KRONİK GLOMERULONEFRİT
KRONİK GLOMERULONEFRİT
Çeşitli nedenlerden kaynaklanan, değişik gelişim, anatomik değişiklik ve klinik belirtiler sunan birçok böbrek hastalığı, kronik glomerülonefrit başlığı âtında toplanır.
Bu hastalıkların ortak özelliği, glo-merülün (kılcal damar yumağı) şiddetli biçimde etkilenmesi ve hastada yavaş ya da hızlı, ama genellikle ilerleyici bir biçimde böbrek yetmezliğinin gelişmesidir.
BELİRTİLERİ
Bazı olgularda kronik glomerülonefrit, hissettirmeden başlar; bazen de çok kısa bir süre içinde akut glomerülonefriti izler. Ama hastaların büyük bir bölümünde, daha önceden böbreklerle ilgili bir hastalık saptanmamış olmasına karşın sinsice ortaya çıkar. İlk klinik belirti gözkapaklannda ve/ya da ayak bileklerinde ödemdir (derialtı yumuşak dokularda su tutulması). Bu, ya tek başına ya da yaygın ödemlerle birliktedir (nef-rotik sendrom). Hastalık bazen idrarla kan gelmesi (hematüri), bazen çıkarılan idrar miktarının artması (poliüri), bazı olgularda da kan basıncı (tansiyon) yükselmesine bağlı baş ağrısı, baş dönmesi gibi belirtilerle ortaya çıkar. Hasta İlk belirtileri fark ettiğinde, genellikle akut böbrek yetmezliği yerleşmiş durumdadır.
İNCELEMELER
Glomerülonefriti akla getirecek birçok belirti saptanabilir. En yaygın başvurulan inceleme idrar tahlilidir.
İdrarda protein bulunması (proteinü-ri) glomerüllerin etkilendiğini gösterir. Yirmi dört saat içinde 0,1 gr’den yüksek protein çıkarılması, daha ayrıntılı incelemeyi gerektirir. Proteinüri tek basma önemli bir böbrek hastalığı belirtisi değildir; basit bir bel lordozunun (bel omurlarında eğrilik; belin içbükey eğiminin dışbükey bir görünüm alması) böbrek sarkmasının ya da ortostatik proteinüri adı verilen fizyolojik bir durumun belirtisi olabilir. Ortostatik pro-teinüride hasta yatar durumdayken alınan idrarda protein yoktur, hasta ayağa kalkınca protein belirgin biçimde artar. Hastalığın gidişi iyidir ve tedaviye gerek yoktur. Bedensel çalışmaya bağlı olarak örneğin ağır idmanlardan sonra sporcularda görülen proteinüri de aynı yapıdadır ve tedavi gerektirmez. Bu durumlar dışında idrarda protein çıkması ise önemli bir böbrek hastalığı belirtisi olarak görülmeli ve ayrıntılı incelemeler yapılmalıdır.
İdrarda protein bulunması dışında, idrar çökeltisi de ilginç bulgular verebilir. Çökeltinin mikroskopta incelenmesi, çeşitli tip ve boyutta silindirlerle alyuvarların saptanmasını sağlar. Hastalığın böbrek İşlevini bozup bozmadığına karar verilmesi için glomerül sızma hızının, yani glomerüllerden bir dakikada süzülen plazma miktarının (normal koşullarda 120 ml/dak) saptanması gerekir. Bu değer, İnülin khrensi (inülinin temizlenme hızı) ölçümüyle kesin olarak saptanabilir. Ama bu, uygulaması güç ve karmaşık bir testtir. Günlük uygulamalarda daha çok kreatinin klirensi (kreatinin temizlenme hızı) kullanılır, Kreatinin böbrek borucuklarından atılan ya da geri emilen bir madde değildir ve proteinlere de bağlanmaz. Saptanması için belli bir süre boyunca (la-boratuvara göre 2, 12 ya da 24 saat) idrar toplanması ve bir miktar kan alınması gerekir. Kreatinin klirensinin düşmesi, böbrek dokusundaki yıkıma ilişkin yeterince güvenilir bir gösterge değildir. Aynca kan azotunun yani kanda proteinlere bağlanmış durumdaki azot oranının saptanması gerekir; kan azotunun artması böbrek yetmezliğinin kesin bir belirtisidir. Böbreklerin temel işlevlerinden biri de protein metabolizması sonucunda üretilen azotlu maddelerin organizmadan atılmasıdır. Ama kan azot düzeyi, kreatinin klirensine oranla daha az güvenilir bir testtir, çünkü ancak dolaylı bilgi sağlar ve alınan besinlerden önemli ölçüde etkilenir (protein bakımından zengin beslenme nedeniyle böbrekleri sağlıklı bir kişide normalden yüksek kan azotu değerleri alınabilir; benzer biçimde protein oranı düşük ve kalori bakımından zengin bir beslenme de, ileri derecede böbrek yetmezliği olan bir kişide normal kan azotu değeri verebilir). Klinik bulgular ve/ya da la-boratuvar bulguları kronik glomerülo-nefriti düşündürdüğünde, tanı ve hastalığın gidişinin kestirilmesi açısından böbrek biyopsisi yapılması gerekebilir. Biyopsi değişik gelişim gösteren böbrek hastalıklarının ayırt edilmesini de sağlar. Böylece kuşkulu olgularda birincil ve ikincil glomerülonefritlerin ayni edilmesiyle doğru tedaviyi saptama olanağı doğar. En önemli glomerülonefrit tabloları şunlardır:
• Doku artışıyla seyreden (prolifera-tif) odaksal glomerülonefrit: Hastalık böbreğin başka bölümlerini değil, glo-merülün tümünü etkiler. Özellikle çocuklarda ve gençlerde görülür. Klinik olarak genellikle üst solunum yollan il-tihabıyla birlikte gelişen yineleyıcı mikroskopik hematüri (idrardaki kan miktarı ancak mikroskopla saptanabilecek düzeydedir) nöbetleri ile ortaya çıkar. Kan basıncı yüksekliği, ödem, böbrek yetmezliği yoktur. İdrarda çok az protein bulunur. Gidişi genellikle iyidir, kanda üre miktan artmaz.
• Zar gelişimiyle seyreden (membra-nöz) glomerülonefrit: Glomerüllerdeki kılcal damarların duvarlarında düzenli ve yaygın bir kalınlaşma olur. Her yaşta görülebilir. Nefrotik sendroma (idrarda yüksek miktarda protein çıkması, ödem) neden olabilir. Genellikle yavaş yavaş böbrek yetmezliğine doğru gider; arada belirtilerin kendiliğinden iyileştiği dönemler görülebilir.
• Membrano proliferatif glomerülonefrit: Kılcal damar boşluğunda daralma ile birlikte damar duvarının kalınlaşması, kılcal damar halkalarım çevreye doğru iter ve glomerüllerde bağdoku artışı görülür. Çoğu zaman çocukluk ve ilk gençlik döneminde ortaya çıkar. Genellikle mikroskopik bir hematüri ile birlikte nefrotik sendroma yol açar, bazı olgularda ise yanıltıcı sonuç verebilir. İlk evreden başlayarak kan basmcı yükselir ve kreatinin klirensi azalır. Genellikle birkaç ay ile birkaç yıl arasında değişen bir süre içinde böbrek yetmez-liğiyle sonuçlanır. Ama çocuklar başta olmak üzere bazı olgularda, klinik gidiş ender olarak yavaştır; yıllarca sürebilir ve yanlış tam konmasına neden olabilir.
• Odaksal glomerüloskleroz: Histolojik olarak bazı glomerülleri dolduran bağdokusunu tümüyle yıkıma uğratır; bazı glomerüller ise tümüyle sağlamdır. Klinik olarak idrarda alyuvarların bulunması ve şiddetli nefrotik sendromla ortaya çıkar. Yavaş yavaş böbrek yetmezliğine doğru ilerler, bazen yanıltıcı bir gidiş de gösterebilir. • Kılcal damarların dışını etkileyen ve doku artışıyla seyreden glomerülonefrit: Bu biçim 2. ciltte “Akut Glomerülonefrit” başlığı altında anlatılmıştır. Hücre tipi açısından, yarımay biçimli epitel hücreler hızla artarak glomerülleri doldurur. Böylece kanı süzme işlevi göremeyen glomerül yetersiz bir kütleye dönüşür. Çocukları da etkileyebilen bu bozukluk daha çok ileri yaşlarda ortaya çıkar. Genellikle çıkarılan idrar miktan ani olarak düşer ve hızla üremi (kanda üre miktarının artması, ["üre zehirlenmesi"]) gelişir; bazen ilk belirtilerle böbrek yetmezliğinin ortaya çıkması arasında geçen süre daha uzundur (birkaç hafta île birkaç ay arasında). Kötü gidişli ve hızla ilerleyen glomerülonefrit biçimleri, bazı olgularda akut, bazılarında ise kronik gidişli olabilir. Daha çok da belli bir sınıflandırmaya girmeyen bağımsız olgular minde görülürler.
NEDENLERİ
Kronik glomerülonefritlerin gerçek nedenleri ve glomerüllerde nasıl yıkrr yaptıkları tam bilinmemektedir. Akm glomerülonefrit sonrasında gelişen biçimlerde glomerüldeki lezyonun etkenleri saptanabilir. Olguların büyük bölümünde etken, ağız-yutak enfeksiyonlarına neden olan beta hemolitik streptokoklar ya da başka bakteriler ile bir virüs olabilir. Ama başından beri kronik gidişli olan, akut bir nöbetten sonra gelişmeyen birçok glomerülonefrit olgusunun nedeni saptanamamıştır.
Son yıllarda böbrek biyopsisi çalışmaları ve buna koşut olarak hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, değişime uğramış bağışıklık yanıtının glomerülo-nefrite neden olan süreci bir ölçüde aydınlattığını göstermiştir. Glomerülün taban zarına karşı doğrudan antikor oluşması ya da glomerül düzeyinde yerleşen antijen-antikor bileşikleri hastalığa neden olabilir.
Antikorlar, vücudun dış etkenlerden korunmak için ürettiği özgün globülin-lerdir. Antikor üretimini uyaran etken yani antijen vücuda girdiğinde, kimyasal yapısı vücut proteinlerininkinden farklı bir protein olarak tanınır. Antikor saldırısı sonucu antijen etkisizleşip yıkıma uğrar. Antimembran antikorlarının neden olduğu glomerülonefrit olgularında vücut, glomerüllerin taban zarını yıkıma uğratan antikorlar üretir. Vücudun bağışıklık sisteminin neden böyle yanıldığım açıklamak amacıyla birçok varsayım ileri sürülmüştür: Antijen, glomerülün taban zarına çok benzer yapıda olabilir, böylece vücut taban zarına saldıran antikorlar oluşturabilir. Hastalık etkeni taban zarında yapısal bir değişikliğe yol açarsa, bağışıklık sistemi zarın proteinlerini kendi parçası olarak tanımaz ve bunları yıkıma uğratan antikorlar oluşturur. Antijen taban zarında yerleşince, bağışıklık yanıtı da bu dokuyu etkiler. Antimembran antikorların neden olduğu glomerülonefrit oldukça ender görülür ve olguların ancak yüzde 20-30′undan sorumludur.
İkinci olası mekanizma ise, kanda dolaşan antikorların antijenlere bağlanarak bunları etkisizleştirmesiyle başlar ve antijen-antikor bileşikleri oluşur. Bu bileşikler genellikle vücudun retikülo-endotelyal sistemi (RES) tarafından yakalanarak yıkıma uğratılırlar; çok küçük yapılı olduklarından retiküloendo-telyal sistemden kaçarlarsa, glomerül-lerden süzülerek idrarla atılırlar. Üçüncü bir olasılık da, bu bileşiklerin retikü-loendotelyal sistem tarafından yakala-namayacak kadar küçük ve böbrek glomerüllerinden süzülemeyecek kadar büyük olmalarıdır. Bu koşullarda glo-merüllerde yakalanıp birikirler. Olağandışı koşullarda bu bileşiklerin birikmesi doğrudan bir lezyona neden olacağı gibi, iltihabi bir etki de yapabilir (vücut, içinde biriken yabancı maddelere her zaman iltihap geliştirerek yanıt verir). İltihaplanma damarlarda üçüncü bir pıhtılaşma etkeni oluşturduğundan, doğrudan ağır anatomik lezyonlara neden olabilir. Gerçekten de taban zarının yapısı değişince vücut, damar duvarının bütünlüğü bozulduğunda, pıhtılaşma sürecini başlatma işlevi gören küçük kan hücrelerinin (trombositler) birikimiyle yanıt geliştirir. Trombositlerin harekete geçmesi başka bir dizi karmaşık tepkimeye, ayrıca glomerüllerin kılcal damar halkaları düzeyinde damar içi pıhtılaşmaya ve beraberinde giderek artan glomerül yıkımına neden olur. Glomerülonefritlerin büyük bir bölümünün oluşumunda bu sürecin rolü vardır. Karanlıkta kalan birçok noktaya karşın, çeşitli klinik ve deneysel araştırmalar bu varsayımın doğruluğunu orta-* ya koymaktadır.
TEDAVİ
Kronik glomerülonefritin nedenleri tam olarak bilinmediğinden, günümüzde nedenlere yönelik bir tedavi uygulanması olanaksızdır. Hastalığın bağışıklık sistemi bozukluklarından kaynaklandığı düşünülerek antikor oluşumunu önlemeye yönelik ilaçlarla tedaviye çalışılmıştır. Bağışıklığı baskılayıcı olan bu ilaçlar, yalmz zararlı antikorların değil, aynı zamanda yararlı yani vücudu enfeksiyonlara karşı koruyan antikorların oluşumunu da engeller ve bazı kan hücrelerinin üretimini baskılar. Tedavi, deneyimli bir hekimin titiz denetimi altında uygulanmalıdır. Bazı hekimlerin bu ilaçlar konusundaki görüşleri son derece olumsuz olduğundan, bağışıklığı baskılayıcı tedaviye hiç başvurmazlar. Bazıları ise, olguların büyük bölümünde etkisiz olduğunu kabul etmelerine karşın bu tedavi yöntemim gerekli görür, çünkü hastaların bir bölümü bu tedaviye hafif bir gerileme ile yanıt vermekte ve çok ender de olsa böbrek hastalığının tüm belirtileri geçmektedir. Bazı hekimler ise, değişik etkilerinden yararlanmak amacıyla birden çok bağışıklık baskılayıcı ilacm birlikte kullanılmasını önermektedir.
Sonuçta bağışıklık baskılayıcı tedavinin gerçek değeri tam aydınlatılmamıştır. Bunun dışında hastalık belirtilerinin yol açtığı rahatsızlıkları hafifletmeye ve kan basmcı yükselmesi gibi bazı belirtilerin zaten azalmış olan böbrek işlevini daha da bozmasını önlemeye yönelik tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Belirtilere yönelik tedavide, Ödeme karşı idrar söktürücüler, yüksek tansiyona karşı kan basıncını düşürücü ilaçlar ve kanda Ürik asit biriktiğinde de bunu azaltmaya yönelik ilaçlar kullanılır.
Her olguda hastanın bedensel etkinliğini azaltması gerekir; böbrek işlevlerindeki bozukluk ne ölçüde ağırsa, bu önlem o ölçüde titizlikle uygulanır. Kesin yatak dinlenmesi yalnız böbrek yetmezliği olgularında gereklidir ve kural olarak her olguya önerilmez. Sürekli yatmak protein yıkımını kolaylaştırır, ayrıca hastanın ruhsal durumu üzerinde olumsuz etkileri vardır. Böbrek yetmezliği çok ağır değilse hastaya bazı hareket olanakları tanınır, kısıtlı da olsa çalışma etkinlikleri Önerilir. Ama kronik glomerülonefrit hastalarının soğukta kalması ya da inflüenza gibi sıradan mevsim hastalıklarına yakalanması önlenmelidir. Beslenme de önemlidir; yiyeceklerin protein içeriğine ve kalori değerine dikkat edilmelidir. Beslenmeyle alman kalori içeriği yeterli, en azından harcanana eşit olmalıdır. Uzun süre kalori açısından yetersiz beslenen hastalarda vücudun temel doku öğeleri tüketilir ve azotlu artıklar çoğalır.
Beslenmenin nitel bileşimiyle ilgili göstergeler ve protein oranıyla ilgili olarak, bak. Beslenme (Böbrek Hastalıklarında Beslenme); Cilt 7: Sağlıklı Yaşam.
Böbrek yetmezliğinde, 2. Ciltte “Böbrek Yetmezliği” maddesinde anlatılan Özel tedavi gerekir. Böbrek yetmezliğine glomerülonefrit eşlik ediyorsa ne dinlenme, ne de protein oram düşük bir beslenme yeterli olur.