BE Anlamı, Karşılığı

# A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P Q R S Ş T U Ü V W X Y Z

İngilizce - Türkçe

  • be
    f. (--en, --ing) (kuraldışı çekimleri: şimdiki zaman I am; he/she/it is; we/you/they are; eski thou art. geçmiş zaman I/he/she/it was; eski thou wast; we/you/they were; eski thou wert. miş´li geçmiş zaman I have been) olmak, vaki olmak; varlığını göstermek, mevcut olmak. yardımcı f. -dır. edilgen fiil yapmaya yarayan yardımcı fiil: be seen görünmek.
  • BE
    kıs. bill of exchange.
  • be vexed with s.o.
    birine kızmak.
  • be ­unashamed
    (of) (-den) utanmamak/utanç duymamak.
  • be ... shy
    (birinin) (belirli bir miktarda) eksiği olmak: We´re only twenty dollars shy of a million. Bir milyona varabilmek için yalnızca yirmi dolar eksiğimiz var.
  • be (caught) between a rock and a hard place.
    k. dili iki ateş arasında kalmak; iki arada kalmak; iki cami arasında kalmış beynamaza dönmek; iki arada bir derede kalmak.
  • be a bad judge of
    -den anlamamak.
  • be a basket case
    k. dili 1. berbat bir halde olmak. 2. ambale olmak, doğru dürüst düşünemez halde olmak.
  • be a big deal
    k. dili çok önemli olmak.
  • be a byword for
    mec. ile eşanlamlı olmak.
  • be a disgrace to
    -in yüzkarası olmak.
  • be a good judge of
    -den anlamak, -in ne olduğunu bilmek.
  • be a hard worker
    çok çalışkan olmak.
  • be a match for
    (birinin) dengi olmak.
  • be a nervous wreck
    k. dili sinirleri bozulmuş olmak.
  • be a nuisance to
    -in başının belası olmak.
  • be a part and parcel of
    (bir şeyin) önemli bir öğesi olmak: These words are now part and parcel of the language. Bu sözcükler artık dilin önemli bir parçası oldu.
  • be a past master at
    (bir konuda) çok usta olmak.
  • be a physical wreck
    sağlığı bozulmuş olmak.
  • be a picture of health
    turp gibi olmak.
  • be a poor loser
    yenilince kızıp küsmek.
  • be a shadow of one´s former self
    1. (biri) epeyce çökmüş olmak. 2. (biri) epeyce çaptan düşmüş olmak. 3. eski halinden çok düşmüş olmak.
  • be a stranger to
    -in yabancısı olmak.
  • be a subject of/for
    ... konusu olmak: She was a subject of gossip throughout the village. Köydeki herkesin dedikodu konusu idi.
  • be a thing of the past
    (bir şey) artık geçmişe ait bir şey olmak.
  • be a whiz at
    k. dili (bir konuda) çok becerikli olmak, (bir işin) ustası olmak.
  • be abhorrent to
    1. -e iğrenç gelmek. 2. -e son derece ters/aykırı gelmek.
  • be about
    1. (kötü bir şey) kol gezmek: Smallpox was about in the town. Şehirde çiçek kol geziyordu. 2. ayakta olmak: That morning she was about at the crack of dawn. O sabah şafak söktüğünde ayaktaydı.
  • be about
    üzere olmak; meşgul olmak.
  • be about s.t.
    bir şey yapmak, bir şeyle meşgul olmak: What are you about? Sen ne yapıyorsun? You´ve been long enough about it! Amma uzun sürdü! He knows what he´s about. Ne yaptığını biliyor.
  • be about to
    -mek üzere olmak: I was about to go out the door. Kapıdan çıkmak üzereydim. I knew by heart the poems about to be read. O sırada okunacak olan şiirleri ezbere biliyordum.
  • be above reproach
    eleştirilemez olmak.
  • be above suspicion
    -den şüphe edilemez olmak: He´s above suspicion; he couldn´t have been there when it happened. Ondan şüphe edilemez; olay sırasında orada olamazdı.
  • be above suspicion
    her türlü şüpheden uzak olmak.
  • be abroad
    1. yurtdışında olmak. 2. artık sır olmaktan çıkmış olmak: How´d it get abroad that I was here? Burada bulunduğum nasıl keşfedildi? 3. ev dışına çıkmış olmak, dışarıda olmak: Why are you abroad so early in the morning? Sabahleyin böyle erkenden niye dışarı çıktın?
  • be absorbed in
    tüm dikkatini (bir şeye) vermiş olmak.
  • be abundant in
    -de bol/çok olmak: The forest was abundant in game. Ormanda av hayvanı çoktu.
  • be accordant with
    -e uygun olmak; ile uyumlu olmak.
  • be accustomed to
    -e alışkın olmak.
  • be acquainted with
    1. ile tanışmak, -i tanımak. 2. -i bilmek, -e aşina olmak.
  • be acquitted
    (of) (-den) beraat etmek, temize çıkmak.
  • be addicted to
    (bir şeyin) bağımlısı/tiryakisi olmak.
  • be adrift
    akıntıyla sürüklenmek. z.
  • be advisable
    Tavsiyeleri pekiştirmek için kullanılır: Great caution is advisable. Son derece dikkat edilmeli.
  • be affiliated with
    -e bağlı olmak.
  • be afflicted with
    -den mustarip olmak.
  • be afloat
    1. su üstünde yüzmek. 2. (mali açıdan) ayakta kalmak, zarar etmemek: The firm is afloat. Şirket masrafını çıkarıyor. 3. (söylenti) dolaşmak: Rumors are afloat. Ortalıkta şayialar dolaşıyor.
  • be afraid
    (of) (-den) korkmak.
  • be afraid of one´s own shadow
    kendi gölgesinden korkmak.
  • be after
    peşinde olmak.
  • be alien to
    (birine) yabancı gelmek.
  • be alive to
    -in farkında olmak.
  • be alive with
    kaynamak, çok miktarda bulunmak.
  • be all broken up over
    -den dolayı çok üzgün olmak.
  • be all ears
    kulak kesilmek, dikkatle dinlemek.
  • be all eyes
    gözünü dört açmak.
  • be all for
    -i candan desteklemek, -e taraftar olmak.
  • be all in
    k. dili pestili çıkmak; çok yorgun olmak.
  • be all keyed up
    çok heyecanlı olmak; endişe içinde olmak.
  • be all right
    1. iyi olmak, zarara uğramamış olmak: Are you all right? İyi misin? 2. iyi olmak, fena olmamak: His grades are all right. Notları fena değil. 3. uygun olmak, olmak: Is it all right if she comes too? O da gelse olur mu?
  • be all thumbs
    k. dili 1. elleriyle iş yapmaya gelince beceriksiz olmak. 2. at (belirli bir konuda) beceriksiz olmak.
  • be all wet
    k. dili çok yanılmak.
  • be all wet
    k. dili 1. tamamen yanlış olmak. 2. yanılmak, yanılgıya düşmek.
  • be along
    gelmek.
  • be along for the ride
    k. dili (iş için değil) eğlenmek/vakit geçirmek için (hazır) bulunmak.
  • be amiss
    gerektiği gibi olmamak.
  • be an old hand at
    (bir konuda) bayağı tecrübeli olmak.
  • be anathema to
    ... tarafından nefret edilen biri olmak: She was anathema to the left-wingers. Solcular ondan nefret ettiler.
  • be angry about
    -e sinir olmak.
  • be angry at
    -e kızgın olmak, -e kızmak.
  • be angry with s.o.
    birine gücenmiş olmak.
  • be annoyed with
    (birine) kızgın olmak.
  • be answerable for s.t.
    bir şeyden sorumlu olmak.
  • be answerable to s.o.
    birine karşı sorumlu olmak.
  • be anxious about
    -i merak etmek.
  • be anxious for s.o. to
    (birinin bir şeyi yapmasını) çok istemek.
  • be anxious to
    k. dili -i çok istemek.
  • be as good as one´s bond
    son derece güvenilir olmak.
  • be as good as one´s word
    sözünü tutmak, sözünü yerine getirmek.
  • be as good as one´s word/promise
    sözünü tutmak, sözünde durmak, sözünü yerine getirmek.
  • be as thick as thieves
    k. dili sıkı fıkı olmak, canciğer kuzu sarması olmak.
  • be ashamed
    utanmak.
  • be asleep
    uyumak.
  • be assailed with doubts
    kuşkular içinde olmak.
  • be assassinated
    suikasta uğramak, suikasta kurban gitmek.
  • be associated with
    ile ilişkisi olmak; ile ilgisi olmak.
  • be astonished at
    -e hayret etmek.
  • be at
    -de bulunmak, -de olmak.
  • be at a disadvantage
    dezavantajlı olmak.
  • be at a loss for words
    ne diyeceğini şaşırmak/bilememek.
  • be at a loss for words
    ne diyeceğini şaşırmak, söyleyecek söz bulamamak.
  • be at a low ebb
    1. (birinin) morali bozuk olmak. 2. çok azalmış olmak.
  • be at a standstill
    durmak, durmuş vaziyette olmak; kesilmek, kesilmiş vaziyette olmak.
  • be at bay
    çok zor bir durumda olmak.
  • be at cross purposes
    -in amaçları birbirine ters düşmek/birbiriyle çelişmek.
  • be at daggers drawn
    kanlı bıçaklı olmak.
  • be at fault
    kabahatli olmak.
  • be at hand
    el altında olmak; yakında olmak.
  • be at loggerheads
    (with) (ile) ihtilafa düşmüş olmak.
  • be at loose ends
    k. dili 1. meşgul olmamak, boş olmak. 2. boşta gezmek.
  • be at loose ends
    serbest olmak, (birinin) bir işi olmamak.
  • be at odds
    1. (birilerinin) araları açık olmak. 2. with -e aykırı olmak.
  • be at one´s back
    bir kimseye arka çıkmak.
  • be at one´s best
    en iyi durumda olmak, formunda olmak.
  • be at one´s elbow
    yanı başında olmak, yanında olmak.
  • be at one´s wit´s end
    ne yapacağını bilmemek, şaşırmak.
  • be at one´s wits´/wit´s end
    k. dili ne yapacağını şaşırmak.
  • be at rest
    hareketsiz olmak, hareket etmemek.
  • be at risk
    tehlikede olmak.
  • be at s.o.´s beck and call
    her an birinin emrinde olmak.
  • be at s.o.´s disposal
    birinin emrinde olmak: While I´m away my house is at your disposal. Ben yokken evim emrinizde.
  • be at s.o.´s disposition
    birinin emrine amade olmak.
  • be at s.o.´s service
    birinin hizmetinde olmak.
  • be at sea
    1. denizde olmak; (açık denizde seyreden) gemide olmak. 2. k. dili şaşkına dönmüş olmak.
  • be at the end of one´s rope
    çaresiz kalmak.
  • be at the end of one´s tether
    son kozunu oynamış olmak.
  • be at the end of one´s tether
    k. dili çok zor bir durumda olmak, ne yapacağını şaşırmış olmak.
  • be at the mercy of
    -in insafına kalmış olmak.
  • be at the point of death
    ölmek üzere olmak.
  • be at variance with
    1. ile uyuşmamak, ile araları bozuk olmak. 2. -e ters düşmek, ile çelişmek.
  • be at war
    savaş halinde olmak.
  • be at work
    işte olmak, iş başında olmak.
  • be averse to
    1. -den hoşlanmamak: He is averse to hard work. Çok çalışmaktan hoşlanmıyor. 2. -e karşı olmak: They were averse to our plan. Planımıza karşıydılar.
  • be avid for
    (bir şeyi elde etmek için) çok hırslı/arzulu olmak.
  • be awake to
    -in farkında olmak.
  • be aware of
    -in farkında olmak; -den haberdar olmak.
  • be awash
    1. suyla kaplı olmak, sular altında olmak. 2. (bir şey) su içinde yüzmek. 3. with ile dolu olmak; bol miktarda bulunmak.
  • be bad for
    -e zararlı olmak.
  • be bad news
    k. dili hiç iyi biri/bir şey olmamak.
  • be badly off
    k. dili fakir/yoksul olmak.
  • be baffled
    şaşırmak.
  • be bang on
    İng., k. dili tam isabet etmek, taşı gediğine koymak.
  • be based on
    -e dayanmak.
  • be behind the eight ball
    argo zor/müşkül bir durumda olmak.
  • be behind the times
    çağın gerisinde kalmak.
  • be beneath s.o.
    birine yakışmamak, birinin tenezzül etmeyeceği bir şey olmak: That´s beneath you. O sana yakışmaz.
  • be bent on/upon
    -i kafasına/aklına koymuş olmak.
  • be bent out of shape
    k. dili küplere binmek, çıldırmak.
  • be beset by/with
    1. -in (olumsuz yönleri) çok olmak: This project´s beset with problems. Bu proje problemlerle dolu. 2. -i kaplamak, -i istila etmek: I was suddenly beset by doubts. Birdenbire içimi kuşkular kapladı.
  • be beside the point
    konuyla ilgisi olmayan bir şey olmak.
  • be beside the point/question
    -in (konuşulan şeyle) hiç ilgisi olmamak: That´s beside the point. Onun alakası yok.
  • be besotted with
    İng. -e kapılmak, ... sevdasına kapılmak, kendini -e kaptırmak.
  • be better off
    daha iyi durumda olmak.
  • be beyond belief
    inanılması mümkün olmamak, inanılmaz olmak.
  • be beyond dispute
    tartışma götürmemek.
  • be beyond one´s ken
    (birinin) hiç bilmediği bir şey olmak.
  • be beyond s.o.´s grasp
    1. birinin kavrayışının dışında olmak. 2. birinin elinden kurtulmuş olmak: They´re beyond his grasp now. O artık onlara dokunamaz. 3. birinin elde edemeyeceği bir şey olmak.
  • be beyond the pale
    hiç kabul olunacak/onaylanacak bir şey olmamak.
  • be beyond/without a shadow of a doubt
    zerre kadar şüphe kalmamak.
  • be booked up
    1. -in programı dolu olmak. 2. -in tüm yerleri dolu/rezerve olmak.
  • be bored stiff
    k. dili sıkıntıdan patlamak/çatlamak.
  • be born with a silver spoon in one´s mouth
    k. dili zengin bir ailenin çocuğu olmak.
  • be bound to
    -mesi kesin gibi/kesin olmak: He´s bound to win. Kazanması kesin gibi.
  • be broken to smithereens
    paramparça olmak.
  • be burned/burnt out
    yangın yüzünden sokakta kalmak.
  • be cast adrift
    akıntıya bırakılmak.
  • be caught short
    1. parası çıkışmamak. 2. of yanında yeterli miktarda (bir şey) olmamak. 3. İng. sıkışmak, aptesi gelmek.
  • be centrally located
    merkezi bir yerde olmak, şehrin merkezinde bulunmak.
  • be chary of
    (bir konuda) son derece ihtiyatlı davranmak/dikkatli olmak: Be chary of investing your money in that company. Paranızı o şirkete yatırmadan önce iyice düşünün.
  • be close to
    1. (belirli bir zaman veya yerde) -e yakın olmak. 2. -in yakını olmak.
  • be closeted with
    görüşme amacıyla (birisi) ile odaya kapanmak.
  • be cognizant of
    -den haberdar olmak, -in farkında olmak, -i bilmek.
  • be comparable
    1. to -e benzemek. 2. with ile karşılaştırılabilir olmak.
  • be composed of
    -den oluşmak, -den ibaret olmak.
  • be concerned about
    -den kaygılanmak, -den endişe duymak, -i merak etmek.
  • be conditioned by
    (bir şey) (başka bir şeye) bağlı olmak: Your spending capacity is conditioned by the size of your income. Harcamaların gelir miktarına bağlı.
  • be conducive to
    insanı -e davet etmek/sevketmek, -e müsait olmak: This is a place that´s conducive to reflection. Burada insan derin düşüncelere dalabilir.
  • be congenial
    1. to -e hoş gelmek. 2. with -e uygun olmak.
  • be conscious of
    -in farkında olmak, -i bilmek.
  • be consoled
    avunmak.
  • be contrary to
    -e zıt olmak, -e ters düşmek.
  • be convulsed with laughter
    gülmekten katılmak.
  • be crazy about
    -e bayılmak.
  • be cross with
    -e dargın olmak.
  • be cursed
    lanetli olmak.
  • be damaged in shipment
    (mal) yoldayken hasar görmek.
  • be delayed
    gecikmek, geç kalmak.
  • be delighted with
    -e çok sevinmek.
  • be desirous of
    -i arzu etmek, -e can atmak.
  • be destined
    for/to talih tarafından bir şeye yöneltilmek: He was destined for greatness. Kader onu büyük bir adam olmaya yöneltti. He was destined to become president. Talih onu cumhurbaşkanlığına yöneltti.
  • be destined for
    (bir yere doğru) yol almak/gitmek; (bir yere doğru) gidecek olmak: The ship was destined for China. Gemi Çin´e doğru yol alıyordu.
  • be disdainful of s.t.
    bir şeyi hor görmek.
  • be disenchanted with
    gözünden düşmek: I´m disenchanted with him. O, gözümden düştü.
  • be disgusted with
    -den bıkmak.
  • be disposed to
    ... eğiliminde olmak.
  • be done for
    k. dili 1. mahvolmak; belaya çatmak. 2. pestili çıkmak, canı çıkmak.
  • be doomed to
    (kötü bir şeye) mahkûm olmak.
  • be down in the dumps
    çok neşesiz olmak, canı sıkkın olmak.
  • be down on
    -e karşı olmak.
  • be down to the wire
    k. dili (bir şeyi yapmak için tanınan mühlet) bitmek üzere olmak; (bir işin) sonuna yaklaşmış olmak: We´re down to the wire. Bu işin sonuna yaklaştık.
  • be dressed in tatters
    (birinin) üstü başı yırtık pırtık olmak, yırtık pırtık giysiler içinde olmak.
  • be dressed up fit to kill
    iki dirhem bir çekirdek olmak, çok süslenmiş olmak.
  • be due
    1. to -den kaynaklanmak/ileri gelmek, -e borçlu olmak. 2. -in verilmesi/ödenmesi gerekmek/lazım olmak: When is this note due? Bu senedin vadesi ne zaman doluyor? 3. (belirli bir zamanda/belirli bir programa göre) (bir olayın meydana gelmesi) gerekmek/lazım olmak/beklenmek: The bus is due at nine. Otobüsün dokuzda gelmesi lazım. 4. (bebeğin doğumu) beklenmek: When´s her baby due? Ne zaman doğum yapacak?
  • be enamored of
    -e âşık olmak.
  • be encased in
    ile kaplı olmak; ile örtülü olmak.
  • be enchanted by/with
    -e bayılmak, -i çok sevmek: She is enchanted with her new house. Yeni evine bayılıyor.
  • be encrusted with
    1. (kalınca bir tabaka) ile kaplı olmak. 2. (mücevherler) ile süslü olmak.
  • be encumbered with
    1. ile yüklü olmak. 2. ile doldurulmuş olmak.
  • be endowed with
    Allah (birine) (bir şeyi) vermek: He´s endowed with a good memory. Allah ona iyi bir hafıza vermiş.
  • be engrossed in
    -e dalıp gitmek.
  • be enmeshed in
    (olumsuz bir duruma) düşmek: He was enmeshed in his own intrigues. Kendi entrikaları ayağına dolanmıştı.
  • be enshrined in
    (bir şeyin) içinde çok saygın bir yeri olmak: It´s an expression that´s enshrined in French usage. O deyimin Fransız dilinde çok saygın bir yeri var.
  • be entitled to
    1. -e hakkı olmak. 2. -i yapmaya yetkisi olmak.
  • be equal to
    (bir işin) üstesinden gelmek.
  • be equivalent to
    -e eşit olmak. i. 1. karşılık, eşit. 2. dilb. eşanlamlı sözcük, eşanlamlı.
  • be exempt
    (from) -den muaf olmak. f. muaf tutmak.
  • be expecting
    k. dili hamile olmak, gebe olmak.
  • be fagged out
    çok yorgun olmak, turşu gibi olmak. i., argo 1. sigara. 2. homoseksüel erkek, ibne, tekerlek.
  • be familiar to
    -e aşina olmak.
  • be familiar with
    -i iyi bilmek.
  • be famished
    çok acıkmış olmak.
  • be fascinated by/with
    -e kendini kaptırmak.
  • be fast
    (saat) ileri gitmek/olmak.
  • be few and far between
    nadir rastlanmak; çok seyrek olmak.
  • be fluent in
    (bir dili) akıcı bir şekilde konuşmak.
  • be flushed with
    (bir şeyin) verdiği heyecanla dolu olmak.
  • be fond of
    -i sevmek.
  • be for the benefit of
    -in yararına olmak: This concert´s for the benefit of Darüşşafaka. Bu konser Darüşşafaka´nın yararına.
  • be found wanting
    kusurlu bulunmak.
  • be free of
    1. (birinden) kurtulmuş olmak. 2. (bir yerden) çıkmış olmak.
  • be free to
    -ebilmek: She´s now free to marry. Artık evlenebilir. You´re free to go. Gidebilirsiniz.
  • be free with one´s advice
    sorulmadan öğüt vermek.
  • be free with one´s money
    parasını cömertçe harcamak.
  • be from
    -den gelmek, -li olmak.
  • be frozen hard
    donup kaskatı olmak.
  • be fucked up
    1. kafayı yemek, kafayı yemiş olmak; kafayı üşütmüş olmak. 2. (iş/işler) berbat olmak, mahvolmak, rezil olmak.
  • be full of beans
    k. dili çok canlı ve hevesli olmak.
  • be given to
    (bir şey yapmak) itiyadında olmak.
  • be going strong
    enerjik bir şekilde çalışmak.
  • be going to
    1. Niyet gösterir: She´s going to register for that course. O ders için kaydını yaptıracak. 2. Zorunluluk gösterir: You are going to get that job, period. O işe gireceksin, o kadar. 3. -mek üzere olmak: Doğan´s going to throw up. Doğan kusmak üzere. 4. Gelecek zaman için kullanılır: It´s going to be sunny today. Bugün hava güneşli olacak.
  • be good at
    (belirli bir şeyi) iyi yapmak: He´s good at repairing radios. Radyo tamirini iyi yapar.
  • be good enough to
    bir iyilik edip de (bir yardımda bulunmak): Will you be good enough to help me? Bir iyilik edip de bana yardım eder misiniz?
  • be good for
    1. (belirli bir süre için) dayanmak: That rug´s good for another twenty years. O halı bir yirmi yıl daha dayanır. 2. (belirli bir işe) yaramak: It´s good for a laugh. Bizi güldürmeye yarar.
  • be good/bad at figures
    hesabı iyi/kötü olmak.
  • be greedy for
    gözünü (bir şey) hırsı bürümek.
  • be green with envy
    1. çok kıskanmak, kıskançlıktan çatlamak. 2. gıpta etmek.
  • be guilty of
    -in suçlusu olmak, -den suçlu olmak.
  • be halfway through
    -in yarısını bitirmiş olmak.
  • be halfway to
    -e giden yolun yarısında olmak: We were halfway to Alanya. Alanya´ya giden yolun yarısındaydık.
  • be hand in/and glove with
    ile yakın ilişki içinde olmak.
  • be happy with
    -den memnun olmak.
  • be hard at hand
    kapıda olmak, kapıya dayanmış olmak.
  • be hard at it
    k. dili çok çalışmak.
  • be hard by
    -in çok yakınında olmak; -e çok yakın olmak.
  • be hard hit by
    -in çok zararını görmek: We were hard hit by the cold weather in December. Aralık´taki soğuk bize çok zarar verdi.
  • be hard of hearing
    ağır işitmek/duymak.
  • be hard on
    k. dili 1. (bir şeyi) hor kullanmak. 2. (bir şeyi) çabuk eskitmek/mahvetmek. 3. (birine) sert davranmak.
  • be hard on the heels of
    -in hemen ardından gelmek.
  • be hard put to
    (bir şeyi) zorla/çok zor yapmak: They were hard put to finish it on time. Onu vaktinde bitirmeleri çok zor oldu.
  • be hard put to
    (bir şeyi) zorlukla/güçlükle (yapmak): I was hard put to give her an answer. Ona zor cevap verdim.
  • be hard up
    k. dili (birinin) pek parası olmamak, (biri) züğürt olmak.
  • be hard up for money
    para sıkıntısı çekmek.
  • be hell on
    -i hor kullanmak, -i hoyratça kullanmak.
  • be here to stay
    kalıcı olmak, vazgeçilmez olmak: Computers are here to stay. Bilgisayar artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası oldu.
  • be honeycombed with
    ile dopdolu olmak.
  • be hooked on
    k. dili 1. -in tiryakisi/bağımlısı olmak. 2. -e vurgun/âşık olmak.
  • be hungry
    1. aç olmak, karnı aç olmak. 2. for -i çok özlemek; -i çok arzu etmek, -e susamak.
  • be ignorant of
    -den haberi olmamak; ... hakkında bilgisi olmamak.
  • be imbued with
    ile dolu olmak: He was imbued with a strong sense of duty. Görev aşkıyla doluydu.
  • be implicit in
    -de saklı olmak, -in içinde olmak: That´s implicit in what I said. O, dediklerimde saklı.
  • be in
    1. evde/ofiste bulunmak. 2. moda olmak. 3. (mevsimi geldiği için) (sebze/meyve) çıkmak.
  • be in the ascendant
    1. (yıldız/gezegen) doğu ufkunda görünmek. 2. (birinin) yıldızı parlamak; egemen olmak.
  • be in a (tight) spot
    k. dili zor bir durumda olmak.
  • be in a bad humor
    -in sinirleri/huyu/heyheyleri üstünde olmak.
  • be in a bad mood
    sinirleri tepesinde/üstünde olmak.
  • be in a bad way
    1. ağır hasta olmak. 2. çok zor bir durumda olmak.
  • be in a brown study
    k. dili dalıp gitmek.
  • be in a fix
    zor bir duruma düşmek.
  • be in a flap
    k. dili telaş içinde olmak.
  • be in a good humor
    -in keyfi yerinde olmak.
  • be in a good mood
    keyfi yerinde olmak.
  • be in a hurry
    1. -in acelesi olmak, acele etmek: I´m in a hurry. Acelem var. Don´t be in too big a hurry. Fazla acele etme. 2. to (bir şeyi) çabuk/bir an evvel (yapmak) istemek.
  • be in a pickle
    k. dili zor bir durumda olmak.
  • be in a pinch
    k. dili zor bir durumda olmak.
  • be in a place on sufferance
    (aslında istenilmeyen/orada bulunması yasak olan biri) (başkasının) müsamahası/görmezlikten gelmesi sayesinde bir yerde bulunmak: You ought to know that you´re here only on sufferance. Burada kalışını müsamahakârlığıma borçlu olduğunu bilmelisin.
  • be in a position to do s.t. (about)
    (bir konuda) bir şeyler yapabilecek durumda olmak.
  • be in a quandary
    ne yapacağını bilememek.
  • be in a state of flux
    değişmek, değişim içinde olmak.
  • be in a stew
    k. dili telaş/endişe içinde olmak.
  • be in a sulk/be in the sulks/have a fit of the sulks
    k. dili somurtup durmak.
  • be in a sweat
    k. dili endişe içinde olmak.
  • be in a swelter
    k. dili telaş içinde olmak.
  • be in a swivet
    k. dili telaş içinde olmak.
  • be in a temper
    k. dili öfkesi burnunda olmak.
  • be in a twist
    İng., k. dili endişe/telaş içinde olmak.
  • be in accord
    1. (with) (ile) anlaşmak. 2. with -e uymak; ile uyumlu olmak.
  • be in agreement
    hemfikir olmak; mutabık olmak.
  • be in alignment
    aynı hizada olmak.
  • be in arrears
    (birinin) vaktinde ödenmemiş borçları olmak.
  • be in bad odor with
    -in gözünden düşmek.
  • be in character
    (bir davranış) (birinin) karakterine uymak.
  • be in charge
    (of) -in sorumlusu olmak, -e bakmak: Who´s in charge here? Buraya kim bakıyor?
  • be in conformity with
    -e uygun olmak, -e uymak.
  • be in dire straits
    çok güç durumda olmak.
  • be in dire/desperate straits
    çok zor bir durumda olmak.
  • be in disfavor
    gözden düşmüş olmak.
  • be in disgrace
    gözden düşmüş olmak.
  • be in evidence
    görünmek; görünürde olmak.
  • be in for
    (kötü bir şeyi) geçirmek üzere olmak.
  • be in force
    yürürlükte olmak.
  • be in full swing
    k. dili (bir şey) en hareketli zamanında olmak, hızını almak; yoluna girmek.
  • be in good taste
    (bir şey) uygun düşmek, yakışık almak, yerinde olmak: That remark was not in good taste. O laf yakışıksızdı.
  • be in good with
    k. dili (birinin) gözüne girmiş olmak.
  • be in good working order
    iyi işler durumda olmak.
  • be in high spirits
    keyifli olmak, keyfi yerinde olmak.
  • be in hopes of
    -i ummak.
  • be in hot water
    k. dili başı dertte olmak, güç durumda olmak.
  • be in hysterics
    1. k. dili gülmekten katılmak, gülme krizi geçirmek. 2. isteri krizi geçirmek.
  • be in juxtaposition
    birbirine yakın bulunmak; yanyana bulunmak.
  • be in keeping with
    -e uygun olmak.
  • be in labor
    doğurmakta olmak.
  • be in league with
    -in müttefiki olmak.
  • be in limbo
    iki cami arasında kalmış beynamaza dönmek.
  • be in line with
    1. -e uymak. 2. ile bir hizada olmak.
  • be in low spirits
    keyifsiz olmak.
  • be in need
    yoksul/fakir olmak.
  • be in need of
    -e ihtiyacı olmak; istemek..
  • be in neutral
    (motor) boşta çalışmak, rölantide durmak/çalışmak.
  • be in no hurry to
    (bir şey yapmaya) can atmamak.
  • be in on
    1. -e dahil olmak/katılmak, -de payı olmak. 2. -i bilmek, -den haberi olmak.
  • be in on the secret
    sırra ortak olmak.
  • be in one´s element
    k. dili kendini rahat hissettiği bir ortamda bulunmak.
  • be in one´s glory
    kendinden çok hoşnut olmak.
  • be in one´s right mind
    aklı başında olmak.
  • be in order
    1. düzenlenmiş/sıralanmış durumda olmak. 2. (işler) yolunda olmak.
  • be in poor health
    -in sağlığı iyi olmamak.
  • be in possession of
    -e sahip olmak, -si olmak.
  • be in possession of o.s.
    kendine hâkim olmak, kendine sahip olmak.
  • be in power
    (parti) iktidarda olmak.
  • be in practice
    formda olmak.
  • be in print
    (kitap) yayımcısında mevcut olmak, kitapçılarda bulunmak.
  • be in progress
    devam etmek, sürmek, yapılmak: The battle was still in progress. Muharebe hâlâ devam ediyordu. The hearing is now in progress. Duruşma şimdi yapılıyor.
  • be in quotes
    tırnak işaretleri/tırnaklar içinde olmak.
  • be in rags
    (birinin) giysileri yırtık pırtık olmak.
  • be in ruins
    1. harap/yıkık dökük bir halde olmak. 2. mahvedilmiş olmak.
  • be in rut
    (hayvan) kızışmak, kösnümek.
  • be in s.o.´s debt
    bir kimseye borçlu olmak.
  • be in s.o.´s grasp
    birinin pençesine düşmüş olmak.
  • be in s.o.´s power
    birinin elinde olmak.
  • be in s.o.´s shoes
    k. dili birinin bulunduğu durumda olmak, birinin yerinde olmak.
  • be in s.t. up to one´s eyes
    (yasadışı) bir işin içinde olmak, bir işe fena halde bulaşmış olmak.
  • be in session
    (mahkeme/toplantı/kongre/parlamento) toplantı halinde olmak; (okul/üniversite) öğretim yılına girmiş olmak: Court´s in session right now. Şu anda mahkeme var.
  • be in shape
    (for) (-e) hazır olmak; formda olmak, kondisyonu iyi olmak: The players are in shape. Oyuncular formda.
  • be in short supply
    az olmak; az bulunmak.
  • be in short supply
    az miktarda bulunmak.
  • be in sight
    1. yakın olmak, ufukta olmak: Victory is in sight. Ufukta zafer görünüyor. 2. görülmek, gözle seçilmek.
  • be in step
    1. (with) (başkalarına) adım uydurmak. 2. with -e ayak uydurmak: We´re in step with the times. Biz çağa ayak uydurduk.
  • be in stitches
    k. dili gülmekten kasıkları çatlamak.
  • be in store for
    (bir şey) (birini) beklemek: A surprise is in store for you. Seni bir sürpriz bekliyor.
  • be in straitened circumstances
    yoksulluk içinde yaşamak, darlık içinde olmak.
  • be in substantial agreement
    temelde anlaşmak, temel noktalarda hemfikir olmak.
  • be in sympathy with
    (görüşü/fikri) anlayıp paylaşmak/desteklemek.
  • be in sync
    senkronik olmak, senkronize edilmiş olmak.
  • be in tatters
    1. lime lime olmak, yırtık pırtık olmak. 2. (ad, şöhret v.b.) mahvolmak.
  • be in tears
    ağlamak.
  • be in the black
    borcu kalmamak, borçlu olmamak.
  • be in the clear
    şüphe altında olmamak; masumluğu ispatlanmış olmak. f. 1. (bir şeyi) (bir yerden) kaldırmak/uzaklaştırmak/yok etmek: Clear the table! Sofrayı kaldır! We need to clear the area. Çevreden herkesi uzaklaştırmamız lazım. He´s clearing the steps of snow. Merdivenlerdeki karları temizliyor. They cleared a space in the middle of the room. Odanın ortasında bir yer açtılar. Clear the way! Yol ver! It really clears your nostrils. Burnunun deliklerini bayağı açar. 2. (birinin) masumiyetini göstermek; of (birinin) (bir suçun) faili olmadığını göstermek. 3. izin vermek; with (birinden) (bir şey için) izin almak: Have you cleared this with him? Bunun için ondan izin aldın mı? 4. (bir şeyin) üstünden geçmek: The horse cleared the wall in a bound. At duvarın üzerinden bir atlayışta geçti. 5. (gökyüzü/hava) açılmak; (sis) gitmek, açılmak; (bulutları/sisi) gidermek. 6. (borcu) kapatmak. 7. (banka çekini) takas etmek. 8. k. dili (belirli bir miktar para) kazanmak, elde etmek.
  • be in the doldrums
    1. den. rüzgârın esmediği bir bölgede bulunmak. 2. (birinin işleri) kesat olmak. 3. can sıkıntısı çekmek; efkârlı olmak.
  • be in the employ of
    (birisi için) çalışmak.
  • be in the know
    (bir konuda) çoğu kimsenin bilmediği şeyleri bilmek.
  • be in the lead
    önde/başta gitmek.
  • be in the limelight
    ilgi odağı olmak.
  • be in the making
    hazırlanmakta olmak; oluşmakta olmak: There´s a new age in the making. Yeni bir devir oluşmakta.
  • be in the market for
    -i satın alma niyetinde olmak.
  • be in the mood to/for
    canı (bir şeyi) yapmak istemek: I´m not in the mood to go there. Canım oraya gitmek istemiyor. I´m not in the mood for company. Kimseyle görüşmek istemiyorum. I´m in no mood for that right now. Şu an ona tahammülüm yok.
  • be in the pink
    1. sapasağlam olmak, turp gibi olmak. 2. en güzel halinde olmak.
  • be in the pipeline
    k. dili hazırlanmakta olmak.
  • be in the process of
    sürecinde olmak, -mekte olmak.
  • be in the red
    borçlu olmak.
  • be in the right
    haklı/doğru olmak.
  • be in the running
    adaylardan biri olmak.
  • be in the same ballpark
    -e yakın olmak. s. kabataslak, yaklaşık: Give me a ballpark figure. Bana kabataslak bir rakam söyle.
  • be in the soup
    k. dili başı dertte olmak.
  • be in the swim
    (of things) k. dili faal bir hayat sürmek; faal bir sosyal hayatı olmak.
  • be in the throes of death
    can çekişmek.
  • be in the way
    engel olmak, ayak altında olmak.
  • be in the wind
    k. dili (bir şeyin) (gerçekleştirilmeden önce) sözü edilmek: It´s been in the wind for some time now. Epey zamandır sözü ediliyordu.
  • be in the wrong
    suçlu/kabahatli olmak: You were in the wrong. Kabahat sendeydi.
  • be in town
    şehirde olmak.
  • be in transit
    (insanlar/mallar) yolda olmak; (insanlar) bir yerden başka bir yere geçmekte olmak; (mallar) bir yerden başka bir yere taşınmakta olmak.
  • be in trouble
    başı belada olmak.
  • be in vogue
    1. moda olmak. 2. rağbette olmak.
  • be in with
    1. ile arkadaş olmak, ile arası iyi olmak. 2. (birinin) gözüne girmiş olmak.
  • be in with
    k. dili (biriyle) çok iyi geçinmek; (birinin) gözüne girmiş olmak.
  • be in work
    k. dili çalışmak, işi olmak, iş sahibi olmak: He´s been in work since May. Mayıstan beri çalışıyor.
  • be in/under one´s charge
    sorumluluğu altında olmak.
  • be incapable of
    -i yapamamak, ... yeteneğinin dışında olmak.
  • be inclined to
    -e meyli olmak.
  • be included
    (in) -e dahil olmak/edilmek.
  • be inconsistent with
    ile çelişmek.
  • be incumbent on
    -in sorumluluğu -e ait olmak, -e düşmek: It is incumbent on you to educate your children. Çocuklarının eğitiminden sen sorumlusun. i. makamı işgal eden kimse.
  • be indicative of
    -i göstermek, -e işaret etmek.
  • be indifferent to
    -e karşı ilgisiz olmak, -e ilgi göstermemek: He´s indifferent to her. Ona karşı ilgisiz.
  • be ineligible for
    (şartlara uymadığı için) -e alınamamak/katılamamak.
  • be infatuated with
    -e deli gibi âşık olmak.
  • be infested with
    -in içinde/üzerinde çok olmak, ile dolu olmak: The area´s infested with bandits. Bölge haydut dolu.
  • be informed about
    -den haberdar olmak.
  • be inherent in s.t.
    bir şeyin aslında var olmak.
  • be insensible
    1. to -i hissedememek. 2. to -e karşı ilgisiz olmak; -e aldırmamak. 3. of (tehlikeden) habersiz olmak; -i farkedememek.
  • be insensitive to
    1.-e karşı ilgisiz olmak; -e aldırmamak. 2. -e duyarlı/hassas olmamak.
  • be intended for
    için amaçlanmak, için olmak: This book is intended for children. Bu kitap çocuklar için yazılmış.
  • be intent on
    1. -e kararlı olmak: He is intent on solving the problem. Sorunu çözmeye kararlı. 2. -e dalmış olmak: He was so intent on his work that he lost all track of time. İşine öyle dalmıştı ki zamanı tamamen unuttu.
  • be interested in
    -e ilgi duymak, -e meraklı olmak: She is interested in literature. Edebiyata ilgi duyuyor. My uncle is interested in reptiles. Amcam sürüngenlere meraklı.
  • be intimate with
    ile samimi olmak.
  • be into
    k. dili (bir işle) uğraşmak; merakı (bir şey) olmak. Dividing two into twelve gives six. On iki bölü iki eşittir altı.
  • be intrinsic to
    -e özgü olmak.
  • be involved in
    1. -e karışmak: She was once involved in a scandal. Bir zamanlar bir skandala karışmıştı. 2. ile meşgul olmak, ile uğraşmak: He´s involved in a new project. Yeni bir projeyle meşgul.
  • be involved with
    k. dili ile aşk ilişkisi olmak.
  • be itching to
    -e can atmak.
  • be jealous of
    -i kıskanmak.
  • be keen on
    İng., k. dili -e çok hevesli olmak, -e meraklı olmak, -e düşkün olmak: be keen on acting aktörlüğe hevesli olmak.
  • be lacking
    1. ... olmamak; ... eksik olmak: Something´s lacking here. Burada bir eksiklik var. 2. in -de ... olmamak: He´s lacking in intelligence. Onda akıl yok.
  • be laid up
    1. biriktirilmek, ilerisi için saklanmak. 2. (with) (hastalık v.b. nedeniyle) yatakta/evde kalmak zorunda olmak, yatağa mahkûm olmak.
  • be late
    (for) (-e) geç kalmak, (-e) gecikmek.
  • be leery of
    -den çekinmek.
  • be left holding the bag
    k. dili 1. kabak başına patlamak. 2. avucunu yalamak.
  • be left holding the sack
    k. dili 1. kabak başına patlamak. 2. avucunu yalamak.
  • be left stranded
    bak. be stranded.
  • be liable
    1. for -den sorumlu olmak. 2. to (biri) ... eğiliminde olmak. 3. to ... ihtimali olmak: He´s liable to get caught. Onun yakalanma ihtimali yüksek.
  • be littered with
    gelişigüzel atılmış (şeyler) ile darmadağınık olmak.
  • be loath to do s.t.
    1. bir şeyi yapmayı hiç istememek. 2. bir şeyi yapmaktan çekinmek.
  • be located in
    -de bulunmak/olmak.
  • be long on
    -in fazlası olmak.
  • be lost on
    -i etkilememek.
  • be lousy with
    k. dili 1. ile dolu olmak, ile kaynamak. 2. (birinde) bir şey çok olmak: He´s lousy with money. Onun parası çok.
  • be low in
    -in ... miktarı az olmak: It´s low in cholesterol. Onun kolesterolü az.
  • be low on
    k. dili (bir şeyin stoku) az olmak: We´re low on wood. Az odunumuz kaldı.
  • be low on one´s list
    k. dili -in önemli saydığı işlerden olmamak: That´s low on my list right now. O şimdi benim için ön planda değil.
  • be mad about
    k. dili 1. -i deli gibi sevmek, -e çılgınca âşık olmak. 2. -e bayılmak.
  • be mad on
    İng., k. dili, bak. be mad about.
  • be marooned
    (on) (-de) mahsur kalmak.
  • be master of
    -in ustası olmak.
  • be mindful of
    1. -i hatırında tutmak. 2. -e dikkat etmek.
  • be misguided
    1. (insan) yanılmak. 2. yanlış olmak.
  • be mistaken
    yanılmak.
  • be mixed up
    zihni karışmak.
  • be mixed up in
    -e karışmak, -e bulaşmak.
  • be mixed up with
    ile ilişkisi olmak.
  • be mounted on
    (binek hayvanına) binmiş olmak.
  • be much sought after
    çok aranılan/istenilen bir şey/biri olmak, çok rağbette olmak, çok rağbet görmek.
  • be mysterious about
    k. dili -in ne olduğunu açıklamaktan kaçınmak; ... hakkında konuşmaktan kaçınmak; ... konusunda doğru dürüst cevap vermemek.
  • be nauseated
    midesi bulanmak.
  • be necessary
    gerekmek, lazım olmak/gelmek, icap etmek.
  • be no great shakes
    k. dili üstün biri olmamak.
  • be no slouch at/as a
    k. dili (belirli bir konuda) hiç fena olmamak, bayağı iyi olmak: He´s no slouch as an artist. Ressam olarak bayağı iyi.
  • be noncommittal
    belirli bir cevap vermemek; rengini belli etmemek.
  • be none the worse for
    (bir şeyden) (birine) hiç zarar/halel gelmemek: They were none the worse for it. Onlara hiç zararı olmadı.
  • be nonplussed
    şaşkına dönmüş olmak.
  • be notable for
    ile tanınmak, ile meşhur olmak; ... için önemli sayılmak.
  • be noted for
    ile tanınmak, ile meşhur olmak; ... için önemli sayılmak.
  • be noth-ing to write home about
    k. dili tamah edilecek bir matah/mal olmamak.
  • be nothing but skin and bones
    k. dili bir deri bir kemik kalmak.
  • be nuts
    aklını oynatmış olmak, kafadan kontak olmak.
  • be nuts about
    1. -in delisi olmak. 2. -in hayranı olmak, -e deli olmak.
  • be o.s.
    kendisi gibi davranmak, normal bir şekilde hareket etmek.
  • be obliged
    memnun olmak: I´d be obliged if you´d come early. Erken gelirsen memnun olurum.
  • be obliged to do s.t.
    bir şeyi yapmaya mecbur olmak.
  • be oblivious of/to
    (etrafında olup bitenlerin) farkında olmamak.
  • be obsessed by/with
    -i aklına takmak, aklı -e takılmak.
  • be of capital importance
    çok önemli olmak, çok önem taşımak.
  • be of one mind
    hemfikir olmak, aynı fikirde/düşüncede olmak.
  • be of prime importance
    çok önemli olmak.
  • be of service to
    -e yardımı dokunmak, -e yardım etmek.
  • be of the same mind
    hemfikir olmak, aynı fikirde/düşüncede olmak.
  • be of use
    yardım etmek.
  • be of use for s.t.
    bir şeye yaramak.
  • be of value
    değerli olmak.
  • be of/in two minds about
    -in hakkında kesin bir karara varamamak.
  • be off
    1. gitmek; yola çıkmak. 2. (elektrik/su/gaz) kesik/kesilmiş olmak; (elektrik/ışık) söndürülmüş/kapalı olmak; (makine/aygıt) kapalı olmak: The electricity is off. Elektrik kesildi. 3. (saat) doğru olmamak, geri/ileri olmak. 4. İng. (yiyecek/içecek) bozulmuş olmak: The milk´s a bit off. Süt biraz bozulmuş. 5. İng. (davranış) yakışıksız olmak. 6. (tatilde olduğu için) çalışmamak, işe gitmemek. 7. olmamak, gerçekleşmemek, vuku bulmamak.
  • be off guard
    tetikte olmamak.
  • be off in one´s calculations
    hesabında yanılmış olmak.
  • be off one´s nut
    k. dili aklını kaçırmış olmak, aklını oynatmış olmak.
  • be off one´s rocker
    k. dili çıldırmış olmak.
  • be off one´s trolley
    k. dili kafadan kontak olmak.
  • be off sick
    hastalık nedeniyle işe gelmemiş olmak.
  • be off the air
    (radyodan/televizyondan) yayımlanmamak; yayımda olmamak.
  • be off the beaten track
    k. dili her yerden uzak bir yerde olmak, dağ başında olmak.
  • be offended
    gücenmiş/alınmış olmak.
  • be OK, OK
    iyi olmak.
  • be on
    1. (elektrik/su/gaz) açık olmak; (elektrik/ışık) açık olmak. 2. (makine/aygıt) çalışmak, açık olmak.
  • be on a better footing than ever
    araları her zamankinden daha iyi olmak.
  • be on a diet
    perhiz yapmak, rejim yapmak.
  • be on a par with
    ile aynı/eşit derecede/değerde olmak.
  • be on an even keel
    1. başta ve kıçta çektiği su aynı olmak, (gemi) dengede olmak. 2. k. dili her şey yolunda olmak.
  • be on display
    sergilenmek.
  • be on edge
    sinirleri gergin olmak.
  • be on familiar ground
    1. bildiği bir yerde/yörede bulunmak. 2. bildiği bir konuyla ilgilenmek.
  • be on fire
    yanmak.
  • be on good terms
    (with) (biriyle) arası iyi olmak: Ece´s on good terms with Ayşen. Ece´nin Ayşen´le arası iyi.
  • be on guard
    1. nöbet tutmak. 2. tetikte olmak.
  • be on its way out
    -in devri kapanmak üzere olmak.
  • be on one´s hands
    (yük sayılan bir şey/biri) -in başında olmak, -in sorumluluğunda olmak.
  • be on one´s last legs
    ömrü/miadı dolmak üzere olmak.
  • be on one´s mettle
    elinden geleni yapmaya hazır olmak.
  • be on one´s own
    1. başkasından yardım görmeden geçinmek/rızkını kazanmak, kendi kendini geçindirmek, başının çaresine bakmak. 2. yalnız başına kalmak.
  • be on one´s own responsibility
    (yaptığı şeyden) kendisi sorumlu olmak.
  • be on one´s toes
    k. dili uyanık/dikkatli olmak.
  • be on one´s way out
    çıkmak: We were just on our way out. Biz şimdi çıkıyorduk.
  • be on overtime
    fazla mesai yapmak, mesaiye kalmak.
  • be on pins and needles
    k. dili diken üstünde olmak, endişe içinde olmak.
  • be on probation
    şartlı tahliyeden sonra gözetim altında olmak.
  • be on s.o.´s side
    1. birinden yana olmak, birinin tarafını tutmak. 2. birinin lehinde olmak, birine yararlı olmak: Youth is on your side. Genç olman lehinedir.
  • be on s.o.´s trail
    birinin izini takip etmek; birini aramak.
  • be on s.t.´s trail
    1. (av köpeği) avın izini takip etmek: The dogs´re on the trail. Köpekler iz sürüyor. 2. bir şeyi takip etmek; bir şeyi aramak.
  • be on show
    sergilenmekte olmak.
  • be on skid row
    k. dili serseri ve sefil bir hale düşmüş olmak.
  • be on speaking terms
    (with) (biriyle) selamlaşıp konuşmak.
  • be on strike
    grev yapmak.
  • be on tap
    1. k. dili hazır bulunmak. 2. (bira) fıçıdan alınıp satılmak.
  • be on target
    1. (bir tahmin) doğru çıkmak. 2. (bir iş) belirlenen süreye uygun olarak ilerlemek.
  • be on television
    televizyonda olmak; televizyona çıkmak.
  • be on tenterhooks
    endişe içinde olmak.
  • be on the air
    (radyodan/televizyondan) yayımlanmak; yayımda olmak.
  • be on the alert
    tetikte olmak.
  • be on the ball
    argo akıllı ve dikkatli olmak.
  • be on the decline
    (kuvvetli/yüksek bir durumdan) düşmekte olmak: The birthrate is on the decline. Doğum oranı düşmekte. The Roman Empire was on the decline. Roma İmparatorluğu artık gerilemekteydi.
  • be on the defensive
    savunma durumunda olmak.
  • be on the go
    birtakım işlerle meşgul olmak.
  • be on the high (low) side
    oldukça pahalı (ucuz) olmak.
  • be on the house
    ... işyerinin ikramı olmak, ... şirketten olmak: Your meal tonight is on the house. Bu geceki yemeğiniz lokantamızın ikramı.
  • be on the level
    k. dili doğruyu söylemek.
  • be on the make
    k. dili 1. köşeyi dönmeye çalışmak; statüsünü yükseltmeye çalışmak. 2. cinsel ilişki için eş aramak.
  • be on the mend
    (hasta) iyileşmek.
  • be on the point of
    -mek üzere olmak: He was on the point of going. Gitmek üzereydi.
  • be on the right road
    doğru yolda olmak.
  • be on the road
    1. yolda olmak, seyahat etmek. 2. yola çıkmış olmak. 3. to -e doğru ilerlemek.
  • be on the safe side
    ihtiyatlı davranmak.
  • be on the shelf
    1. kızağa çekilmiş olmak; emekliye ayrılmış olmak. 2. (kadın) evde kalmış olmak.
  • be on the skids
    k. dili kötü bir durumda olmak, kötüye gitmek.
  • be on the spot
    olayın geçtiği yerde bulunmak.
  • be on the table
    1. teklif edilmiş olmak. 2. (tasarının/meselenin) görüşülmesi/tartışılması ileri bir tarihe bırakılmış olmak.
  • be on the telephone
    k. dili telefonda olmak/konuşmak.
  • be on the tip of one´s tongue
    k. dili dilinin ucunda olmak: It was on the tip of my tongue. Dilimin ucundaydı.
  • be on the tip of one´s tongue
    k. dili dilinin ucunda olmak.
  • be on the up-and-up
    k. dili yalansız konuşmak; dürüst bir şekilde davranmak: I think he´s on the up-and-up. Bence numara yapmıyor.
  • be on the wane
    azalmakta/batmakta/sönmekte/sonuna yaklaşmakta olmak.
  • be on the watch
    1. tetikte olmak, kulak kesilmek. 2. nöbette olmak.
  • be on the wing
    uçmakta olmak, uçmak.
  • be on to
    k. dili (birinin) ne halt/haltlar yediğini/karıştırdığını bilmek.
  • be on top of
    k. dili (duruma) hâkim olmak.
  • be on top of the world
    k. dili çok mutlu olmak, sevinçten uçmak.
  • be on top of the world
    k. dili sevinçten uçmak, ayakları yere değmemek, bastığı yeri bilmemek.
  • be on top of things/the news
    k. dili olup bitenlerden haberdar olmak.
  • be on trial
    1. yargılanmak. 2. denenmek.
  • be on vacation
    tatilde olmak, tatil olmak: Schools are on vacation. Okullar tatil.
  • be one jump ahead
    k. dili 1. (of) (-den) önce davranarak avantajlı durumda olmak. 2. of -den iki adım ileride olmak.
  • be one with
    ile aynı fikirde olmak.
  • be one´s own man
    başına buyruk olmak.
  • be one´s own man
    yerini korumak.
  • be one´s own master
    başına buyruk olmak.
  • be onto a good thing
    k. dili yağlı bir iş bulmuş olmak.
  • be open to dispute
    (bir şey) tartışılabilmek, tartışmaya açık olmak.
  • be operated on
    ameliyat olmak.
  • be opposed to s.t.
    bir şeye karşı olmak, bir şeyin aleyhinde olmak.
  • be oriented towards
    -e yönelmiş olmak.
  • be out
    1. dışarıda olmak: He´s out at the moment. Şu an burada değil. 2. (belirli bir miktar para) gitmek; (para) açığı olmak: I had to buy them lunch, and now I´m out ten million liras. Onlara öğle yemeği ısmarlamak zorunda kaldım; on milyon liram gitti. Your total is fifty thousand liras out. Senin toplamda elli bin liralık bir eksik var. 3. (kitap) kütüphaneden alınmış olmak: That book´s out. O kitap alınmış. 4. (kitap/gazete/resmi ilan) çıkmak, yayımlanmak. 5. (ay/güneş) çıkmak. 6. (çiçek/yaprak) açmak; (ağaç/bitki) yapraklanmak, yeşillenmek, yeşermek. 7. (ateş) sönmüş olmak. 8. (hafta/ay) bitmiş olmak, sona ermek. 9. nakavt olmak. 10. sızmış olmak; bayılmış olmak. 11. demode olmak. 12. düşünülmemek, uygun sayılmamak, söz konusu olmamak: That´s definitely out. O kesinlikle düşünülmüyor. 13. (makine) bozulmuş olmak. 14. (deniz) alçalmış olmak. 15. spor (top) aut olmak, auta çıkmak. 16. (çocuk oyunlarında) yanmak: You´re out! Yandın!
  • be out and about
    (nekahetten sonra) dışarı/sokağa çıkıp gezmek.
  • be out for s.o.´s blood
    k. dili birinin hakkından gelmek istemek.
  • be out in force
    k. dili ortalıkta çok olmak.
  • be out in left field
    argo çok yanılmış olmak.
  • be out in one´s reckoning
    hesabında yanılmak.
  • be out of
    1. (bir şey) tükenmiş olmak, kalmamak: We´re out of gas. Benzinimiz bitti. By the time he reached the top of the hill he was out of breath. Yokuşun başına vardığında nefesi kesilmişti.
  • be out of a job
    işsiz olmak.
  • be out of character
    (bir davranış) (birinin) karakterine uymamak.
  • be out of character
    (bir davranış) birinin her zamanki davranışlarına uymamak.
  • be out of commission/kilter/whack
    k. dili bozulmuş olmak.
  • be out of control
    1. kontrolden çıkmış olmak, frenlenemez olmak. 2. (biri) dizginlenemez olmak.
  • be out of earshot
    (uzakta olduğu için) işitememek, duyamamak.
  • be out of favor (with)
    (birinin) gözünden düşmüş olmak.
  • be out of it
    argo başka bir dünyada yaşamak, hayal dünyası içinde olmak.
  • be out of line
    1. yersiz/uygunsuz/yakışıksız olmak, yakışık almamak. 2. sıradan çıkmış olmak.
  • be out of luck
    şansı olmamak, şansı yaver gitmemek.
  • be out of one´s mind
    1. aklı yerinde olmamak, aklını kaçırmış olmak. 2. çok öfkeli olmak.
  • be out of one´s mind
    k. dili aklını kaçırmış olmak, delirmiş olmak, keçileri kaçırmış olmak.
  • be out of order
    1. (makine/aygıt) bozulmuş/bozuk olmak, çalışmamak. 2. düzensiz olmak. 3. usule aykırı olmak. 4. uygunsuz olmak.
  • be out of place
    1. (her zamanki) yerinde olmamak. 2. yersiz/uygunsuz/yakışıksız olmak, yakışık almamak.
  • be out of place
    1. (fiilen) yerinde olmamak. 2. uygun düşmemek.
  • be out of plumb
    şakulünde olmamak, şakulden kaçmak.
  • be out of practice
    (uzun zamandan beri bir şeyi yapmadığı için) (onu) iyi yapamamak.
  • be out of practice
    formda olmamak; formdan düşmüş olmak.
  • be out of print
    (kitabın) baskısı tükenmiş olmak.
  • be out of print
    (kitap) yayımcısında mevcut olmamak, kitapçılarda bulunmamak, (kitabın) baskısı tükenmiş olmak.
  • be out of reach
    1. el altında olmamak. 2. erişilemez olmak.
  • be out of season
    -in mevsimi bitmiş olmak.
  • be out of shape
    formunda olmamak.
  • be out of shape
    1. formda olmamak, formdan düşmüş olmak. 2. şeklini kaybetmiş olmak, kalıpsız olmak.
  • be out of sorts
    k. dili sinirleri ayakta olmak.
  • be out of sorts
    k. dili canı sıkkın olmak, keyfi kaçmak/bozulmak.
  • be out of step
    1. (with) (başkalarına) adım uydurmamak. 2. with -e ayak uydurmamak.
  • be out of stock
    stokta bulunmamak.
  • be out of sync
    senkronik olmamak, senkronize edilmemiş olmak.
  • be out of the hole
    k. dili borçtan kurtulmuş olmak.
  • be out of the picture
    k. dili (biri) sahneden çekilmiş olmak, işin içinde olmamak.
  • be out of the question
    k. dili söz konusu olmamak, düşünülmemek, uygun sayılmamak.
  • be out of the running
    (yarışmadan) elenmiş olmak.
  • be out of the running
    adaylıktan elenmiş olmak.
  • be out of the woods
    (hasta) hayati tehlikeyi atlatmış olmak.
  • be out of the woods
    k. dili tehlikeyi atlatmış olmak.
  • be out of this world
    argo çok güzel/harika/süper olmak.
  • be out of this world
    k. dili süper/fevkalade güzel/fevkalade/harika/harikulade olmak.
  • be out of touch
    1. (with) (biriyle) iletişim içinde olmamak. 2. dünyada olup bitenlerden haberi olmamak. 3. with (bir konuya) ait yeni gelişmeler hakkında bilgisi olmamak.
  • be out of touch with
    1. ile temasta bulunmamak. 2. -den habersiz olmak.
  • be out of work
    işsiz olmak.
  • be out of work
    işsiz olmak.
  • be out on maneuvers
    ask. manevra yapmak.
  • be out on strike
    grevde olmak.
  • be out on the end of a limb
    desteksiz kalmak.
  • be out on the town
    şehirde yiyip içip eğlenmek.
  • be out on the town
    k. dili şehirde zevk peşinde koşmak.
  • be out to
    (bir amaç) peşinde olmak; (bir şey) için fırsat kollamak: He´s out to get him. Onun hakkından gelmek için fırsat kolluyor. They´re out to win the championship. Onlar şampiyonluğa oynuyorlar.
  • be out to lunch
    1. öğle yemeği yemeye çıkmış olmak. 2. argo kafası izinli olmak. 3. argo kafası pek çalışmamak.
  • be over
    bitmiş olmak, bitmek, sona ermek: The concert´s over. Konser bitti. It´s over between us. Aramızda her şey bitti.
  • be over and done with
    k. dili tamamıyla bitmiş olmak.
  • be over one´s head
    1. (su) boyunu geçmek/aşmak. 2. (birinin) bilgisi/yeteneği dışında olmak.
  • be over s.o.
    birinin amiri olmak; birinden daha yüksek bir görev/makam/rütbe sahibi olmak.
  • be over the hump
    işin en zor tarafını atlatmış olmak, düze/düzlüğe çıkmak.
  • be overcome by/with
    -den (kötü bir şekilde) etkilenmek: She was overcome by the smoke. Dumandan dolayı kendinden geçti. He was overcome with emotion. Öyle duygulandı ki dili tutuldu.
  • be overdrawn
    1. borç bakiyesi göstermek. 2. hesabından fazla para çekmiş olmak; (hesaptan) fazla para çekilmiş olmak.
  • be overgrown with
    (yabani bitkiler v.b.) ile kaplı/örtülü olmak.
  • be overjoyed
    çok sevinmek.
  • be overwhelmed by/with
    1. (duygulara) yenik düşmek, yenilmek. 2. (sorumluluk, ağır bir iş v.b.) altında ezilmek.
  • be overwhelmed with
    -e boğulmak, -e garkolmak.
  • be par for the course
    k. dili normal sayılmak.
  • be parallel with/to
    1. -e paralel olmak. 2. -e benzemek.
  • be peeved at
    -e sinirlenmek, -e sinir olmak.
  • be peopled by/with
    (bir yerin) halkı/personeli -den oluşmak/ibaret olmak.
  • be perishing
    1. çok üşümek. 2. (hava) çok soğuk olmak.
  • be pertinent to
    ile ilgisi olmak, ile ilgili olmak.
  • be pissed
    1. off kızmış/sinirlenmiş olmak. 2. İng. fitil/çok sarhoş olmak.
  • be pleased to do s.t.
    (bir şeyi) memnuniyetle yapmak: I´d be pleased to do it. Memnuniyetle yaparım.
  • be pleased with
    -den memnun olmak.
  • be pleased with o.s.
    kendinden memnun olmak.
  • be plugged into
    k. dili (bir sisteme) bağlı olmak.
  • be plumb
    şakulünde olmak. z., k. dili gerçekten, düpedüz. f. 1. iskandil etmek. 2. şakullemek. 3. şakulüne getirmek.
  • be pocked with
    (çukurlar) ile dolu olmak.
  • be poised for
    -e hazır olmak.
  • be poised for battle
    ask. savaşa hazır bir şekilde beklemek.
  • be poised in the sky
    (kuş) havada hareketsizmiş gibi durmak.
  • be poles apart
    birbirine zıt olmak.
  • be polluted
    kirli olmak.
  • be positive (of/about)
    (-den) emin olmak.
  • be possessed of
    -e sahip olmak.
  • be possessed with
    ... tutkusuyla yanıp tutuşmak: He was possessed with a desire to see Africa. Afrika´yı görme tutkusuyla yanıp tutuşuyordu.
  • be predicated on
    -e dayanmak, -e dayalı olmak, -in üzerine kurulmuş olmak.
  • be predisposed to
    -e meyilli/eğilimli/yatkın olmak.
  • be prejudicial to
    -e zararlı olmak.
  • be prepared
    1. hazır/hazırlıklı olmak. 2. to -e razı olmak.
  • be prepossessed by
    1. -den olumlu bir şekilde etkilenmek. 2. -e kendini kaptırmak.
  • be pressed
    sıkışık bir durumda olmak, sıkışık olmak.
  • be pressed for time
    zamanı dar olmak.
  • be pretty well suited to
    -e iyi uymak.
  • be priced at
    fiyatı ... olmak, -e satılmak: They´re priced at a million liras each. Onlar birer milyona satılıyor.
  • be privy to s.o.´s secrets
    birinin sırdaşı olmak.
  • be profuse in
    (bir eylemi) defalarca yapmak: She was profuse in her praise of him. Onu çok övdü.
  • be prone to
    -e eğilimi olmak, -e meyilli olmak.
  • be proof against
    -e karşı dayanıklı/dirençli olmak.
  • be proper to
    -e uygun/özgü/ait olmak.
  • be proud of
    -den gurur/kıvanç/övünç duymak, ile iftihar etmek, ile övünmek.
  • be provoked at
    -e kızmış/sinirlenmiş olmak.
  • be pushed for money
    k. dili para sıkıntısı çekmek.
  • be pushed for time
    k. dili -in az vakti olmak, -in vakti çok daralmış olmak.
  • be puzzled
    şaşırmak, afallamak.
  • Be quick about it!
    Çabuk ol/olun!
  • be quite something
    1. herkese nasip olmamak; çok iyi bir şey olmak. 2. olağanüstü bir şey olmak: It is quite something to be made a countess these days. Günümüzde kontes olmak olağanüstü bir şey.
  • be quits
    k. dili hesaplaşmış olmak.
  • be related
    1. (to) (ile) akrabalık bağı olmak: He´s not related to them. Onlarla akrabalık bağı yok. 2. (to) (ile) ilgili olmak, (ile) ilgisi olmak. 3. to -e anlatılmak.
  • be reputed to be ...
    ... olduğu sanılmak; ... olduğu söylenmek: He is reputed to be an honest person. Onun dürüst bir insan olduğu söyleniyor.
  • be resigned to
    bak. resign o.s. to.
  • be responsive
    1. to -e duyarlı/hassas olmak. 2. to tıb. (tedaviye) cevap vermek. 3. cevap vermeye istekli olmak.
  • be retired
    emekli/tekaüt olmak.
  • be revolted by
    -den tiksinmek.
  • be rid of
    -den kurtulmuş olmak, -den kurtulmak: We´re rid of them now! Onlardan kurtulduk artık!
  • be ridden with
    ile dolu olmak: This building is ridden with rats. Bu binada fareler kaynıyor.
  • be rife
    çok yaygın olmak.
  • be round the bend
    İng., k. dili keçileri kaçırmış olmak, delirmiş olmak.
  • be rumored
    söylenilmek, ağızdan ağıza dolaşmak.
  • be s.o.´s due
    birinin hakkı olmak.
  • be s.o.´s shadow
    birinin gölgesi olmak, birinin yanından ayrılmamak.
  • be s.t. in disguise
    bir şey kılığına girmiş olmak: That´s a blessing in disguise. O aslında Tanrının bir lütfudur. He´s actually a conservative in disguise. O gizli bir tutucudur.
  • be scared
    (of) (-den) korkmak: I´m scared of spiders. Örümceklerden korkuyorum.
  • be scheduled
    programa göre (belirli bir zamanda) olmak; tarifeye göre (belirli bir zamanda) olmak: His flight is scheduled to arrive at three o´clock in the morning. Tarifeye göre uçağı sabah saat üçte varacak.
  • Be seated.
    Oturunuz.
  • be separated
    huk. ayrı yaşamak, ayrılmak.
  • be set
    1. bulunmak: The village was set deep in the mountains. Köy dağların ortasında bulunuyordu. 2. on -i aklına koymak: He´s set on going. Gitmeyi aklına koydu. 3. hazır olmak, hazırlanmış olmak: Are you all set? Hazır mısın?
  • be set in one´s ways
    kendi kurduğu düzenden pek şaşmayan biri olmak.
  • be shackled by
    -in tutsağı olmak: She was shackled by her prejudices. Kendi önyargılarının tutsağıydı.
  • be short
    (s.t.) (birinde) (bir şey) (belirli bir miktarda) eksik olmak; (belirli bir miktarı) çıkıştıramamak: I´m short five books. Bende beş kitap eksik. He´s one man short. Bir adamı eksik. He´s two million liras short. İki milyon lirayı çıkıştıramıyor.
  • be short for
    (belirli bir şeyin) kısaltması/kısası olmak.
  • be short of
    1. (varolan şeyler/birileri) kâfi gelmemek, yetmemek, eksik olmak: We´re short of cups. Fincanlarımız kâfi değil. 2. (bir yerden) (belirli bir uzaklıkta) bulunmak: We were twenty kilometers short of the coast. Sahilden yirmi kilometre uzaktaydık.
  • be short on
    1. (bir giysi) (birine) kısa gelmek. 2. (belirli bir konuda) birinin eksikliği olmak: He´s short on smarts. Onda pek kafa yok.
  • be shorthanded
    -de personel eksikliği olmak.
  • be shot of
    İng. -den kurtulmak.
  • be shot through with
    (bir şeyde) (bir öğe) yer yer bulunmak: Her poetry is shot through with humor. Şiirlerinde yer yer mizah var.
  • be shy about
    -den çekinmek.
  • be shy of
    -den bahsetmekten çekinmek.
  • be sick
    1. hasta olmak. 2. İng. kusmak.
  • be sick and tired of
    k. dili -den illallah demek: I´m sick and tired of this! Bundan illallah!
  • be sick at one´s stomach
    midesi bulanmak.
  • be sick for
    -i çok özlemek.
  • be sick of
    -den bıkmış olmak.
  • be silent on
    ... hakkında hiçbir şey dememek/söylememek/yazmamak: The law is silent on this point. Bu konuda kanunda yazılı bir şey yok.
  • be sitting pretty
    k. dili iyi durumda olmak.
  • be sitting pretty
    k. dili (birinin) her şeyi tıkırında olmak.
  • be situated
    (bir yerde) bulunmak: The town´s situated on a river. Şehir bir nehrin kenarında bulunuyor.
  • be skilled in
    (bir şeyi) iyi yapmak; (bir işin) ustası olmak.
  • be slanted towards
    -den yana olmak, -in tarafını tutmak.
  • be slated
    1. programda olmak, planda olmak: Construction is slated to start on Monday. Plana göre inşaat pazartesi günü başlayacak. 2. büyük bir ihtimalle (bir şey) olmak/meydana gelmek: He´s slated for success in life. Her şey onun hayatta başarılı olacağına işaret ediyor.
  • be slumped to one side
    bir yana kaykılmış/yaslanmış olmak: He was sitting slumped to one side. Bir yana kaykılmış oturuyordu.
  • be snookered
    İng., k. dili çok zor bir durumda kalmak/bulunmak, köşeye sıkışmak.
  • be snowed in
    kardan mahsur kalmak.
  • be snowed under
    k. dili işten başını kaldıramamak, başını kaşıyacak vakti olmamak.
  • be soaked in
    ile dolu olmak.
  • be soaked to the skin
    k. dili iliklerine kadar ıslanmak.
  • be soft on
    k. dili -e fazla yumuşak davranmak.
  • be solicitous
    1. about -e ilgi göstermek, -i merak etmek. 2. to (bir şey) yapmak istemek.
  • be solidly for
    Görüşlerin tamamen birleştiğini belirtir: Alibeyköy is solidly for our man. Alibeyköy´de herkes bizim adamı tutuyor.
  • be something of a ...
    ... gibi bir şey olmak; (biri) kendi çapında bir ... olmak: She´s something of a philosopher. Filozof gibi bir şey o.
  • be somewhat of a ...
    ... gibi bir şey olmak; (biri) kendi çapında bir ... olmak: He´s somewhat of a poet. Şair gibi bir şey o.
  • be sore about
    k. dili -e kızgın/gücenik olmak.
  • be sorry
    1. üzülmek, üzgün olmak: “Yusuf died.” “I´m sorry.” “Yusuf öldü.” “Üzüldüm.” I was sorry to see her go. Gittiğine üzüldüm. I´m sorry I´ve broken your heart. Kalbini kırdığıma üzgünüm. I´m sorry to say that it didn´t work out. Maalesef olmadı. 2. pişman olmak: I´m sorry I asked. Sorduğuma pişmanım. I was sorry I hadn´t read it. Okumadığıma pişman olmuştum. 3. özür dilemek: Say you´re sorry! Özür dile! Okay, I´m sorry. Peki, özür dilerim.
  • be soused
    k. dili sarhoş olmak.
  • be sparing in/with
    (bir şeyi) çok az yapmak/kullanmak, esirgemek: Don´t be sparing with the butter! Tereyağını esirgeme! He´s sparing in his praise. Çok az över.
  • be spoiling for
    k. dili kaşınmak: He is spoiling for a fight. Dövüşmek için kaşınıyor.
  • be spread-eagled
    kol ve bacakları yana açılmış durumda yatmak.
  • be square
    1. with k. dili (biriyle) açık konuşmak; (birine) dürüstçe davranmak. 2. k. dili (bir hesap) görülmüş olmak; (iki kişi) fit olmak; (iki kişi) hesaplaşmış olmak, kozlarını paylaşmış olmak. 3. spor (iki rakip) (puan açısından) eşitlenmiş olmak.
  • be starved for
    (bir şeyin) eksikliğini/yokluğunu çok duymak: He´s starved for affection. Sevgiden yoksun kalmış.
  • be sticky
    1. (yüzey) yapış yapış olmak, yapışkan olmak. 2. (hava) yapış yapış olmak, nemli olmak. 3. about k. dili (bir konuda) zorluk çıkarmak.
  • be stir crazy
    k. dili bir yerde uzun süre kapalı kaldıktan sonra bunalmış olmak.
  • be stone broke
    k. dili meteliksiz olmak, beş parasız olmak.
  • be stone cold
    k. dili tamamıyla soğumuş olmak, buz gibi olmak.
  • be stone deaf
    k. dili tamamen sağır olmak, duvar gibi olmak.
  • be straight with
    (biriyle) doğru/yalansız konuşmak; (birine) doğru söylemek.
  • be stranded
    1. mahsur kalmak: We were stranded at the airport for fifteen hours. On beş saat boyunca havaalanında mahsur kaldık. 2. (gemi) karaya oturmuş olmak.
  • be strange bedfellows
    birbirine zıt oldukları halde belirli bir amaç için birlikte çalışmak.
  • be strange to
    1. (bir yer) (birine) yabancı olmak. 2. (bir şeyin) yabancısı olmak.
  • be strong for
    -i çok desteklemek.
  • be strong in
    (belirli bir konuda) iyi/yetenekli olmak.
  • be strong on
    k. dili -i çok sevmek, -i çok beğenmek.
  • be studded with
    1. (bir şey) çok bulunmak. 2. yer yer bulunmak.
  • be subject to
    1. -e tabi/bağlı olmak: This income is subject to taxation. Bu gelir vergiye tabidir. This is subject to confirmation by the assembly. Bu meclisin onayına bağlı. 2. Arasıra tekrarlanan bir durumu belirtmek için kullanılır: He´s subject to gout. Arasıra gut oluyor. This river is subject to floods. Bu nehir arasıra taşar. That side of the hill is subject to high winds. Tepenin o tarafı şiddetli rüzgârlara maruz kalıyor.
  • be subordinate to
    (bir şeyden) aşağı kalmak, -den sonra gelmek, -den daha az önemli olmak; (başkasının) emrinde olmak.
  • be subsequent to
    (belirli bir olayı) takip etmek, (belirli bir olaydan) sonra olmak/vuku bulmak.
  • be subservient to
    -in hizmetinde olmak: Should faith be subservient to reason? İnanç aklın hizmetinde mi olmalı?
  • be sufficient
    yeterli olmak, yetmek.
  • be suffused with
    (belirli bir renge) boyanmak; ile kaplanmak; ile dolu olmak: Her eyes were suffused with tears. Gözleri yaşla doluydu.
  • be suggestive of
    1. (bir şey) (başka bir şeyi) akla getirmek. 2. (belirli bir) izlenim bırakmak, ... hissini vermek.
  • be suicidal
    intihar etmeyi düşünmek.
  • be suitable for
    -e uygun olmak.
  • be supportive
    destek vermek.
  • be supposed to
    1. beklenmek: You´re supposed to stand up when he walks in. O girdiğinde ayağa kalkmanız bekleniyor. 2. gerekmek, lazım olmak: You´re not supposed to be here. Burada bulunmaman gerek. 3. zannedilmek, farzedilmek: We´re supposed to be rich. Bizi zengin zannediyorlar./Güya zenginmişiz. 4. -e yaramak: What´s this machine supposed to do? Bu makine neye yarar? 5. izin verilmek: You´re not supposed to leave the campus this weekend. Bu hafta sonu kampustan ayrılmana izin yok.
  • be surcharged with
    ile dopdolu olmak.
  • be sure of o.s.
    kendinden emin olmak.
  • be surrounded by/with
    etrafı (bir şey/birileri) ile çevrili olmak.
  • be susceptible to
    1. (bir hastalığa) karşı direnci olmamak. 2. (bir şey için) kolay bir hedef olmak: This place is susceptible to naval attacks. Burası denizden gelebilecek saldırılara açık. 3. -e kapılabilmek: I think he´ll be susceptible to her charm. Bence onun cazibesine kapılabilir.
  • be suspicious of
    -den kuşku duymak, -den şüphe etmek.
  • be swamped with
    aşırı miktarda olmak; ... içinde boğulmak: He´s swamped with work. Çok fazla işi var. They´re swamped with guests. Onların evi misafirlerle dolup taşıyor.
  • be sweet on
    k. dili (birine) âşık olmak.
  • be sympathetic to/towards
    (görüşü/fikri) anlayıp paylaşmak/desteklemek.
  • be tailor-made for
    1. (biri/bir şey) için özel olarak yapılmış olmak. 2. (biri) için biçilmiş kaftan olmak.
  • be taken aback
    (at/by) (-e) şaşakalmak, çok şaşırmak.
  • be taken ill
    hastalanmak.
  • be taken up with
    ile meşgul olmak.
  • be taken with
    -den hoşlanmak, -den etkilenmek.
  • be talked out
    söyleyecek sözü kalmamak.
  • be tangent to
    -e teğet geçmek.
  • be tantamount to
    ile aynı olmak, ile eşanlamlı olmak.
  • be the death of
    -in ölümüne neden olmak.
  • be the spitting image of/be the spit and image of
    k. dili hık demiş (birinin) burnundan düşmüş olmak.
  • be the victim of
    -in kurbanı olmak.
  • be there
    var olmak: Two hours later the pain was still there. İki saat sonra hâlâ ağrı vardı. She´s always there when you need her. Ne zaman ihtiyacın olsa yardıma hazırdır.
  • be thick with
    1. ile kaplı olmak: This table´s thick with dust. Bu masa toz içinde. The courtyard was thick with smoke. Avlu duman içindeydi. 2. çok miktarda bulunmak, kaynamak: The house was thick with fleas. Ev pire kaynıyordu. 3. k. dili ile sıkı fıkı/çok samimi olmak.
  • be thirsty
    susamak: I´m thirsty. Susadım.
  • be thirsty for
    -i çok istemek, -e susamak.
  • be thoughtless of/for
    -i hiç düşünmemek: Don´t be thoughtless of the future! Geleceği düşün!/Geleceği düşünmezlik etme!
  • be through
    1. (with) (-i) bitirmiş olmak: Are you through? Bitirdin mi? 2. (biri) işe yaramaz olmak. 3. (with) k. dili iki kişi arasındaki ilişki bitmiş olmak: Sevda and Ferda are through. Sevda´yla Ferda´nın ilişkisi bitti.
  • be thrown back on one´s own resources
    yalnızca kendi yetenekleriyle idare etmek zorunda kalmak.
  • be thunderstruck
    şaşırıp kalmak; donakalmak; hayretler içinde kalmak.
  • be ticketed for
    1. (bir şeyin) (belirli bir şeye/yere) verilmesi planlanmak. 2. (birinin) (belirli bir yere) aday gösterilmesi planlanmak; (birinin) (belirli bir yere) uygun bir aday olduğu söylenmek.
  • be tickled
    k. dili 1. son derece memnun olmak: I´m tickled to hear they´re coming. Geleceklerini duymak beni son derece memnun etti. 2. çok eğlenmek, çok gülmek.
  • be tied to
    -e bağlı olmak, -e tabi olmak: The value of the mark is tied to the value of the pound. Markın değeri sterlininkine bağlı.
  • be tied to a woman´s apron strings
    k. dili bir kadının tahakkümü altında olmak.
  • be tied up
    k. dili 1. meşgul olmak. 2. in (para) (belli bir şeye) yatırılmış olmak. 3. (para) (hukuki yönden) ancak belirli birkaç amaç için kullanılabilmek; (mülk) (hukuki yönden) satılamamak/intikal edememek.
  • be tired of
    -den bıkmak, -den usanmak.
  • be to blame for
    suçlusu olmak.
  • be to s.o.´s disadvantage
    birinin zararına olmak, birinin aleyhine olmak.
  • be to s.o.´s discredit
    birinin şerefini lekelemek.
  • be tolerant
    1. (of) (-e karşı) hoşgörülü olmak. 2. of (organizma v.b.) -e tahammül etmek, -e dayanmak.
  • be too much for
    için çok zor olmak, -in gücünü aşmak: These stairs are too much for an old man. Yaşlı bir adamın bu merdivenleri çıkması çok zor.
  • be true to
    -e sadık kalmak.
  • be true to one´s word
    sözünü tutmak, sözünü yerine getirmek.
  • be tuckered out
    k. dili pestili çıkmak, turşuya dönmek, çok yorulmuş olmak.
  • be unable to
    -ememek, -amamak, -den âciz olmak: She was unable to come. Gelemedi. I am unable to make the decision by myself. Kararı yalnız başıma vermekten âcizim.
  • be unable to bear/stand the sight of
    -i hiç çekememek, -e hiç tahammül edememek.
  • be unable to get a word in edgewise
    karşısındakinin fazla konuşmasından dolayı ağzını açamamak.
  • be unaccustomed to
    -e alışık olmamak: He is unaccustomed to getting up early in the morning. Sabah erken kalkmaya alışık değil.
  • be unaware of
    -in farkında olmamak, -den haberi olmamak, -den habersiz olmak: He is unaware of his surroundings. Çevresindekilerin farkında değil. They are unaware of our change in plans. Planlarda yaptığımız değişiklikten haberleri yok.
  • be uncomfortable with
    -den rahatsızlık duymak.
  • be undaunted by
    1. -den yılmamak. 2. -den dolayı cesareti kırılmamak: She was undaunted by the difficulty of the task. İşin zorluğu karşısında cesareti kırılmamıştı.
  • be under a ban
    yasaklanmak.
  • be under a cloud
    (of suspicion) şüphe altında olmak.
  • be under arrest
    tutuklu olmak.
  • be under attack
    saldırılara maruz kalmak; topa tutulmak.
  • be under consideration
    üzerinde düşünülmek.
  • be under construction
    inşaat halinde olmak.
  • be under custody
    tutuklu olmak.
  • be under discussion
    görüşülmekte olmak.
  • be under guard
    koruma altında olmak.
  • be under house arrest
    göz hapsi altında olmak.
  • be under oath
    yeminli olmak.
  • be under pressure
    (manevi) baskı altında olmak.
  • be under repair
    tamir edilmek, tamirde olmak.
  • be under s.o.´s thumb
    k. dili birinin kontrolü altında olmak.
  • be under stress
    1. stres içinde olmak. 2. (yapı) fazla yük altında bulunmak.
  • be under suspicion
    zan altında bulunmak.
  • be under the assumption that
    k. dili 1. farzetmek, varsaymak. 2. sanmak, zannetmek.
  • be under the influence
    k. dili içkili olmak, alkollü olmak.
  • be under the sway of
    1. -in nüfuzu altında olmak. 2. -in egemenliği altında olmak.
  • be under the weather
    k. dili hasta/rahatsız olmak.
  • be under way
    hareket halinde/ilerlemekte/devam etmekte olmak.
  • be underage
    (belirli bir şey yapabilmek için) yaşı tutmamak.
  • be uneasy about
    -den endişe duymak.
  • be unequal to a task
    bir işi becerememek.
  • be unfamiliar with
    -i bilmemek.
  • be uninterested in
    -e ilgi duymamak, -i merak etmemek.
  • be unlucky
    şansı olmamak.
  • be unmindful of
    -e aldırmamak, -i göz önüne almamak.
  • be unqualified for a job
    bir işe uygun niteliklere sahip olmamak.
  • be unqualified to do s.t.
    bir şeyi yapmak için gereken niteliklere sahip olmamak.
  • be unsettled about/as to
    ... hakkında kararsız olmak, ... hakkında tereddüt içinde olmak.
  • be unskilled in/at
    -de iyi/usta olmamak.
  • be untroubled by
    1. -den şikâyetçi olmamak. 2. -i dert etmemek.
  • be unused to
    -e alışık/alışkın olmamak.
  • be unwilling
    (to) (-e) razı olmamak; (-i) istememek: He was unwilling to go. Gitmeye razı değildi. He´s unwilling to learn how to dance. Dans etmeyi öğrenmek istemiyor.
  • be up
    1. yataktan kalkmış olmak; (uykuya) yatmamış olmak: He´s never up before seven. Saat yediden önce hiç yataktan kalkmaz. She´s never up after ten at night. Gece saat ondan önce yatar hep. 2. (güneş/ay) doğmuş olmak. 3. ayakta olmak. 4. (seviyesi/derecesi) yükselmiş olmak: His fever is up. Ateşi yükseldi. 5. kaldırılmış/kapalı olmak: The car´s windows were up. Otomobilin camları kapalıydı. 6. artmış olmak: Our enrollment is up this year. Bu sene bize kayıt yaptıranların sayısı arttı. 7. bitmiş olmak, sona ermiş olmak: Time´s up. Vakit doldu.
  • be up a creek
    k. dili zor durumda kalmak/olmak.
  • be up a gum tree
    İng. zor bir durumda olmak.
  • be up a gum tree
    İng., k. dili zor durumda olmak, ne yapacağını şaşırmak.
  • be up against
    k. dili ile karşı karşıya olmak/kalmak, -e çatmak.
  • be up against the wall
    k. dili 1. iflasın eşiğinde olmak, iflasla karşı karşıya olmak. 2. köşeye sıkışmak, çok sıkışık bir durumda olmak.
  • be up all night
    sabahlamak.
  • be up and about/around
    k. dili hastalıktan kurtulmuş olmak, ayağa kalkmış olmak.
  • be up for
    k. dili 1. (bir şey yapmayı) istemek: Who´s up for a movie? Sinemaya gitmek isteyen var mı? 2. -e aday olmak: He is up for mayor. Belediye başkanlığına aday. 3. -den yargılanmak: He is up for murder. Cinayet suçundan yargılanıyor.
  • be up for grabs
    k. dili (boş bir kadro, kontrat v.b.) adaylara açık olmak: This contract´s up for grabs. Bu ihale kapanın elinde kalır.
  • be up in arms
    1. ayaklanmak. 2. öfkelenmek, ateş püskürmek.
  • be up in arms
    k. dili ayaklanmış olmak, isyan halinde olmak.
  • be up on
    k. dili 1. -i iyi bilmek. 2. -den haberi olmak.
  • be up s.o.´s alley
    k. dili biri için biçilmiş kaftan olmak, (tam) birine göre olmak: This job is right up your alley. Bu iş tam sana göre.
  • be up to
    1. -i yapabilmek, -in üstesinden gelebilmek: Are you up to this? Bunu yapabilir misin? I´m not up to talking to him today. Bugün onunla görüşecek gücüm yok. He´s still not up to seeing people. Hâlâ insanlarla görüşebilecek durumda değil. I don´t think he´s up to doing a job like that. Bence öyle bir işin üstesinden gelemez o. Is he up to playing that rôle? O rolü becerebilir mi? 2. k. dili (bir halt) karıştırmak/etmek: Just what are you up to? Ne halt karıştırıyorsun? 3. k. dili (bir şeyi) yapmak: What are you up to these days? Bugünlerde ne yapıyorsun? 4. (karar) (birine) kalmış olmak/düşmek; (birinin) seçimine kalmak, (birine) bağlı olmak; (birinin) sorumluluğunda olmak: It´s up to you to finish it. Onu bitirme işi sana kaldı.
  • be up to date
    1. en son olaylardan/gelişmelerden haberdar olmak. 2. en son teknolojiye sahip olmak; son modaya uymak. 3. en son değişiklikleri kapsamak.
  • be up to one´s eyes in
    ile çok meşgul olmak.
  • be up to par
    1. tic. saymaca değerini bulmak. 2. her zamanki seviyede olmak.
  • be up to scratch
    k. dili istenilen seviyeye varmak, öngörülen standarda uymak.
  • be up to snuff/the mark
    k. dili istenilen düzeyde/nitelikte olmak.
  • be up to the mark
    istenilen derecede olmak.
  • be upset
    1. altüst olmak. 2. (favori rakip) yenilmek. 3. (mide) bozuk olmak. 4. üzgün olmak; sinirli olmak. 5. alabora olmak.
  • be used up
    1. tükenmek, harcanmak. 2. bitkin düşmek, bitmek, tükenmek.
  • be vested in
    (yetki, hak v.b.) -e verilmiş olmak.
  • be vexed at s.t.
    bir şeye canı sıkılmak.
  • be victorious
    galip gelmek.
  • be vulnerable to
    (kötü bir şeye) açık/maruz olmak.
  • be wanted by the police
    polis tarafından aranmak.
  • be wanting
    1. eksik olmak, noksan olmak: A few pages of this book are wanting. Bu kitabın birkaç sayfası eksik. 2. in -den yoksun olmak: That man is wanting in common sense. O adam sağduyudan yoksun.
  • be wary of
    1. -den sakınmak. 2. -e dikkat etmek.
  • be washed up
    k. dili mahvolmuş olmak, işi bitmiş olmak.
  • be way out in left field
    fena halde yanılmak, ıskalamak.
  • be weary of
    -den bıkmış/usanmış olmak.
  • be weighed down
    1. with/by (dert/keder) yüklü olmak: He was weighed down by his sorrow. Yüreği acı doluydu. 2. with/by (bir görev, sorumluluk v.b.) belini bükmek: The people were weighed down by this oppressive taxation. Bu insafsız vergiler halkın belini bükmüştü. 3. with (belirli bir şeyle) çok yüklü olmak: She was weighed down with packages. Eli kolu paket doluydu. The branches of the trees were weighed down with ice. Ağaçların dalları buzların ağırlığıyla yere doğru eğilmişti.
  • be wide of the mark
    hedeften uzak olmak.
  • be wild about
    k. dili -e hayran olmak, -e bayılmak.
  • be willing to
    -e razı olmak.
  • be winded
    nefes nefese kalmış olmak, nefesi kesilmiş olmak.
  • be wiped off the face of the earth
    yeryüzünden silinmek.
  • be wiped off the map
    haritadan silinmek.
  • be wise to
    k. dili (birinin) ne yaptığının farkında olmak; (durumun) ne olduğunun farkında olmak.
  • be with it
    k. dili çağın hiç gerisinde kalmamak; çağı yakalamak.
  • be with s.o.
    k. dili birinin ne demek istediğini anlamak.
  • be within arm´s reach
    elinin altında olmak.
  • be within earshot
    (yakın olduğu için) işitebilmek, duyabilmek.
  • be within reason
    akıl kârı olmak.
  • be within s.o.´s grasp
    1. birinin kavrayışı içinde olmak. 2. birinin elde edebileceği bir şey gibi olmak.
  • be wont to
    genellikle (belirli bir şekilde davranmak/hareket etmek): He is wont to come early. O genellikle erken gelir.
  • be worked up
    1. heyecanlı olmak. 2. kızgın/öfkeli olmak.
  • be worried sick
    çok endişeli olmak.
  • be worried sick
    k. dili çok endişeli olmak.
  • be worth
    1. -in kıymeti/değeri (belirli bir miktar) olmak; (belirli bir miktar) değerinde olmak: This candlestick´s worth approximately thirty million liras. Bu şamdanın değeri aşağı yukarı otuz milyon lira. This house is worth sixty billion liras. Bu evin değeri altmış milyar lira. 2. (birinin) mal varlığı (belirli bir miktar) olmak: He´s worth around fifty billion liras. Onun mal varlığı elli milyar kadar. 3. -e değmek: Is it worth this much trouble? Bu kadar zahmete değer mi? Yes, it´s worth the effort. Evet, zahmete değer. It´s worth seeing. Görülmeye değer.
  • be worth one´s keep
    k. dili aldığı maaşın karşılığını vermek.
  • be worth one´s salt
    k. dili aldığı maaşın karşılığını vermek; işinin ehli olmak.
  • be worth one´s while
    k. dili birinin harcadığı zamana değmek.
  • be worth one´s/its weight in gold
    k. dili çok değerli olmak, ağırlığınca altın değmek/etmek; çok işe yaramak.
  • be worth s.o.´s while
    birinin vaktini ayırmasına değmek: It´s worth your while to learn Spanish. İspanyolca öğrenmeye değer.
  • be worthy of
    -e değmek, -e layık olmak.
  • be wracked by/with
    (ağrılar, hastalık v.b.) yüzünden çok çekmek: His body had been wracked by malaria. Vücudu sıtmadan çok çekmişti.
  • be wrapped up in
    k. dili 1. kendini (bir işe) kaptırmış olmak. 2. (düşüncelere) dalmış olmak. 3. (birine) sırılsıklam âşık olmak.
  • be written all over
    k. dili ... yüzünden akmak: His innocence was written all over his face. Suçsuzluğu yüzünden akıyordu.

Türkçe - İngilizce

  • be
    1. Oh, you! Hey, you! (used vocatively to express reproach). 2. vulg. Hey! (used in a terminal position): Neredesin be? Hey, where are you?