içinde
1. inside, within, in: Evin içinde saklandı. He hid inside the house. Kütüphane içinde ıslık çalınmaz! You don´t whistle in a library! Bahçe içinde, güzel bir ev. It´s a beautiful house, set in a garden. 2. within, in the space of, before the end of, inside, inside of (a period of time): Bu iş bir yıl içinde bitmez. This job won´t finish within a year. 3. among: Misafirlerin içinde üç psikiyatr vardı. Among the guests were three psychiatrists. Böyle insanlar içinde yaşamak onların hoşuna gidiyor. They like living among such people. 4. under, given: Bu şartlar içinde başka ne yapabilirim? Given these conditions, what else can I do? 5. full of: Yollar çamur içinde. The roads are very muddy. Eşyalar toz içindeydi. The furniture was thick with dust. -- kaybolmak /ın/ 1. to vanish within (a place). 2. to be practically unnoticeable in. 3. (for an article of clothing) to be much too big for, swallow: Servet, Semih´in eski trençkotu içinde kayboldu. Semih´s old trench coat swallowed Servet. -- olmak to be included. -- yüzmek 1. to be full of; to be covered in or with, be thick with: Şakir bit içinde yüzüyor. Şakir´s covered with lice. 2. to have a great deal of, wallow in, swim in (wealth): Nazlı para içinde yüzüyor. Nazlı´s wallowing in money. 3. /ın/ (for an article of clothing) to be far too big for, swallow: O ceketin içinde yüzüyorsun. That sports coat swallows you.