Marxist Ekonomi
Karl Marx'ın kapitalist ekonomilerdeki süreçleri inceleyen ve eleştiren “ekonomist” yanıdır. Marx özellikle, değer fiyat ve kâr gibi ekonomik olaylar üzerinde durmuştur. Marx'ın ekonomik olayları ele alıp incelemesindeki amacı, modern herhangi bir ekonomistin amacından farklı değildir: Belirli bir tarih dönemindeki ekonomik olayları ele alarak bu olaylar arasındaki neden-sonuç ilişkilerini tarafsız ve tutarlı bir şekilde ortaya çıkarmak, tıpkı modern iktisatçıların değer, ücret ve kâr kuramlarında ortaya koyduğu tümdengelimci mantık düzeni ve bazı dağınık tümevarımlı verileri ile Marx, hiç değilse sunuş açısından, modern ekonomi kuramına son derece yaklaşmaktadır.
Marx, kapitalist ekonomilerde faaliyette bulunan değer belirleyici kuvvetleri incelerken iki değer biçimi arasında kesin bir ayrım yapar: “Kullanım değeri” ve “mübadele değeri.” İlki, yani kullanım değeri, bir nesnenin mal sahibi için ne kadar kullanışlı olduğunu ya da kullanılmasından mal sahibinin ne kadar yararlandığını, tatmin olduğunu, zevk aldığını gösterir.
Kullanım değeri, bir soyutlamadır. Tamamen içsel bir kavramdır. Kullanım değeri yönünden bir nesnenin niceliğini yalnız ve yalnız onu kullanan ya da kullanacak olan kimse belirleyebilir. O zaman bile, kullanım değeri olan bir başka birime kıyasla, sahibinin nazarında artı ya da eksi nicelikte olabilir.
Marx'ın mübadele değeri teriminden kastı, mübadele sırasında bir birimin diğer bütün birimlere hakim olabilme derecesidir. Bunu daha açık bir şekilde ifade edersek, bir malın “mübadele değeri”, o malın hangi orantılı niceliklerde diğer mallarla mübadele edildiğidir.
Marx'ın sürekli olarak kullandığı değer terimi, aslında mübadele değeri anlamına gelmektedir ve bu bakımdan modern ekonomideki “değer” teriminden hiç de farklı değildir; “kullanım değeri” olmadan “mübadele değeri”nin olamayacağını söyler.
Bütün iktisatçılar gibi Marx da, değişik “mübadele değeri” biçimleri olduğunu belirtmiştir. Doğal değerler (ve onun yanı sıra “doğal fiyatlar”) ile piyasa değerleri (ve onun yanı sıra “piyasa fiyatları”) arasında kesin bir ayrım yapmıştır.
Marx, zaman zaman “doğal değer” ile eşanlamda “gerçek değer” terimini de kullanmaktadır. Marx'ın doğal ya da gerçek değer kavramı ile modern ekonomi biliminin normal değeri arasında hiçbir fark yoktur. “Doğal değer”, bir malın uzun dönemdeki ortalama değer düzeyidir. O malın kısa dönem değerleri, bu düzeyin çevresinde dalgalanır.
Marx'a göre, gerçek değerden sapmalar olmasının tek nedeni, piyasadaki arz ve talep kuvvetleridir. Arz ve talebin noksansız dengesi sırasında, gerçek değer ile piyasa değeri birbirine eşittir. Gerçek değerden sapmalara nasıl arz ve talep kuvvetleri sebep oluyorsa, gerçek değerin oluşumunu da başka bir kuvvet belirlemektedir.
Marx, piyasa değer ve fiyatlarının gerçek değer ve fiyatlara uymadığından sık sık söz eder. Emekteki ortak unsur, süre unsurudur. Yani diyebiliriz ki, tüm mallardaki ortak değer-yaratıcı ve değer-belirleyici unsur, emek süresidir.
Değer kuramını iyice anlayıp özümleyebilmek için birçok noktanın sürekli olarak akılda tutulması gerekir. Marx, “bir maldaki emek miktarı” derken, yalnız ve yalnız üretim sürecinin son aşamasındaki ya da malın “mübadele edilebilir” hale gelmesi için son biçimsel değişmeleri geçirdiği andaki emeği kastetmediğini kesinlikle belirtmiştir.
Bir malın değerini belirleyen emek miktarı, gerekli hammadde, enerji ve makinelerin üretildiği andan başlayarak, o malın bütün üretim aşamlarındaki bütün emeği kapsamına alır. Malın üretimi sırasında aşınan makinelerin onarımında kullanılan emek de, o malın değerini belirleyen emek miktarına dahildir. Aynı şekilde, bir malın hammadde makine yapısı ise, o hammaddenin yapımı sırasında aşınan makinenin onarımına harcanan emek de “o maldaki emek miktarı”na dahildir. Böylelikle her “mal” üretilmesi için değişik zamanlarda, değişik üretim birimlerinde ve değişik biçimlerde kullanılmış olan toplam emeğin bir “maddi zarfı”, bir “kabı”ndan başka bir şey değildir.
Değer kuramı, ürünü ne olursa olsun, ne kadar verimsiz kullanılırsa kullanılsın, her emeğin değer yarattığını kesinlikle öne sürmemiştir. Marx, “bir üründeki emek miktarı ne kadar fazla olursa, o ürünün değeri de o kadar artar” şeklinde bir tartışma geliştirmemiştir. Demek ki “değer-yaratıcısı” olan emek değil, sosyal emektir.
Ücret kuramını ekonomik olaylara uygularken, Marx'ın karşısına iki güçlük çıkmıştır. Gerçek ücret ya da emeğin üretim maliyeti, emekçinin en basit şekli ile maddi yaşamını sürdürmesi için gerekli bir miktar ise, kuram baştan, bazı edimsel ücret durumları ile çelişkiye düşmektedir. Bu görüş kabul edilecek olursa, kapitalist sistem içinde ücretleri arttırmak için girişilecek teşebbüslerin başarısız olacağı da varsayılmaktadır.
Buna karşılık, işçiden gelecek birtakım istek ve çabalarla işgücünün üretim maliyetini genişletmek mümkün olsa, kapitalist sistem içinde işçilerin ücretlerini artırmayı başarmaları olanağı da doğacaktır. Marx, bu iki şıktan birini tam olarak kabul etmeye yanaşmamıştır. Zaman zaman işgücü maliyetinin ücret-belirleyiciliğini asgari maddi geçim açısından ele almakta, zaman zaman ise “asgari geçim” kavramını daha geniş bir kapsam içinde yorumlamaktadır.
Soyut biçimi ile Marx'ın ücretler kuramı, son derece açıktır. Ancak, “işgücü'nün asgari” geçimi kavramının kapsamına nelerin girip nelerin girmediğini ortaya koymak gerekince, bu açıklık kaybolmaktadır. Bu noktadaki ayrımlar, berrak suya bulanıklık getirmiştir. Bazı hallerde “asgari geçim”, beden sağlığının korunması için gerekli araç ve gereçler gibi sınırlamalara sokulmakta, bazı hallerde ise, işçinin geçmişini ve günlük toplumsal çevresini kapsamına alacak şekilde genişletilmektedir.
Marksist kuramları bir bütün olarak düşündüğümüz takdirde, ücretlerin, asgari maddi geçim düzeyi ile sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu görürüz. Asgari maddi geçim düzeyinin bu “çekiş”ine karşıt eğilimler varsa, bu eğilimler ya geçicidir ya da son derece yavaş işlemektedir. Dolayısıyla önemsenecek bir etkileri yoktur ve kapitalist düzende faaliyette bulunan temel kuvvetler arasında sınıflandırılamazlar.
Marx, ücretlerin asgari maddi geçim düzeyini önemli bir şekilde aşmasını önleyen kuvvetlerin kapitalist düzenlerde faaliyette olduğunu söylemiştir. Marx'ın bir “ortalamalar” kavramı yolu ile temel değer kuramında yaptığı değişiklikler yeni bir durum yaratmamıştır.
Değer-belirleme olayının özü yine ilk kuramdır. Aynı şekilde, “asgari geçim” kavramındaki belirli bazı değişiklikler ve ayrıcalıklar sonucu etkilememektedir. İşgücü üretim maliyetinin değer-belirleyici niteliği, yine “asgari maddi geçim”e dayanmaktadır.
Marx, siyasi ekonomistlerin şu yoldaki bazı görüşlerine yabancı değildi: Kapitalistler, ellerine geçen fonları üretim süreçlerinde daha çok işçi istihdam etmek için kullanırken “tasarruf” olmadan sermaye birikimi olayının meydana gelemeyeceğini, bu sebepten, en az işgücü kadar, “tasarruf”un da önemli olduğunu ve pay alması gerektiğini savunmaktaydılar.
Bu görüşlere Marx iki cevap birden vermiştir. İlk cevabı şudur: İlk sermaye fonları, topraklarından koparılıp alınan toprak işçilerinden sağlanmıştır. Modern kapitalistlerin “tasarruf” ettiği iddia edilen fonlar da, ilk sermaye fonları gibi, çalınmıştır. Aradaki fark, hırsızlığın değişik biçimde yapılmasıdır; zira yeni fonlar artık değerden sağlanmaktadır.
Marx'a göre kapitalist düzenin temeli, değer ve ücretleri belirleyen süreçler ile sermaye birikimi olayıdır. Marx, bu süreçleri ve birikim olayını suçlamamıştır. Bunlar kapitalist düzenin parçalarıdır. Ayrılmaz parçalar olarak ne onlar kapitalist düzenin dışında varolabilir ve ne de kapitalist düzen onlarsız yaşayabilir. Tek başlarına bu süreç ve olayları “ahlâksız” diye kötülemek mümkün değildir. Bunları “ahlâk” ve “insanlık” dışı kılan nedenler, kapitalist düzenin ayrılmaz parçaları olarak, insan refahının ve iyiliğinin aksi yönde çalışmalarıdır. Bunlar içsel tutarsızlık ve çelişmeler içindedirler.
Emekçilerin kendilerini sömürmeye çalışan kapitalistin bu çabalarına engel olduklarını ya da kârlılık yüzdesinin aşağı yukarı sabit kaldığını kabul etsek bile, artık değerin varlığı ve ücretlerin geçim düzeyine adeta yapışık olması, kapitalist sistem içinde yeni bir çelişmenin doğmasına sebep olacaktır.
Buhran (depresyon), kapitalist düzene özgü kuvvetlerin kaçınılmaz bir ürünüdür. Marx ve Engels'e göre çöküntü ya da buhranların sebebi şudur: “Bir fabrikadaki üretim sürecinin toplumsal örgütlenişi öylesine bir gelişme noktasına ulaşmıştır ki, toplumdaki üretim anarşisi ile bağdaşmayacak durumdadır.”
Yeni makineler kullanmak ve sanayi bireyinin çıktısını arttırmak için, kapitalist işverenin üzerinde rekabet koşullarının yarattığı sürekli bir baskı vardır. Adı geçen bireyin karar verme yetkisi yalnızca kendisine ait olduğu için de, yeni makineler alabilecek durumdadır. Emek, istihdam şekillerini de değiştirebilir ve değiştirir. Böylelikle sanayi bireyindeki sürecin bütün unsurlarını eşgüdümleyerek (koordine ederek), ürünlerin daha büyük hacimde çıktısını sağlar.
Bütün kapitalist işverenler aynı baskıya açık olduklarından, hepsi de böyle bir politika izlerler. Bu durum, tek tek düşünüldükleri takdirde, bütün sanayi bireyleri için son derece akılcı ve doğru bir yöntemdir. Toplumdaki tüm sanayii bir bütün olarak düşünürsek, toplam çıktı ve toplam piyasa alış gücü arasında eşgüdümü sağlayacak unsurların bulunmaması sebebiyle, sanayinin içinde bulunduğu koşullar hızla “anarşi”ye döner.
Marx'a göre, kapitalist sanayi bireyleri arasında gitgide kızışan rekabet, “mali sermaye” ve “kapitalist emperyalizm” e yol açacaktır. “Sermaye tekelleri, üretimin tümünün prangaya vurulmasından başka bir şey değildir.”
Marx ayrıca, merkezileşme ve birçok sermayedarın birkaç sermayedar tarafından yutulması olayının ayrılmaz bir parçası olarak, “insanların, dünya pazarlarının ağına düşmesi” ve “kapitalist rejimlerin enternasyonalist (uluslararası) çehresinin oluşması”nı görmektedir.
Mali sermayenin kapitalist bir ülkenin sınırlarından taşarak bir başka ülkeye sıçraması anından itibaren, kapitalist emperyalizm aşamasından söz edilebilmektedir. Mali sermayenin egemenliği, işte tam anlamı ile ve köklü bir şekilde kurulmadan, yani sermaye bir ülkeden diğer bir ülkeye kolaylıkla taşınabileceği “para” ya da “kredi” biçimlerini almadan, kapitalist emperyalizm aşamasının başlama olanağı yoktur.
Kapitalist emperyalizm “tartışılmayacak bir şekilde, kapitalist gelişmenin özel bir aşamasını oluşturmaktadır. Ama emperyalizmin ne zaman başlayacağı üzerinde tahminlerde bulunarak fikir yürütmek saçmalıktır.”
Emperyalizmin değişik kapitalist “mali sermaye” ile ve kapitalist ülkelerde değişik zamanlarda başlaması olağandır. Zira, kapitalist koşullar altında değişik teşebbüslerin, tröstlerin, sanayi kollarının ve ülkelerin eş ve koşut bir gelişme göstermesi olanaksızdır.
Kapitalist emperyalizm aşama özelliklerini, pazarların ve mali sermaye için kârlı yatırım alanlarının bulunup korunması amacına yönelmiş emperyalist bir mücadeleden almaktadır. Kapitalist üretimin bu aşamasında gelişmenin kesintili ve zaman zaman tutarsız olmasına rağmen, 1916 yılında Lenin, “bu aşamanın bazı ülkelerde başladığını” söylemiştir.
Marksist kurama göre, kapitalist üretimin yarattığı çelişkiler varolduğu ülkeden taşarak bütün dünya üzerinde genişleme ve gelişme olanaklarına kavuşursa, ortaya kapitalist emperyalizm çıkar. Ulusal sınırları aşan mali sermaye ve tekeller, özgürlük için değil, birbiri üzerinde egemenlik kurmak için mücadele ederler.
Marksist kurama göre, kapitalist emperyalizmin hem yaratıcısı ve hem de varlığını sürdürdüğü alan durumunda bulunan kapitalist üretim sürecini parçalayacak yıkıcı kuvvetler, emperyalist savaş ya da savaşlar tarafından harekete getirilip geliştirilecektir.