stretch
f. 1. germek: They stretched a wire between the two houses. İki evin arasına bir tel gerdiler. 2. esnetmek; esnemek: My sweater has stretched. Kazağım esnedi. Rubber will stretch. Kauçuk esner. Sometimes they had to stand for two hours at a stretch. Bazen iki saat boyunca ayakta kalmak zorundaydılar. 3. uzanmak: The wire stretches from here to there. Tel buradan oraya kadar uzanıyor. The lake stretched to the horizon. Göl ufka doğru uzanıyordu. 4. gerinmek. 5. (out) (uzuvlarını) alabildiğine uzatmak: She stretched her arms. Kollarını alabildiğine uzattı. 6. out uzanmak: He stretched out on the couch. Kanepenin üstüne uzandı. 7. (belirli bir süre) boyunca devam etmek: The work stretched over a period of five years. İş beş yıl boyunca devam etti. i. 1. gerinme. 2. esneklik, elastikiyet. 3. bölüm, kısım, parça: It´s somewhere in that stretch of woods. Ormanın o kısmında bir yerde.