Tiroit Tümörleri
TİROİT TÜMÖRLERİ
Kana verdiği hormonlarla içsalgı sisteminde çok önemli işlevler üstlenen tiroit bezi, az hastalanan organlar arasında yer alır. Ama tiroit hastalıklarının yaklaşık binde 15′ini kötü huylu tiroit tümörleri (tiroit kanseri) oluşturmaktadır. Kötü huylu tiroit tümörlerine ilişkin istatistik veriler arasında Önemli farklar dikkat çeker. Genel bir değerlendirme içinde bu tür tümörlere oldukça seyrek rastlandığı söylenebilir. Ama görülme sıklığı bazen ülkeden ülkeye, hatta bölgeden bölgeye büyük ölçüde değişir. Guatr sıklığının yüksek olduğu bölgelerde ve ülkelerde kötü huylu tiroit tümörlerinin görülme oranı çok daha yüksektir. Bu oran örneğin Avusturya ve İsviçre’de 100 bin kişide 12-19′a kadar çıkar.
Tiroit kanseri her yaşta görülmekle birlikte, orta yaşlarda sık, ileri yaşlarda daha sık ortaya çıkar. Erkeklerde daha seyrek rastlanmasına (her 2-3 kadına karşı 1 erkek) karşılık, daha kötü bir gelişme gösterir. Bazı olgularda kadınların yaşama süresi erkeklerinkirıden 5 kat uzundur,
Tiroit tümörleri dört gruba ayrılabilir: Adenomlar, birincil tiroit kanserleri, tiroitten kaynaklanan lenfomlar ve tiro-ite sıçrayan tümörler.
„ NEDENLERİ
Öbür tümörlerde olduğu gibi, tiroit tümörlerinin de doğrudan hangi etkenlerden kaynaklandığı bilinmemektedir. Ama yatkınlık sağlayan ya da ortaya çıkışı kolaylaştıran bazı etkenler belirlenmiştir.
• Kötü huylu tiroit tümörü olan gençlerin yüzde 30-50’sine, kanser dışı hastalıklardan ötürü baş, boyun ya da göğüs bölgesine ışın tedavisi uygulanmıştır. Işın tedavisini izleyen 30 yıl boyunca tiroit dokusunda kanserleşme olasılığı bulunmakla birlikte, erişkinlere uygulanan ışın tedavisinin kanser oluşumuna çok daha az etki yaptığı sanılmaktadır.
• Tedavi amacıyla kullanılan yüksek doz İyot 131′in özellikle çocuklarda tiroit tümörüne yol açtığı düşünülmektedir.
• Hipofiz bezinin salgıladığı tiroit uyarıcı bir hormon olan tirotropinin (TSH) uzun süre kanda yüksek düzeyde bulunması, doğrudan tümör oluşumuna neden olmasa bile kötü huylu tiroit tümörlerinin hızlı gelişiminde etkili olabilir. Bu nedenle özellikle guatrın eşlik ettiği tireotoksikoz (Graves-Basedow hastalığı) gibi ilaç tedavisine çok dirençli olgularda, TSH düzeyinin yükselmesine yol açan İlaçlarla uzun süreli tedaviden kaçınmak gerekir. İnsanlarda kullanılan dozların çok üstünde bile olsa, bu tedavinin farelerde tiroit adenokarsinomla-nna neden olduğu kanıtlanmıştır.
• Kadınlarda ve özellikle gebelik döneminde, östrojen hormonlarının etkisiyle tiroit tümörlerinin daha kolay ortaya çıktığı düşünülmektedir.
• Tiroit kanseri ile basit nodüllü guatrın coğrafi dağılımı arasında sıkı bir bağlantı vardır. Bu noktada “soğuk” olarak nitelenen basit bir tiroit nodülü-nün zamanla dönüşüme mi uğradığı, yoksa kötü huylu tümörün başlangıçtan beri bağımsız bir gelişme mi gösterdiği sorusu önem kazanır. Çünkü birinci olasılık kabul edilirse basit guatr ile kanser etkeninin aynı olduğu sonucuna varılır. Ama bu yaklaşım uzmanlar arasında pek yandaş bulmamıştır.
BELİRTİLERİ
Tiroit görece yüzeysel ve doğrudan in-celenebilen bir organdır. Ama tümör genellikle guatrlı tiroitte ortaya çıktığından gözden kaçabilir. Tiroit işlevlerinin değiştiğine ilişkin klinik belirtiye rastlanmayan kişilerde ve seyrek olarak tireotoksîkozlu hastalarda da sintigrafi incelemesiyle bulunan, Özellikle tek “soğuk” nodul kötü huylu tiroit tümörünün başlıca belirtisi olabilir. Bu sintigrafi sonucu tümörün kötü huylu olduğunu gösteren yeterli bir kanıttır.
Yayılma özelliği az olan tümörlerde kanserin ne Ölçüde ilerlediği, ikincil kanser odaklatma (metastazlarına) göre belirlenir. Tümörün kemik, iç organ ve lenf düğümlerine sıçradığını gösterecek belirtiler genellikle tiroitin elle muayenesi sonucu anlaşılamaz. Önceden belirlenen bir tiroit nodulunun büyümesi ve sertliğinin artması, kötü huylu tümörün Önemli bir göstergesi sayılabilir. Ayrıca yıllardır ilerlemeyen bir tiroit nodülü de kötü huylu olabilir.
Tiroit şişliğinin kötü huylu olduğunu gösteren işaretler arasında, boyun bölgesinde ağrı, ses telleri felci, solunum güçlüğü nöbetleri ile birlikte hırıltılı solunum ya da yutma güçlüğünün ortaya çıkması sayılabilir. Bunlar kötü huylu bir tümörün tiroit çevresindeki dokulara olan etkisini gösterir. Genellikle ilerlemiş olgularda, seyrek de olsa, tiroitin biçimini bozan düzensiz, sert bir hacim artışı görülür; tiroit ile derindeki dokular arasında yapışıklık oluşur.Boyunda her zaman sert olmayan büyümüş bir lenf düğümünün saptanması, guatrlı ya da elle muayenede tiroi-ti normal görünen kişilerde kötü huylu bir tümörün ilk belirtisi olabilir.Salgı yapan bir tümördeki kötü huylu gelişimin ilk işareti, kafatası kemikleri başta olmak üzere kemiklerdeki şişliktir. Bu durumda genellikle bir tümör metastazı söz konusudur. Kötü huylu tiroit tümörleri olan kişilerde, özellikle de gençlerde, kötü huylu gelişimin genellikle İlk işareti, solunum dışında ve herhangi bir tiroit belirtisi olmadan rastlantıyla saptanan sınırlı ya da yaygm bir akciğer metastazıdır. Bu durumda büyük sayılabilecek tek nodul ya da birçok küçük nodul söz konusudur ve ortaya çıkan hastalık tablosu verem ile karışabilir.
İNCELEMELER
Tiroit tümörü olan hastaların yaklaşık yüzde 60′ında karşılaşılan hastalık tablosu iyi huylu nodüllü guatrı olan hastalardan pek farklı değildir. Seyrek görülen medüller karsinom (epitel hücrelerinden gelişmiş karsinom) tiplerinde tanı açısından belirleyici önemi olan kalsitonin hormonu düzeyinin saptanması, öbür incelemelerle birlikte bu tip tiroit şişliği olan hastalarda tümör riskini değerlendirmeye yarar. Sintigrafi tanıya yardımcı aletli incelemelerin ba-şmda yer alır. Bu incelemeyle olguların yaklaşık yüzde 20’sini oluşturan “sıcak”, yani hormon salgılayan nodüller belirlenir. Sıcak nodüllerin kötü huylu olma olasılığı çok düşüktür (yüzde 3). Sintigrafide “soğuk” görülen, yani hormon salgılamayan nodüllerin kötü huylu olma olasılığı ise yüzde 10 dolayındadır.
İyi huylu soğuk nodüllere İnce iğneyle biyopsi uygulanır. İnce iğne biyopsisi yerel komplikasyon ve biyopsi sonrası metastaz olasılığını en aza indirir. Ama bu yolla güvenilir tanı için yeterli miktarda hücre toplanamayabilir ve kötü huylu adenokarsinom ile iyi huylu adenom arasında kesin ayrım yapılamayabilir. İnce iğne biyopsisi deneyimli bir uzman tarafından yapıldığında olguların yaklaşık yüzde 70′ inde yeterli doku alınır.Sonografinin tanı açısından pek yararı yoktur. Bu yöntem yalnızca katı içerikli nodülle, sıvı içerikli nodul arasında ayrım yapılmasını sağlar. Ama ince iğne biyopsisi derin nodüllerin yerini kesin biçimde saptamaya yardımcı olabilir. Tümörde tutulma düzeyi yüksek olan sezyum-131 ve talyum-201 gibi radyoaktif ilaçlarla sintigrafi, sağlıklı sonuç vermediğinden, genel bir inceleme olarak önerilmez. Doğrudan boyun bölgesine yönelik radyolojik inceleme yararlı olabilir. Örneğin soluk borusuna olan baskı bu yolla saptanabilir.Tiroit tümörünün kötü huylu olduğu kesinleştikten sonra göğüs filmi, sintigrafi ve radyolojik incelemeyle iskelet sisteminin taranması, ayrıca birincil tümörün cerrahi tedavisi ve tiroitin alınmasından sonra iyot-131 vererek bütün vücut sintigrafisinin alınması, uygulanacak başlıca incelemeler arasındadır.Tanı ve tedaviden sonraki izleme sürecinde, tiroit tümörlerinin biyolojik belirteçlerinin kandaki düzeyi önem taşır. Bu belirteçlerin başlıcaları iyodotiroglo-bülin (Tg), kalsitonin (CT) ve Özgün olgularda karsinoeınbriyonik antijendir (CEA). Kanda normal tireoglobülin değeri 1-30 ng/ml (ng: nanogram [bir gramın milyarda biri]) arasındadır. Bu değerler kötü huylu tiroit tümörlerinin varlığına bağlı olarak ve bazı başka tiroit hastalıklarında da artar. İyodotiroglo-bülin değerlermdeki yükselme tanıya yardımcı olabilirse de, bu belirtecin önemi Özellikle girişimin başarısının değerlendirilmesinde ve ameliyat sonrası durumun izlenmesinde ortaya çıkar. Tiroitin alınmasından ve kalan doku parçalarının radyoaktif iyotla yıkıma uğra-tılmasından sonra kanda iyodotiroglo-bülin bulunması, hastalığın yinelediği ya da sürdüğü biçiminde değerlendirilir. Medüller karsinomda kalsitonin düzeyleri genellikle 0,2 ng/ml’yi aşar. Daha düşük değerler tiroit dışı tümörlerde, ayrıca birincil ya da ikincil hiperparati-roidizme bağlı hıperkalsemide (kanda kalsiyum düzeyinin yüksek olması) gözlenir. Karsinoembriyonik antijen, genellikle medüller karsinomun göstergesidir. Cerrahi tedaviden sonra bu belirtecin düzeyindeki değişme, girişimin başarısı bakımından büyük önem taşır.
Söz konusu belirteçler hem tanı, hem de tümörlerle ilgili düzenli kontroller sırasında saptanmalı, sıntigrafıyle tiroglobülin incelemesi birlikte yapılmalıdır. Belirteçlerin olağan değerlerine dönmemesi vücutta kötü huylu hücrelerin kaldığını gösterir. Belirteçlerin yükselmesi durumunda yineleme olasılığı vardır ve incelemeler derinleştırıl-melidir.
TANI
Sintigrafi ve öbür ön incelemelerin tümör kuşkusunu doğrulaması durumunda, tanının kesinleşmesini beklemeden kötü huylu bir tümörü varsaymak yerinde olur. Hücre incelemesi cerrahi girişim sırasında alman parça üstünde yapılır.
Tiroitin çevresine belirgin bir baskı yapması ve sert şişkinlikler taşıması durumunda kötü huylu tümör tanısı neredeyse kesinleşmiş demektir. Şişlik tümöre bağlı değilse, kronik tiroidit (tiroit iltihabı) söz konusu olabilir. Metastaza rastlanmazsa ve kronik tiroidit olasılığı vaı^sa, biyopsi ya da cerrahi girişim sırasında alman hücrelerin incelenmesiyle tam konabilir. Kronik tiroiditin de tedavi yolu cerrahi girişimdir.Yerel ya da genel iltihap belirtileri olmadan tiroitin bir bölümünün hızla büyüyüp sertleşmesi durumunda ve özellikle yapılan sintigrafi incelemesi “soğuk” nodul sonucu verdiğinde kötü huylu tümör olasılığı güçlenir. Ender durumlarda iltihaplanmaya bağlı olmasa bile bu tip sınırlı şişlikler, kötü huylu tümör yerine subakut tiroiditten kaynaklanabilir. Bu olgularda iğne biyopsisi tanıya yardımcı olabilir.
Geçmişte sanılanın tersine, Graves-ı’ Basedow hasalığıyla birlikte görülen nodul kötü huylu olabilir. Bu durumda sintigrafi incelemesi genellikle soğuk nodul sonucu verir. Ama hem kötü huy-tlu, hem “sıcak” nodüller de vardır. özellikle gençlerde iltihaplanmaya bağlı olarak tiroitte büyümeye ve boyunda kütle oluşumuna rastlanabilir. Ama bu kütleler elle muayenede saptanamayan bir tiroit tümörü metastazı olabileceği için, biyopsiyle alınan hücrelerin incelenmesi gerekir.
Çocukluğunda baş-boyun bölgesine ışın tedavisi uygulanmış gençlerde, bir belirti bulunmasa bile sinsi akciğer metastazları olup olmadığım anlamak için göğüs filmi alınmalıdır.
GİDİŞİ VE KOMPLİKASYONLAR
Yerel olarak kanser, boyundaki doku katmanları boyunca ilerleyerek yemek ve soluk borularına yayılır. İlerlemiş evrelerde tümör boyundaki büyük damarları ve sinirleri de etkiler. Akciğerler ve kemikler tümörün sıçrayabileceği başlıca uzak organlardır. Karaciğer, böbrek, beyin ve deri metastazlarına daha seyrek rastlanır.
Hücreleri ileri düzeyde farklılaşmış tümörlerde hastanın yaşama süresi on yıl kadar olabilir. Ama uzak organlarda metastazın görüldüğü birçok olguda hastalık uzun bir duraklama evresinin ardından hızla ilerleyip ölümle sonuçlanmaktadır.
İlerlemiş evrede en sık görülen komplikasyonlar aşağıda sıralanmıştır:
• Gırtlak felcine bağlı ses kaybı.
• Soluk borusuna yayılmaya bağlı solunum güçlüğü.
• Kemik metastazına bağlı kırıklar.
• Tümörün akciğerlere yayılmasına bağlı solunum yetmezliği; daha önce ışın tedavisi uygulanmışsa gelişen akciğer fibrozu (bağdoku artışı) durumu ağırlaştırır.
BEKLENEN GİDİŞİ (PROGNOZ)
Sık görülen farklılaşmış, seyrek görülen farklılaşmamış hücreli tümörlerin gidişleri değişiktir. Farklılaşmamış kar-sinomlarda ortalama iki yıl içinde ölüm görülür. Kesecik (folikül) ya da memecik (papilla) biçiminde sıralanmış tümör oluşumlarının görüldüğü adenokar sinom tiplerinde yaşama süresi 20-30 yıl, hatta daha uzun olabilir. Özellikle adenokarsinom olgularında ilk beş yılda yüzde 85-90′ı bulan sağ kalma oranı, on yılda genellikle yüzde 70′in üstündedir. Uygulanan tedavi tipinden bağımsız olarak 30 yaşın altındaki erişkinler-” de, bu tip tümör hastalıkları çok iyi bir gidiş gösterir. Daha sonraki yaşlarda hastalığın gidişi zamanla kötüleşir. Kadınlardaki gidiş erkeklere göre daha iyidir. Ama genç yaşta, ister erkek ister kadın olsun, lenf düğümü ve akciğer metastazları bile görülse hastalığın gidişi çok iyidir.
TEDAVİ
Temel tedavi, cerrahi girişimle tümörün çıkarılmasıdır. Tümörün bir ya da her iki lobda bulunmasına, kapsüle olan yayılımına, çevrede metastazlı lenf düğümlerinin olup olmadığına göre tiroitin kısmen ya da bütünüyle çıkarılmasına karar verilir. Bu girişimi izleyen 3-4 hafta içinde tiroit hormonu eksikliği (hipotiroidizm) belirginleşir. Hipofizden salınarak tiroitı uyaran ti-rotropin (TSH) adlı hormon farklılaşmış tümörlerin cerrahi girişimle uzaklaştırılmasından sonra geride kalan sağlıksız hücreleri etkileyerek hastalığın yinelemesine yol açabilir. Bu nedenle hormon tedavisi hipotiroidizmı düzeltmenin yanı sıra olası yinelemelere karşı koruyucu bir işlev görür. Farklılaşmış tümörü olan hastalarda, cerrahi girişimden 20-30 gün sonra iyot-131 ile genel vücut sintigrafisi yapılarak olası metastazları araştırmak gerekir.
Farklılaşmamış ya da medüller kar-sinomu olan hastalarda sintigrafi incelemesine gerek bulunmadığından, hormon tedavisi daha erken başlayabilir.
Tiroit tümörleri ışınlamaya fazla duyarlı olmadığından, ışın tedavisi ancak yardımcı bir tedavi yöntemidir. Ameliyat edilemeyen bütün birincil tümörlerde ve köklü bir cerrahi girişim uygulanan farklılaşmamış tümörlerde ,bu yönteme başvurulabilir. İlaç tedavisi, cerrahi tedavi ve ışın tedavisine duyarlı olmayan yaygın tümörlerde uygulanır. Olgulann yaklaşık yüzde 35-50’sinde olumlu yanıt elde edilmektedir.Değişik tedavi türlerinin yan etkileri arasında hipotiroidizmin yanı sıra, tiroit dokusunun bütünüyle alındığı girişimlerden sonra yüzde 4-10 dolayında kalıcı hipoparatiroidizm (kanda kalsiyum miktarının normal düzeyde kalmasını sağlayan paratiroit hormon eksikliği) görülebilir. Kan ve idrardaki kalsiyum düzeyleri saptanarak hastaya göre değişen biçim ve dozlarda kalsiyum ile D vitamini verilmesiyle hipoparatiroidizm denetim altına alınabilir. Rekürent sinirlerin (alt gırtlak sinirleri) cerrahi girişimden etkilenmesine bağlı olarak, olguların yaklaşık yüzde 1-3′ünde geriye dönüşü olmayan biçimde ses kaybı ve konuşma] güçlüğüne yol açan felç ortaya çıkar.; Ama bu durum tümörün yayılması ve baskısından kaynaklanan bir kompli-kasyon da olabilir. Işın tedavisi derialtı bağdokusu artışına (fibroz), bu da seyrek olarak boyun hareketlerinin kısıtlanmasına ve yutma güçlüğüne yol açabilir.
.