A Anlamı, Karşılığı

# A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P Q R S Ş T U Ü V W X Y Z

İngilizce - Türkçe

  • a
    s. (ünsüzlerden önce) 1. bir, herhangi bir: We went on a sunny day. Güneşli bir günde gittik. They´ve bought a house. Ev aldılar. In this establishment everyone works an eight-hour day. Bu kuruluşta herkes günde sekiz saat çalışır. 2. (sayı olarak) bir: a hundred students yüz öğrenci. 3. Belirli bir tür veya nitelikte biri/bir şey için kullanılır: It´s a fruit. O bir meyvedir. A rolling stone gathers no moss. Yuvarlanan taş yosun tutmaz. A Mr. Taş telephoned. Bay Taş diye biri telefon etti. This is a camellia that´s resistant to cold. Soğuğa dayanıklı bir kamelyadır bu. 4. Miktar belirtir: twice a year yılda iki kez. five dollars a kilo kilosu beş dolar. 5. her; çoğu: A spider has eight legs. Örümceklerin sekiz bacağı vardır. A horse won´t do it, but a mule will. At yapmaz, ama katır yapar.
  • a bad egg
    argo ciğeri beş para etmez adam.
  • a bad lot
    k. dili sağlam ayakkabı değil, sütü bozuk; it kopuk.
  • a bad mark
    kırık not, kötü not.
  • a bad sailor
    deniz tutan kimse.
  • a bad turn
    kötülük.
  • a bare chance
    zayıf bir ihtimal.
  • a bit
    biraz.
  • a bitter pill
    acı bir reçete/ilaç, beraberinde zorluklar getiren bir çözüm yolu.
  • a black eye
    morarmış göz.
  • a bottle of milk
    bir şişe süt.
  • a broken reed
    k. dili güvenilmez kimse/şey.
  • a can of worms
    k. dili içinden çıkılması zor bir durum; çözümlenmesi güç bir problem.
  • a cappella 1
    z. herhangi bir çalgının eşliği olmadan, çalgısız, enstrümansız (şarkı söylemek).
  • a cappella 2
    s. 1. çalgı eşliği olmadan şarkı söyleyen (koro). 2. çalgısız, enstrümansız (müzik).
  • a card up one´s sleeve
    k. dili kurtarıcı.
  • a case in point
    söz konusu edilen şeyin bir örneği.
  • a chip off the old block
    k. dili hık demiş babasının burnundan düşmüş.
  • a citizen of Turkey
    Türk vatandaşı.
  • a contradiction in terms
    sözlerde çelişme.
  • a couple of
    1. iki. 2. birkaç.
  • a couple of minutes
    birkaç dakika.
  • a crack shot
    keskin nişancı.
  • a cursory glance
    göz gezdirme.
  • a cut above
    k. dili -den bir gömlek üstün.
  • a dab of
    azıcık: Put a dab of the ointment on the wound. Yaraya merhemden biraz sür.
  • a dark day
    1. karanlık gün. 2. kötü gün.
  • a dead loss
    bir işe yaramayan nesne/kimse.
  • a demanding boss
    çok iş bekleyen patron.
  • a demanding job
    çok emek isteyen iş, zahmetli iş.
  • a desperate situation
    vahim bir durum.
  • a drain on the resources
    bütçeye yük olan şey.
  • a drink of water
    bir bardak su.
  • a drive for funds
    para toplamak için açılan kampanya.
  • a drop in a bucket
    k. dili devede kulak.
  • a dry speech
    yavan söz, tatsız konuşma. have s.t. dry-cleaned bir şeyi kuru temizleyiciye vermek, bir şeyi temizletmek.
  • a fainting fit
    baygınlık nöbeti. 2. (güçlü bir duygunun patlak verdiği) an: He threw it away in a fit of anger. Bir hiddet anında onu çöpe attı.
  • a fat chance
    argo çok zayıf bir ihtimal.
  • a feast for the gods
    şahane bir ziyafet.
  • a feather in one´s cap
    k. dili koltukları kabartan başarı.
  • a feather in one´s cap
    övünülecek başarı.
  • a feeling of insecurity
    güvensizlik duygusu.
  • a few
    birkaç.
  • a fifth
    A.B.D. (içki ölçüsü) galonun beşte biri, 84 santilitre.
  • a figment of the imagination
    hayal ürünü, hayal mahsulü.
  • a fine distinction
    ince fark.
  • a fit of nerves
    sinir krizi.
  • a flight of stairs
    bir kat merdiven.
  • a fool´s errand
    saçma bir iş.
  • a friend of mine
    bir dostum.
  • a friend of ours
    dostlarımızdan biri, bir dostumuz.
  • a fright
    k. dili korkunç derecede çirkin, tuhaf veya insanı şoke eden kimse: She looked a fright in that wig. O perukla görünümü korkunçtu.
  • a full week
    1. tam bir hafta. 2. olaylarla dolu bir hafta.
  • a gleam of hope
    bir ümit ışığı.
  • a glimmer of hope
    bir ümit ışığı.
  • a good
    1. epey, epeyi, bir hayli; birçok: He was there a good while. Orada epey kaldı. A good many of the camellias were in bloom. Birçok kamelya çiçek açmıştı. 2. en az: They waited a good ten minutes. En az on dakika beklediler.
  • a good command of
    (a language) (bir dili) rahat konuşabilme.
  • a good deal
    1. çok: That cost him a good deal. Ona pahalıya mal oldu. Its climate is a good deal like Cairo´s. Havası Kahire´ninkine çok benziyor. 2. k. dili kelepir. 3. k. dili iyi bir şey.
  • a good deal/a great deal
    birçok, bir hayli.
  • a good distance off
    epey uzakta.
  • a good loser
    oyunu kaybedince kızmayan kimse.
  • a good many
    birçok, hayli.
  • a good provider
    ailesine iyi bakan kimse.
  • a good turn
    bir iyilik: He did me a good turn. Bana bir iyilik etti.
  • a good turn
    iyilik.
  • a good way
    k. dili 1. hayli mesafe. 2. iyi bir çare/yol.
  • a great many
    pek çok.
  • a hard act to follow
    aşılması/ulaşılması zor bir başarı.
  • a hard nut to crack
    k. dili 1. başarılması zor iş. 2. çetin ceviz.
  • a hard/tough nut to crack
    k. dili çetin ceviz.
  • a heavy sea
    dalgalı deniz.
  • a hell of a lot
    argo çok fazla.
  • a horse of another color
    tamamıyla farklı bir konu.
  • a host of
    bir sürü.
  • a howling success
    büyük bir başarı.
  • a kilo of bananas
    bir kilo muz.
  • a kind of millionaire
    milyoner gibi bir şey.
  • a knockout
    k. dili çok güzel/fevkalade biri/bir şey.
  • à la carte
    alakart.
  • a labor of love
    hatır/zevk için yapılan iş, gönüllü yapılan iş.
  • a labor of love
    k. dili hatır için yapılan iş.
  • a large proportion of the profits
    kârın büyük bir bölümü.
  • a lasting impression
    derin bir iz; büyük bir etki.
  • a leading question
    verilecek cevabı belirleyen soru.
  • a length of piping
    (belirli uzunlukta) bir boru parçası.
  • a little
    biraz: Give me a little time. Bana biraz zaman verin.
  • a little bit
    azıcık, bir parça.
  • a little terror
    k. dili çok yaramaz/haşarı çocuk, canavar.
  • a live issue
    günün önemli sorunu.
  • a long face
    ekşi yüz.
  • a long haul
    1. uzun taşıma mesafesi. 2. uzun süren zor bir iş.
  • a long shot
    ufak bir ihtimal.
  • a long shot
    başarı ihtimali az olup gerçekleşince kazancı çok olan bir iş.
  • a long way off
    çok uzakta.
  • a lot
    çok: They like her a lot. Ondan çok hoşlanıyorlar. She´s a lot better. O çok daha iyi.
  • a lot of
    çok/pek çok (şey): She bought a lot of books. Çok kitap aldı.
  • a man in my position
    benim durumumda olan bir adam.
  • a man of few words
    az konuşan adam.
  • a marked difference
    belirgin bir fark.
  • a marked man
    mimli adam, mimlenmiş adam.
  • a matter of indifference
    ilgilenmeye değmeyen sorun.
  • a matter of life and death
    ölüm kalım meselesi.
  • a matter of life and death
    ölüm kalım meselesi.
  • a matter of two dollars
    iki dolar meselesi.
  • a mess of
    bir yemeklik (yeşillik).
  • a minus quantity
    sıfırdan aşağı miktar.
  • a modicum of
    1. zerre kadar, bir nebze: There´s not a modicum of truth in it. Onda zerre kadar hakikat yok. 2. az bir miktar; pek az: He drank only a modicum of wine. Pek az şarap içti.
  • a month hence
    bundan bir ay sonra.
  • a month of Sundays
    çok uzun bir zaman.
  • a new lease on life
    (hastalıktan/üzüntüden sonra) yeniden hayata başlama.
  • a number of
    birtakım, birkaç.
  • a pack of cards
    iskambil destesi.
  • a pack of lies
    bir sürü yalan.
  • a pair of denims
    kot pantolon, cin; blucin.
  • a pair of dungarees
    blucin, kot.
  • a pair of scales
    terazi.
  • a pair of scissors
    makas.
  • A penny for your thoughts.
    k. dili Ne düşünüyorsunuz?
  • a piece of cake
    k. dili çok kolay bir iş.
  • a pillar of society
    topluma dayanak olan kimse, nüfuzlu kimse; bir yerin eşrafından olan biri.
  • a play on words
    kelime oyunu.
  • a plum job/post
    çok iyi bir iş, herkesin istediği bir iş.
  • a poor shot
    nişancı olmayan kimse, hedefi iyi vuramayan kimse.
  • a pretty penny
    k. dili epeyce para, külliyetli miktarda para.
  • a priori
    s. önsel, apriori.
  • a private person
    kendinden bahsetmekten kaçınan kimse.
  • a proud day for us
    bizim için övünç dolu bir gün.
  • a quick one
    k. dili çabuk içilen/içilmiş bir içki.
  • a raft of
    bir yığın, bir sürü, pek çok.
  • a ray of hope
    umut ışığı.
  • a ready pen
    iyi yazı yazma yeteneği.
  • a remote chance/possibility
    uzak bir ihtimal, ufak bir olasılık.
  • a request for help
    yardım dileme.
  • a ripple of conversation
    dalga gibi yükselip alçalan konuşma sesi.
  • A rolling stone gathers no moss.
    Yuvarlanan taş yosun tutmaz./İşleyen demir pas tutmaz.
  • a round peg in a square hole
    bulunduğu yere hiç uygun olmayan kimse. clothes-peg i., İng. çamaşır mandalı.
  • a run of luck
    şans zinciri.
  • a running battle
    uzun süren bir ihtilaf.
  • a safe bet
    elde bir.
  • a scrap of evidence
    çok ufak bir delil.
  • a sea of faces
    insan kalabalığı.
  • a sense of responsibility
    sorumluluk duygusu.
  • a shade
    biraz, azıcık: Lower your voice a shade. Sesini biraz alçalt.
  • a shot in the arm
    birine birdenbire moral veren bir şey.
  • a shot in the dark
    körü körüne bir deneme.
  • a sight
    k. dili çok daha: It´s a sight dirtier than I thought it´d be. Tahmin ettiğimden çok daha kirli.
  • a spate of
    pek çok, bir sürü.
  • a square deal
    k. dili adil bir anlaşma.
  • a stomach upset
    mide bozukluğu.
  • a stormy passage
    fırtınalı deniz yolculuğu.
  • a tissue of lies
    bir sürü yalan.
  • a trifle
    biraz, azıcık.
  • a twist of the wrist
    hüner, ustalık.
  • a vintage year
    1. kaliteli şarabın elde edildiği yıl. 2. başarılı bir yıl.
  • a wad of gum
    pabuç kadar çiklet.
  • a wee bit
    k. dili 1. azıcık, birazcık. 2. oldukça.
  • a week off
    1. bir haftalık izin. 2. bir hafta sonra.
  • a whale of a
    k. dili 1. çok büyük: a whale of a difference çok büyük bir fark. 2. müthiş, dehşet, çok güzel: a whale of a novel müthiş bir roman.
  • a white lie
    zararsız yalan.
  • a whole lot of
    k. dili pek çok: A whole lot of people don´t approve of this. Pek çok kişi bunu hoş görmüyor.
  • a wodge of
    1. bir yığın, bir sürü: He laid a wodge of papers on the table. Masaya bir sürü evrak koydu. 2. koca/iri bir parça: a wodge of chocolate koca bir parça çikolata.
  • a world power
    pol. dünya çapında bir güç.

Türkçe - İngilizce

  • A
    1. the letter A. 2. chem. A (argon). 3. mus. A (the sixth note in the scale of C major or the key based on this note). 4. used repeatedly at the beginning of a sentence to show astonishment: A a a! Bu ne böyle? What on earth is this? 5. used at the beginning of a sentence to show affection or pleasure: A canım, söyle! What is it, honey? A ne güzel! How nice! 6. used at the beginning of a sentence to show exasperation: A dostum, beni iflasa sürükleyeceksin! Look here my friend, you´re going to reduce me to bankruptcy. 7. used to show resignation or pity: A birader, felek hiç bize güler mi? Ah brother, will fortune ever smile on us? A zavallı, ne olacak hali? Poor man, what´s going to become of him? --´dan Z´ye kadar from A to Z, completely, every single one of ...: Bu dosyadakileri A´dan Z´ye kadar biliyorum. I know what´s in this file from A to Z. A köse, sayılmadık kaç tel sakalın var? colloq. Come on now, who do you think you are? (said to someone who has a very exaggerated idea of his own importance).
  • A
    1. Heavens! What the devil ...? (used to show astonishment): A! Bu ne? What the devil is this? 2. Ah, ...! (used to show affection or pleasure): A! Ne güzel! Ah, how nice! 3. Look, ...! Look here, ...! (used to show mild anger or exasperation): A! Fazla ileri gittin artık! Look, now you´ve gone too far! A! Beni sinirlendiriyorsun artık! Look here, you´re beginning to make me angry now!
  • a
    used to reinforce the meaning of a verb: “Sen sus!” “Sustum a!” “Shut up!” “I have!”; Oyunculuğu seviyorsun a, en mühimi o! You really love acting. That´s the most important thing! Malum a! It´s well known!