pay Anlamı, Karşılığı

# A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P Q R S Ş T U Ü V W X Y Z

İngilizce - Türkçe

  • pay
    i. ücret, maaş. f. (paid) 1. (birine) (para, borç v.b.´ni) ödemek: Haven´t you paid him yet? Parasını daha ödemedin mi? You have to pay your taxes next month. Gelecek ay vergilerini ödemen lazım. 2. (hatanın/suçun) bedelini ödemek, cezasını çekmek: You´ll pay heavily for this. Bunu ağır ödersin. 3. -in yararına olmak: Who says crime doesn´t pay? Suç işlemenin faydasını kim inkâr edebilir ki? It´ll pay you to listen to this. Buna kulak asarsan iyi olur. 4. (bir iş) birine para getirmek; (bir işin) maaşı (belirli bir nitelikte) olmak: This job pays well. Dolgun maaşlı bir iş bu.
  • pay a compliment
    iltifat etmek, kompliman yapmak.
  • pay a premium for
    -i pahalıya almak.
  • pay a visit to
    -i ziyaret etmek.
  • pay an arm and a leg for
    -e çok pahalıya patlamak: You´ll pay an arm and a leg for it. Sana çok pahalıya patlayacak.
  • pay as one goes
    peşin parayla alışveriş etmek.
  • pay attention
    dikkat etmek.
  • pay court to
    -e kur yapmak.
  • pay day
    maaş günü.
  • pay dearly for
    pahalıya mal olmak.
  • pay for
    1. -in parasını ödemek; -in masrafını/hesabını ödemek/çekmek, -in faturasını ödemek. 2. (hatanın/suçun) bedelini ödemek, cezasını çekmek.
  • pay for itself
    kendi masrafını çıkarmak.
  • pay in advance
    peşin ödemek, teslim almadan önce parasını ödemek.
  • pay in kind
    ayni olarak ödemek.
  • pay interest
    (hesap, bono v.b.) faiz getirmek.
  • pay lip service to
    -e inanır gibi yapmak.
  • pay off
    1. (borcu) tamamıyla ödemek. 2. k. dili faydalı olmak.
  • pay one´s dues
    1. aidatını ödemek. 2. argo (stajyerlik/çıraklık dönemlerine özgü) sıkıcı işler yapmak. 3. argo bir şeyin cezasını çekmek.
  • pay one´s respects
    1. (to) (-e) ziyarette bulunmak. 2. (-e) saygı ziyaretinde bulunmak.
  • pay one´s way
    kendi masraflarını kendi ödemek.
  • pay one´s whack
    İng., k. dili payına düşeni ödemek.
  • pay out
    1. (parayı) ödemek. 2. (ip, zincir v.b.´ni) vermek; den. kaloma etmek.
  • pay phone
    k. dili umumi/ankesörlü telefon.
  • pay regard to
    -i dikkate almak.
  • pay s.o. a call
    birini ziyaret etmek.
  • pay s.o. a compliment
    birine iltifat etmek.
  • pay s.o. a visit
    birini ziyaret etmek.
  • pay s.o. back
    1. birine olan borcu ödemek: I´ll pay you back tomorrow. Borcumu size yarın ödeyeceğim. 2. (güzel bir şeye karşı) birine karşılıkta bulunmak: How can I pay you back for such a wonderful meal? Böyle güzel bir yemeğe karşı size ne yapabilirim? 3. (kötülük yapan birinden) intikam almak; (kötülük yapan birinin) hakkından gelmek.
  • pay s.o. off
    1. birine ücretini/maaşını verip işine son vermek. 2. birine rüşvet vermek.
  • pay s.o.´s way
    birinin masraflarını karşılamak/ödemek.
  • pay station
    bak. pay telephone.
  • pay telephone
    umumi/ankesörlü telefon.
  • pay telephone
    jetonlu telefon.
  • pay the piper
    k. dili yaptığının/yaptıklarının sonuçlarına katlanmak: He did it, but it´s me who´s going to have to pay the piper. O yaptı, fakat ceremesini çekecek olan benim.
  • Pay the piper and call the tune.
    Parayı veren düdüğü çalar.
  • pay through the nose
    k. dili -e çok pahalıya patlamak: You´ll pay through the nose. Sana çok pahalıya patlayacak.
  • pay under protest
    itiraz ederek ödemek.
  • pay up
    (borcunu) ödemek; borcunu ödemek.

Türkçe - İngilizce

  • pay
    1. share, lot, portion. 2. equal part: Onu sekiz pay yap. Divide it into eight equal parts. 3. tailor. margin, seam allowance (left so that a garment may be let out). 4. margin (margin of safety, profit margin). 5. math. numerator. --ını almak 1. /dan/ to get (one´s) share (of). 2. to get a scolding, get told off. -- bırakmak to leave a margin, leave a little extra (for seams or trimming). -- biçmek /dan/ 1. to put (someone) in someone else´s place: Kendinden pay biç! Put yourself in his place! 2. to measure (one thing) against (another), consider (one thing) in the light of (another). -- etmek /ı/ to share, divide (something) up; to go shares in (something). -- vermek /a/ (for a younger person) to talk back to, sass (an older person).