on Anlamı, Karşılığı

# A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P Q R S Ş T U Ü V W X Y Z

İngilizce - Türkçe

  • on
    edat 1. üzerinde, üstünde; üzerine, üstüne: on the end table sehpanın üstünde. on the wall duvarın üstünde. Don´t write on the wall. Duvarın üzerine yazma. 2. -de: on the bus otobüste. on the list listede. on the first of June bir haziranda. on the governing board yönetim kurulunda. 3. hakkında, konusunda, üstünde, üzerinde, üstüne, üzerine, ile ilgili: a talk on friendship arkadaşlık hakkında bir konuşma. research on the Battle of Manzikert Malazgirt Savaşı üzerine araştırmalar. 4. durumunda, halinde: on the defensive savunma durumunda. on the move hareket halinde. on the offensive hücum halinde. 5. ile: live on five dollars a day günde beş dolarla geçinmek. buy on credit taksitle satın almak. 6. kenarında; kıyısında: a house on the river nehrin kıyısında bir ev. z. 1. ileri, ileriye; ileride, ilerde: walk on ileri gitmek. The next gas station is five kilometers on. Bundan sonraki benzin istasyonu beş kilometre ilerde. 2. durmadan, aralıksız: She sang on. Durmadan şarkı söyledi. 3. -ince: on receiving the gift hediyeyi alınca. on hearing this bunu duyunca. 4. üstüne, üzerine; üstünde, üzerinde, giyilmiş: have a coat on üzerinde bir palto olmak.
  • on a level with
    1. ile aynı düzeyde. 2. ile aynı hizada.
  • on a line
    aynı hizada, bir sırada.
  • on a regular basis
    düzenli olarak, muntazaman.
  • on a shoestring
    az parayla.
  • on a vast scale
    geniş ölçüde.
  • on a weekday
    hafta arasında/içinde, hafta arasında/içinde bir gün: Let´s meet on a weekday. Hafta içinde buluşalım.
  • on account
    krediyle, veresiye.
  • on account of
    -den dolayı, için.
  • on all fours
    dört ayak üzerinde.
  • on alternate days
    günaşırı, iki günde bir.
  • on and on
    durmadan; durup dinlenmeden.
  • on approval
    beğenilmediği takdirde geri verilmek şartıyla.
  • on behalf of
    -in namına, -in adına.
  • on bended knee
    yalvararak, diz çökmüş durumda.
  • on board
    gemide; trende.
  • on call
    hazır.
  • on condition that
    şartıyla, koşuluyla: You can stay here on condition that you look after the animals and the garden. Hayvanlara ve bahçeye bakma şartıyla burada kalabilirsin.
  • on consignment
    konsinye olarak.
  • on contract
    sözleşmeli, mukaveleli, mukavele ile.
  • on credit
    tic. veresiye.
  • on demand
    mal istenildiğinde.
  • on duty
    görev başında.
  • on file
    dosyaya geçirilmiş (evrak).
  • on foot
    yaya olarak.
  • on hand
    elde; hazır.
  • on his/her merits
    değerine göre.
  • on horseback
    atla, ata binmiş olarak, at sırtında.
  • on ice
    argo yedekte.
  • on leave
    izinli.
  • on loan
    ödünç olarak.
  • on no account
    asla, katiyen.
  • on occasion
    ara sıra, zaman zaman.
  • on one´s conscience
    vicdanını rahatsız eden.
  • on one´s mind
    aklında, hatırında.
  • on one´s own
    kendi başına, başkasından yardım görmeden.
  • on one´s own initiative
    kendi inisiyatifini kullanarak.
  • on paper
    kâğıt üzerinde kalan.
  • on parole
    şartlı olarak tahliye edilmiş.
  • on purpose
    mahsus, bile bile, kasten.
  • on record
    kaydedilen, kayıtlı, kaydı olan.
  • on request
    rica/istek üzerine; istenildiği zaman.
  • on schedule
    tam zamanında, vaktinde, tarifede belirtilen zamanda.
  • on second thought
    iyice düşündükten sonra.
  • on second thought
    1. Yok, ... (Az önce verilmiş bir karardan vazgeçince söylenir.): On second thought, let´s not go. Yok, gitmeyelim. 2. Düşündüm de ...: On second thought, maybe you should buy that house. Düşündüm de, o evi alsan iyi olur galiba.
  • on shore
    kıyıda.
  • on suspicion of
    zannıyla: He was arrested on suspicion of murder. Cinayetten tutuklandı.
  • on that score
    1. o nedenle. 2. o konuda.
  • on the average
    ortalama olarak.
  • on the beam
    doğru yönde; doğru, tam.
  • on the bias
    verevine, verev.
  • on the chance that
    ümidiyle.
  • on the contrary
    bilakis, tersine, aksine.
  • on the contrary
    tersine, aksine, bilakis.
  • on the cuff
    argo veresiye.
  • on the decrease
    azalmakta.
  • on the dot
    k. dili dakikası dakikasına, tam zamanında.
  • on the face of it
    dış görünüşe bakılırsa.
  • on the high seas
    açık denizlerde, enginlerde.
  • on the hour
    saat başında.
  • on the increase
    gittikçe artmakta.
  • on the job
    iş başında, görev başında.
  • on the line
    peşin (ödeme).
  • on the loose
    serbest.
  • on the move
    hareket halinde.
  • on the nail
    1. hemen, derhal. 2. söz konusu.
  • on the occasion of
    ... nedeniyle, ... dolayısıyla.
  • on the one hand/on the other hand
    diğer taraftan.
  • on the order of
    tarzında.
  • on the part of
    -in tarafından.
  • on the pretext of
    ... bahanesiyle.
  • on the rise
    artmakta, yükselmekte.
  • on the run
    1. kaçmakta. 2. geri çekilmekte. 3. koşarken.
  • on the scout
    keşif görevi yapmakta, keşfe çıkmış.
  • on the side
    ikinci bir iş olarak: He´s a grocer, but he fixes radios on the side. Bakkal, ama ikinci bir iş olarak radyo tamiratı yapıyor.
  • on the sly
    gizli gizli, gizlice.
  • on the spot
    k. dili hemen, derhal.
  • on the spur of the moment
    k. dili anında, o anda.
  • on the strength of
    -e dayanarak; -in yüzünden.
  • on the wagon
    k. dili içkiyi bırakmış durumda.
  • on the water
    denizde.
  • on the whole
    1. her şeyi düşünürsek, her şey hesaba katılırsa: It is, on the whole, a good job. Her şeyi düşünürsek iyi bir iş. 2. genellikle.
  • on thin ice
    çok nazik/müşkül bir durumda; büyük bir riske girmiş.
  • on Thursday
    perşembe günü.
  • on time
    zamanında, vaktinde, vakitli: She´s always on time. Her zaman vaktinde gelir.
  • on tiptoe/tiptoes
    ayaklarının ucuna basarak.
  • on top of
    -e ek olarak, -in yanı sıra, ile beraber: He´s doing this on top of his regular job. Bunu asıl işinden ayrı olarak yapıyor. He asked for a promotion, and on top of that he wanted a raise. Terfiini istedi; bir de üstüne üstlük bir maaş artışı talep etti.
  • on welfare
    ihtiyaç dolayısıyla resmi kuruluştan yardım alan.

Türkçe - İngilizce

  • on
    ten. --/beş para etmez utterly worthless. -- paralık etmek /ı/ to disgrace; to humiliate. -- paraya on taklak atar. colloq. He´ll stoop to anything in order to make money, even if it´s only a tiny sum. -- parmağında on kara. colloq. He has a habit of saying nasty things about people. -- parmağında on marifet (someone) who is skillful at doing a number of things, who is very versatile. -- parmağım yakasında. colloq. 1. I swear I´ll make him suffer for this. 2. I´m going to see this business through to the bitter end.