ama tam için yapılan kür­taj, ölçüm ve tıisterografîyle dölyatağı­nın hacmindeki büyüme saptanabilir. Dölyatağımn fazla büyümesi hastalığın kötüye gitmesi anlamına gelir, çünkü bu durumda cerrahi girişim zorlaşır ve ışın tedavisinin etkililiği azalır.