in Anlamı, Karşılığı

# A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P Q R S Ş T U Ü V W X Y Z

İngilizce - Türkçe

  • in acknowledgment of
    -in karşılığı olarak: in acknowledgment of his years of service yıllarca verdiği hizmetin karşılığı olarak.
  • in 1
    edat 1. içinde, -de, -da: in the box kutuda. in the envelope zarfın içinde. 2. içine, -e, -a: Put it in your pocket. Cebine koy. 3. içinde, -de, -da, durumunda, halinde: in poverty yoksulluk içinde. in panic panik halinde. 4. iken, -ken: in writing the book kitabı yazarken. 5. ile: in anger öfkeyle. in haste aceleyle. 6. olarak: He wrote an article in response to his critics. Kendisini eleştirenlere cevap olarak bir makale yazdı. 7. bakımından, açısından, -ce, -ca: In quality, his writings surpass those of his contemporaries. Onun yazıları nitelik açısından çağdaşlarınınkinden üstün. 8. -den yapılmış: The book was bound in leather. Kitabın cildi deriden yapılmış. 9. ile, kullanarak: written in pencil kurşunkalemle yazılmış. upholstered in blue mavi renkle döşenmiş. 10. -li, -lı: in a fur coat kürk mantolu. in uniform üniformalı.
  • in 2
    z. 1. içeride; içeriye; içine. 2. evde. 3. görev başında. 4. mevsimi gelmiş. 5. moda, gözde.
  • in 3
    s. 1. iç. 2. iktidardaki. 3. elinde. 4. içeri doğru yönelen. 5. çok moda olan.
  • in 4
    i. 1. yetkili kişi. 2. k. dili torpil, piston.
  • in a bad way
    k. dili 1. kötü bir durumda. 2. tehlikede. 3. çok hasta.
  • in a big way
    k. dili büyük çapta.
  • in a breeze
    kolaylıkla.
  • in a coon´s age
    k. dili çoktandır, epeydir.
  • in a daze
    sersem sepelek.
  • in a ferment
    k. dili kargaşalık içinde.
  • in a flash
    yıldırım hızıyla.
  • in a good light
    (bir şeyi) iyimser olarak (görmek).
  • in a hurry
    aceleyle, çabuk çabuk.
  • in a jiffy
    hemen.
  • in a lather
    k. dili heyecanlı.
  • in a lump sum
    peşin ve taksitsiz olarak: I can pay for it in a lump sum. Parasının hepsini peşinen ödeyebilirim.
  • in a manner of speaking
    bir anlamda.
  • in a monotone
    monoton bir şekilde, sesini alçaltıp yükseltmeden.
  • in a nutshell
    az ve öz olarak.
  • in a roundabout way
    1. dolambaçlı yoldan. 2. dolaylı yoldan, dolaylı olarak.
  • in a sense
    bir anlamda, yani.
  • in a slapdash manner
    gelişigüzel, baştan savma.
  • in a small way
    karınca kararınca; azıcık.
  • in a small way
    k. dili küçük çapta.
  • in a state of undress
    çıplak.
  • in a trice
    k. dili bir anda, çabucak, bir çırpıda.
  • in a twitter/all in a twitter
    k. dili heyecan içinde.
  • in a way
    bir bakıma.
  • in a word
    sözün kısası.
  • in a/one body
    hep birlikte/beraber.
  • in absolute privacy
    tamamen aralarında kalmak üzere.
  • in abundance
    bol/çok miktarda: There were pears in abundance. Çok miktarda armut vardı.
  • in accord with
    -e uyarak.
  • in accordance with
    -e göre, -e uygun olarak: Is this in accordance with your wishes? Bu isteklerinize göre mi? I acted in accordance with your instructions. Talimatınıza göre hareket ettim.
  • in actuality
    gerçekten, hakikaten.
  • in addition to
    -e ilaveten, -e ek olarak, ayrıca, fazla olarak.
  • in advance
    1. önde, ileride. 2. peşin olarak.
  • in aid of
    yararına, menfaatine, -e yardım için.
  • in all
    hepsi, tamamı.
  • in all
    toplam olarak, toplam.
  • in all probability
    büyük bir ihtimalle/olasılıkla.
  • in alphabetical order
    1. alfabetik olarak dizilmiş. 2. alfabetik sıraya göre.
  • in an advisory capacity
    danışman olarak. i. uyarı niteliğinde bülten/duyuru.
  • in and out
    kâh içeride, kâh dışarıda.
  • in anticipation of
    (bir şeyin gerçekleşebileceği) düşüncesiyle.
  • in any case
    1. ne olursa olsun, her halükârda, her halde: In any case you be there. Ne olursa olsun sen orada ol. 2. zaten: In any case you couldn´t have seen her. Zaten onu göremezdin.
  • in any case
    herhalde, ne olursa olsun.
  • in any event
    1. ne olursa olsun, her halükârda, her halde: In any event I´ll see you at Billur´s dinner. Her halükârda Billur´un yemeğinde görüşürüz. 2. zaten: In any event I wouldn´t have told you. Zaten sana söylemezdim.
  • in any shape or form
    hiçbir şekilde.
  • in apple-pie order
    çok düzenli bir şekilde.
  • in bad/ill repair
    kötü durumda.
  • in between
    aralarında: two houses with a yard in between aralarında bir bahçe olan iki ev.
  • in black and white
    k. dili yazılı olarak.
  • in bloom
    çiçek açmış, çiçekte.
  • in brief
    kısaca, özetle.
  • in broad daylight
    güpegündüz.
  • in broad daylight
    güpegündüz.
  • in bulk
    1. açık, ambalajsız. 2. toptan.
  • in camera
    huk. gizli celsede.
  • in case
    takdirde: In case it´s necessary, I can work late. Gerektiği takdirde geç vakte kadar çalışabilirim.
  • in case of
    halinde: In case of fire press this button. Yangın anında bu düğmeye basın. in case of emergency acil durumda.
  • in case of emergency
    acil bir durumda.
  • in cipher
    şifreli.
  • in cold blood
    kılını kıpırdatmadan.
  • in cold blood
    soğukkanlılıkla.
  • in command
    amir, sözü geçen.
  • in commission
    1. sefere hazır (gemi). 2. işe hazır.
  • in company with
    ile beraber, birlikte.
  • in comparison with
    -e nazaran, -e göre.
  • in compliance with
    -e uygun olarak, mucibince.
  • in concert
    uyum içinde, birlik içinde.
  • in conclusion
    son olarak.
  • in conference
    toplantıda, meşgul.
  • in conjunction with
    ile beraber, ile birlikte, ile bir arada.
  • in connection with
    ile ilgili olarak.
  • in consequence of
    sonucunda, nedeniyle.
  • in danger
    tehlikede.
  • in days of yore
    çok eskiden.
  • in deep water
    1. başı dertte. 2. şaşkınlık içinde.
  • in deep water
    k. dili başı dertte, zor durumda.
  • in default of
    yokluğunda, yokluğundan dolayı.
  • in defiance of
    1. -i hiçe sayarak, -e meydan okuyarak. 2. -e aykırı olarak.
  • in despite of
    -e karşın, -e rağmen.
  • in detail
    ayrıntılı olarak, ayrıntılarıyla.
  • in diameter
    çap olarak.
  • in disrepair
    tamire muhtaç, harap.
  • in doubt
    kuşkulu, şüpheli, henüz belli olmayan.
  • in due course
    zamanı gelince; zamanla.
  • in due course
    zamanı/vakti gelince.
  • in duplicate
    iki suret halinde.
  • in earnest
    1. ciddi olarak, ciddi, gerçekten. 2. bayağı, çok.
  • in easy circumstances/on easy street
    hali vakti yerinde, varlıklı.
  • in effect
    1. aslında. 2. yürürlükte.
  • in excess of
    -den fazla, -i geçen.
  • in fact
    aslında, doğrusu.
  • in fact
    gerçekte, aslında.
  • in favor of
    -in lehinde, -in lehine, -den yana, -in taraftarı.
  • in fine fettle
    keyfi yerinde.
  • in flagrante delicto
    z. suçüstü, cürmü meşhut halinde.
  • in flames
    alevler içinde.
  • in focus
    iyi odaklanmış.
  • in front
    önde.
  • in front of
    önünde: in front of the building binanın önünde.
  • in full retreat
    tam çekilme durumunda.
  • in full view
    tam göz önünde.
  • in fun
    şakadan.
  • in future
    bundan sonra, bundan böyle.
  • in general
    genellikle, genel olarak.
  • in good company
    iyi arkadaşlarla.
  • in good faith
    sadece birinin sözüne güvenerek.
  • in good repair
    iyi durumda.
  • in good season
    tam zamanında.
  • in good spirits
    keyfi yerinde.
  • in good time
    1. biraz erken. 2. vaktinde, önceden belirlenen zamanda. 3. süresi gelince.
  • in good trim
    k. dili iyi durumda/vaziyette, formda.
  • in great demand
    çok revaçta, çok aranan, büyük rağbet gören, tutulan.
  • in great request
    çok aranan, çok rağbette.
  • in hand
    1. elde. 2. hazırlanmakta. 3. kontrol altında.
  • in harness
    iş başında.
  • in haste
    aceleyle, telaşla.
  • in his/her own backyard
    kendi çevresinde.
  • in hock
    rehinde.
  • in honor of
    şerefine.
  • in imitation of
    -i taklit ederek.
  • in irons
    zincire vurulmuş; eli kelepçeli.
  • in itself/in and of itself
    özünde, kendisi, bizatihi: In itself it´s not a problem. Kendi başına bir problem değil.
  • in jeopardy of his life
    1. idam cezası tehlikesiyle karşı karşıya. 2. hayatı tehlikede.
  • in jest
    şaka olarak.
  • in leaf
    yapraklanmış.
  • in less than no time/in no time/in no time at all
    çok çabuk, çabucak, çabucacık.
  • in lieu of
    -in yerine, -e bedel olarak.
  • in line for
    -e aday, için sırada.
  • in luck
    talihli, şansı açık.
  • in memory of
    -in anısına, -in hatırasına.
  • in mesh
    birbirine girmiş.
  • in miniature
    ufak çapta, minyatür.
  • in motion
    hareket halinde.
  • in my book
    bana göre.
  • in my judgment
    fikrimce, bana kalırsa.
  • in my opinion
    kanımca, bana göre; bana kalırsa.
  • in my opinion
    bence, bana göre, kanımca.
  • in name
    sözde, ismen.
  • in no time
    hemen, derhal.
  • in no uncertain terms
    sert bir şekilde/açıkça (söylemek).
  • in no way
    hiç, kesinlikle: He was in no way responsible. O hiçbir şekilde sorumlu değildi.
  • in no way. out of the way
    1. sapa, yol üstü olmayan. 2. alışılmışın dışında.
  • in nothing flat
    k. dili çok çabuk.
  • in one go
    bir kerede, bir seferde: He drank all the beer in one go. Biranın tümünü bir dikişte içti.
  • in one sense
    bir anlamda, bir taraftan.
  • in one´s mind´s eye
    hayalinde, kafasında.
  • in one´s pocket
    nüfuzu altında, avucunun içinde.
  • in one´s spare time
    boş vaktinde: Do it in your spare time! Onu boş vaktinde yap!
  • in operation
    yürürlükte.
  • in order that
    diye, ta ki.
  • in order that
    -sin diye: in order that he may see görsün diye.
  • in order to
    için: in order to see görmek için.
  • in order to keep up appearances
    ele güne karşı rezil olmamak için.
  • in other words
    yani, demek.
  • in our midst
    aramızda.
  • in part
    kısmen.
  • in particular
    özellikle.
  • in parts
    parça parça, kısım kısım.
  • in passing
    1. geçerken. 2. tesadüfen.
  • in patches
    kısmen, yer yer.
  • in pawn
    rehinde.
  • in perpetuity
    ebediyen, her zaman için, daima.
  • in person
    şahsen, bizzat.
  • in place
    yerinde.
  • in place of
    -in yerine.
  • in plain English
    açıkçası.
  • in plain English
    1. açıkça. 2. açıkçası.
  • in play
    şaka olarak.
  • in point of
    bakımından.
  • in point of fact
    aslında, gerçekte.
  • in position
    tam yerinde.
  • in practice
    pratikte, uygulamada.
  • in press
    baskıda, basılmakta.
  • in private
    1. gizlice, gizli olarak. 2. başkaları yokken, baş başa.
  • in process of construction
    inşa halinde, yapılmakta.
  • in proportion to
    -e oranla, -e göre.
  • in protest against
    -e protesto olarak.
  • in public
    alenen, açıkça, herkesin önünde.
  • in pursuance of
    yerine getirirken, peşinde koşarken, gerçekleştirmeye çalışırken: He sacrificed his wealth in pursuance of his ideals. İdeallerinin peşinde koşarken servetini feda etti.
  • in regard to
    bak. with regard to.
  • in relation to
    ... hakkında: She said nothing in relation to that matter. O mesele hakkında hiçbir şey söylemedi.
  • in reply to
    -e cevap olarak.
  • in respect of
    1. -e gelince. 2. ile ilgili olarak.
  • in respect to
    1. ile ilgili olarak. 2. ile ilgili.
  • in response to
    -e karşılık; -e karşılık olarak.
  • in retrospect
    geçmişe bakarak.
  • in return for
    -e karşılık olarak, -in karşılığında.
  • in revenge for
    -den öç almak için.
  • in s.o.´s stead
    birinin yerine, birinin namına: Çetin can go in his stead. Onun yerine Çetin gidebilir.
  • in search of
    aramaya; aramakta, peşinde.
  • in self-defense
    kendini korumak için.
  • in sequence
    1. sırayla. 2. art arda.
  • in seventh heaven
    çok mutlu.
  • in shore
    kıyıya yakın.
  • in short
    kısaca, sözün kısası.
  • in short course
    kısaca.
  • in short order
    çabuk.
  • in short order
    çarçabuk.
  • in sight
    görünürde.
  • in single file
    tek sıra halinde.
  • in so far as
    -diği kadar/derecede.
  • in so many words
    açık seçik bir şekilde, açıkça.
  • in some ways
    bazı bakımlardan.
  • in some measure
    bir dereceye kadar, kısmen.
  • in spite of
    -e rağmen, -e karşın: He´s carrying on in spite of the difficulties. Zorluklara rağmen devam ediyor.
  • in stock
    tic. mevcut.
  • in sum
    sözün kısası, kısaca.
  • in tandem
    1. art arda dizilmiş bir şekilde. 2. koordinasyon içinde, birbirine bağlı olarak; ortaklaşa, birlikte, beraber.
  • in ten seconds flat
    tam on saniyede.
  • in terms of
    1. ... açıdan: Don´t look at the situation in those terms! Duruma o açıdan bakma! 2. k. dili -e gelince, -ce/-çe: In terms of money she´s well fixed. Paraca iyi durumda.
  • in that
    -diğinden, -diğinden dolayı; çünkü; -diğine göre, mademki, madem.
  • in that case
    o takdirde.
  • in the absence of
    -in yokluğunda: In the absence of any guidelines this is what we came up with. Bize yol gösterecek bir şeyler olmadığı için ancak bunu yapabildik.
  • in the abstract
    kavram olarak: He approves of it in the abstract, but not in practice. Onu uygulamada değil, kavram olarak beğeniyor.
  • in the aggregate
    toplam olarak.
  • in the background
    ikinci planda.
  • in the bag
    k. dili emin, garantili; çantada keklik.
  • in the cards
    k. dili muhtemel, olası.
  • in the circumstances
    bak. under the circumstances. pomp and circumtance tantana, debdebe.
  • in the clouds
    hayal âleminde, dalgın.
  • in the course of
    sırasında, esnasında.
  • in the course of
    sırasında, esnasında.
  • in the course of time
    zamanla.
  • in the crunch
    k. dili paçası sıkışınca.
  • in the dark
    1. karanlıkta. 2. habersiz.
  • in the end
    sonunda, eninde sonunda.
  • in the event of
    takdirde, halinde.
  • in the extreme
    son derece.
  • in the eyes of
    -in gözünde.
  • in the face of
    karşısında.
  • in the family way
    k. dili gebe, hamile.
  • in the flesh
    bizzat.
  • in the hole
    k. dili borçlu; para kaybetmiş durumda.
  • in the interest of
    ... yararına, ... için.
  • in the interim
    aradaki zamanda.
  • in the land of the living
    sağ, hayatta.
  • in the large
    bütün kapsamı ile.
  • in the light of the facts
    olayların gelişmesine göre, olayların ışığı altında.
  • in the long run
    uzun vadede; eninde sonunda.
  • in the long run
    zamanla, eninde sonunda.
  • in the long term
    uzun vadede.
  • in the lump
    bütünüyle, bütün olarak.
  • in the main
    çoğunlukla, çoğu.
  • in the matter of
    ... konusunda.
  • in the meantime
    o/bu arada, o/bu süre içinde.
  • in the midst of
    -in ortasında, -in arasında.
  • in the morning
    sabahleyin.
  • in the name of
    1. adına, namına, yerine. 2. başı için, hakkı için, aşkına.
  • in the nature of things
    doğal olarak, tabiatıyla.
  • in the neighborhood of
    yaklaşık olarak, civarında.
  • in the nick of time
    tam zamanında.
  • in the nick of time
    tam zamanında (Gecikmeye hiç yer olmayan durumlar için kullanılır.): Reinforcements arrived in the nick of time. Takviyeler tam zamanında vardı.
  • in the nude
    çıplak olarak, çıplak.
  • in the offing
    yakında, pek uzak olmayan (olay).
  • in the open
    açık havada. f. 1. açmak; açılmak. 2. başlamak; başlatmak. 3. yaymak, sermek. 4. açığa vurmak.
  • in the presence of
    (birinin) önünde/yanında/huzurunda: in the presence of a large company büyük bir topluluk önünde. Don´t say that in her presence! Onun yanında söyleme! You are in the presence of the emperor. İmparatorun huzurunda bulunuyorsunuz.
  • in the process of time
    zamanla, zaman geçtikçe.
  • in the raw
    1. doğal halde, işlenmemiş. 2. k. dili çıplak.
  • in the rough
    1. kaba taslak durumda. 2. işlenmemiş durumda.
  • in the same breath
    bir solukta, aynı zamanda.
  • in the second place
    ikinci olarak, ondan sonra.
  • in the short haul/term
    kısa vadede.
  • in the short run
    kısa vadede.
  • in the short term
    kısa vadede.
  • in the thick of the battle
    muharebenin en şiddetli yerinde.
  • in the vicinity of
    1. dolaylarında, civarında: She lives in the vicinity of Taksim. Taksim civarında oturuyor. 2. k. dili aşağı yukarı, yaklaşık olarak: His salary is in the vicinity of two billion a month. Ayda aşağı yukarı iki milyar maaş alıyor.
  • in the wake of
    1. -in ardında, -in peşinde. 2. -in ardından, -den sonra; ... sonucunda.
  • in the world
    k. dili Allah aşkına, Allahı/Allahını seversen (Soru zamirleriyle kullanılır.): What in the world is that? O ne, Allahını seversen? How in the world did you do that? Onu nasıl yaptın Allah aşkına?
  • in this connection
    bu münasebetle, bu hususta.
  • in three months
    üç aya kadar.
  • in time
    1. vaktinde, zamanında (yetişmek/yetiştirmek): Can you finish this in time? Bunu vaktinde yetiştirebilir misiniz? We can´t get there in time. Yetişemeyiz. 2. zamanla: In time you too will become a general. Zamanla sen de general olursun.
  • in total
    1. toplam olarak. 2. bütünüyle, tamamıyla.
  • in tow
    k. dili beraberinde: He had his girl friend in tow as well. Beraberinde kız arkadaşı da vardı.
  • in triplicate
    üç kopya olarak.
  • in truth
    hakikaten, gerçekten.
  • in tune
    akortlu.
  • in turn
    1. sıra ile; sırasıyla; nöbetleşe: Each charge was mowed down in turn by their deadly fire. Hücuma kalkan her grup onların öldürücü ateşiyle helak oldu. 2. kâh ... kâh ...: She was cutting and tender in turn. Kâh kırıcı, kâh şefkatliydi.
  • in two
    iki kısma, ikiye (kesmek/bölmek/ayırmak).
  • in two shakes
    (of a lamb´s tail) k. dili hemen, bir çırpıda, bir lahzada.
  • in unison
    1. birlikte, beraber (yapmak). 2. hep bir ağızdan, hep beraber.
  • in vain
    boş yere, boşuna.
  • in view
    görünürde, ortada.
  • in view of
    -den dolayı, ... yüzünden, -i göz önünde tutarak.

Türkçe - İngilizce

  • in
    lair (of a wild animal), den; burrow, earth; set; cave. -- gibi dark and narrow (place).
  • in
    (used with cin and a negative verb) no one whatsoever, not a soul: İn cin gözükmüyordu. Not a soul was to be seen. -- cin top oynamak /da/ (for a place) to be completely deserted: Sokakta in cin top oynuyordu. The street was completely deserted. -- misin, cin misin? Are you a person or are you a jinni? (phrase often used in Turkish fairy tales).