throw Anlamı, Karşılığı

# A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P Q R S Ş T U Ü V W X Y Z

İngilizce - Türkçe

  • throw
    f. (threw, --n) 1. atmak; fırlatmak: Throw me the ball! Bana topu at! 2. uzatıvermek: He threw his arm out in front of her at once. Hemen kolunu onun önüne uzatıverdi. 3. (sözü/bakışı) (birine) çevirmek, yöneltmek. 4. (güreşçi/at) (birini) yere atmak. 5. across (nehrin) üzerinde (köprü) yapmak; (nehrin) içinde (baraj) yapmak. 6. (birine) (yumruk) atmak. 7. k. dili çok şaşırtmak. i. atma, atış; fırlatma, fırlatış.
  • throw a fit
    k. dili küplere binmek, köpürmek, tepesi atmak.
  • throw a game
    spor şike yapmak.
  • throw a monkey wrench in the works
    k. dili bir halt edip işi bozmak, işin içine etmek.
  • throw a party
    k. dili parti vermek, davet vermek.
  • throw a vehicle into gear
    arabanın motorunu vitese almak: Throw her into second! İkinciye al!
  • throw away
    1. (istenilmeyen bir şeyi) atmak: Throw away those old shoes! O eski ayakkabıları at! 2. k. dili israf etmek. 3. k. dili (bir fırsatı) boş vererek değerlendirmemek.
  • throw caution to the wind
    k. dili ihtiyatı elden bırakmak, tedbirli davranmaktan vazgeçmek.
  • throw cold water on
    eleştirerek (bir şeyin) çekiciliğini azaltmak.
  • throw dice
    zar atmak.
  • throw down the gauntlet
    meydan okumak.
  • throw in
    k. dili -i katmak, -i eklemek, -i ilave etmek.
  • throw in one´s lot with
    k. dili -e katılmak: He decided to throw in his lot with their party. Onların partisine katılmaya karar verdi.
  • throw in the towel
    k. dili pes demek.
  • throw in the towel/sponge
    k. dili (bir işten) vazgeçmek; pes demek.
  • throw light on
    (bir konuyu) aydınlatmak.
  • throw mud at
    k. dili (birine) çamur atmak/sıçratmak.
  • throw o.s.
    kendini (bir yere) atmak: They threw themselves onto the sofa. Kendilerini kanepeye attılar. He threw himself off the cliff. Kendini kayalıktan aşağı attı. He threw himself on his knees. Dizüstü çöküverdi.
  • throw o.s. at
    k. dili (birine) apaçık bir şekilde kendinden hoşlandığını belirtmek: It´s disgusting the way Nermin is throwing herself at Şadiye´s husband. Nermin´in Şadiye´nin kocasıyla açıkça flört etmesi iğrenç bir şey.
  • throw o.s. into
    k. dili (bir işe) büyük bir gayretle girişmek, büyük bir hevesle atılmak.
  • throw off
    1. -den kurtulmak, -i başından atmak. 2. (giysiyi) çıkarıvermek. 3. -den vazgeçmek: He threw off all caution. İhtiyatı büsbütün elden bıraktı. 4. (duman) çıkarmak. 5. k. dili (birinin) yanlışlık yapmasına neden olmak; (makinenin) hata yapmasına yol açmak; (hesabın) doğru çıkmamasına yol açmak. 6. k. dili -i şaşırtmak. 7. on k. dili (biri/bir şey) için küçümseyici laflar söylemek.
  • throw off one´s mask
    maskesini atmak, gerçek yüzünü açığa vurmak.
  • throw on
    (giysiyi) giyivermek.
  • throw one´s weight around
    amirane davranmak; zart zurt etmek.
  • throw one´s hat into the ring
    (politikada) yarışa girmek.
  • throw one´s voice
    (vantrilok gibi) karnından konuşmak.
  • throw open
    1. -i açıvermek. 2. to (bir yeri) (birine) açmak; (bir kuruluşa) (birini) kabul etmek/almak.
  • throw out
    1. (birini/bir şeyi) (bir yerden) atmak: Throw that nincompoop out! O dangalağı at dışarı! 2. (bir şeyi) rahatlıkla söyleyivermek/ortaya atmak. 3. -i geçerli saymamak.
  • throw s.o. a smile
    birine tebessüm etmek.
  • throw s.o. into a panic/tizzy
    k. dili birini telaşa düşürmek.
  • throw s.o. into jail
    birini hapse atmak.
  • throw s.o. off balance
    1. birinin dengesini kaybetmesine sebep olmak. 2. birini şaşırtmak.
  • throw s.o. out of work
    birinin işsiz kalmasına sebep olmak.
  • throw s.o. over
    k. dili biriyle olan duygusal ilişkiyi/flörtü sona erdirmek, birini sepetlemek.
  • throw together
    1. (bir şeyi) gelişigüzel yapmak. 2. (birilerini) bir araya getirmek.
  • throw up
    1. k. dili kusmak. 2. bırakmak. 3. (pencere, stor v.b.´ni) kaldırıvermek. 4. (binayı) gelişigüzel yapmak. 5. (önemli biri) (bir yerden/aileden) çıkmak: Once in a blue moon this university throws up a real scholar. Kırk yılda bir bu üniversiteden gerçek bir bilim adamı çıkar. 6. to (birinin hatasını/zaafını) yüzüne vurmak/çarpmak.