suit
i. 1. (erkek için) takım elbise; (kadın için) döpiyes. 2. tek, iki veya daha fazla parçadan oluşan giysi: track suit eşofman. bathing suit mayo. suit of armor zırh takımı. 3. isk. takım. 4. huk. dava. f. 1. uygun gelmek; (birinin) zevkine/ihtiyacına göre olmak: It suits his needs. İhtiyaçlarını karşılar. Will it suit her? Onun zevkine göre mi? 2. (birine) yakışmak, (birine) göre olmak: That jacket doesn´t suit you. O ceket sana göre değil. 3. (bir şeyin) adamı olmak: He´s not suited to this job. O, bu işin adamı değil. 4. to (bir şeyi) (başka bir şeye) uygun bir hale getirmek.