sweep
f. (swept) 1. süpürmek: Sweep the kitchen! Mutfağı süpür! She swept the kitchen floor clean. Mutfağın yerini süpürerek temizledi. 2. away yok etmek; silip süpürmek; alıp götürmek; sürüklemek: The wind has swept all the leaves away. Rüzgâr yaprakların hepsini silip süpürdü. 3. (bir yerin) üzerinden geçmek; istila etmek: Fire swept the area. Yangın bölgeyi kasıp kavurdu. Fear swept the country. Ülkeyi korku sardı. 4. kendinden emin bir şekilde hızla/hışımla yürümek. 5. taramak: His eyes swept over the crowd. Gözleri kalabalığı taradı. 6. akın etmek: The crowd swept down the road. Kalabalık yoldan akın etti. 7. uzanmak: The mountains sweep down to the sea. Dağlar denize kadar uzanıyor. The river sweeps around one side of the city in a long arc. Nehir uzun bir yay çizerek şehrin bir tarafından geçiyor. 8. bir el hareketiyle (bir yere) itmek/çekmek: He swept the papers into a drawer. Kâğıtları eliyle çekerek çekmeceye koydu. She swept the curtains aside. Perdeleri bir yana çekiverdi. i. 1. süpürme. 2. tek bir (el, kol v.b.) hareketi: With a sweep of his hand he dismissed them. Bir el hareketiyle onlara gitmelerini işaret etti. 3. çok geniş bir alan: a vast sweep of olive groves zeytinliklerle kaplı çok geniş bir alan. 4. geniş kıvrım/kavis/dönemeç: the sweep of the river nehrin çizdiği geniş kıvrım. 5. kapsam: the broad sweep of his argument iddiasının kapsamlılığı. 6. tarama, sıkı arama.