to Anlamı, Karşılığı

# A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P Q R S Ş T U Ü V W X Y Z

İngilizce - Türkçe

  • to
    edat 1. -e; -e doğru: They went to Samsun. Samsun´a gittiler. Give the money to her! Parayı ona ver! 2. -e, -e kadar: The snow came up to our knees. Kar dizlerimize kadardı. She stayed here from May to September. Mayıstan eylüle kadar burada kaldı. from beginning to end başından sonuna kadar. How far is it from here to Beykoz? Burası Beykoz´dan ne kadar uzak? 3. -e göre: To my knowledge he´s never had measles. Bildiğim kadarıyla hiç kızamık olmadı. His story sounds fishy to me. Anlattıkları bana yalan gibi geliyor. 4. (zamanla ilgili) -e kala; -e: Come at a quarter to eight. Sekize çeyrek kala gel. It´s a quarter to nine. Dokuza çeyrek var. 5. ... başına, ... karşılığında (Belirli bir miktarı belirtmek için kullanılır.): The current exchange rate´s six hundred thousand liras to the dollar. Şimdiki kura göre doların değeri altı yüz bin lira. This car gets forty kilometers to the liter. Bu araba litre başına kırk kilometre yapar. 6. ila, arasında: That cistern´s five to six meters deep. O sarnıcın derinliği beş ila altı metre. 7. -e (Maçlarda kazanılan puanları söylemek için kullanılır.): “What´s the score?” “Fenerbahçe is leading, four to nothing.” “Kaça kaç?” “Fenerbahçe önde, dörde sıfır.” 8. -mek, -mak (mastarın bir öğesi): to go gitmek. z.
  • to a degree
    bir dereceye kadar, biraz.
  • to a fault
    aşırı derecede.
  • to a man
    hepsi, hepsi birden; herkes.
  • to a man/woman
    onların hepsi: To a man they were for it. Onların hepsi onu destekliyordu.
  • to all appearances
    görünüşe göre.
  • to and fro
    ileri geri, bir ileri bir geri.
  • to and fro
    bir yandan öbür yana; bir aşağı bir yukarı: We walked to and fro along the platform. Peron boyunca volta attık.
  • to be able to
    -ebilmek: to be able to go gidebilmek.
  • to be concluded
    devamı var, arkası var.
  • to be continued
    devamı var.
  • to be sure
    muhakkak.
  • to boot
    bir de, hem de: I´ll give you a pony, and a billion liras to boot. Sana bir midilli, üstüne de bir milyar lira vereceğim. She´s bad-tempered, and ugly to boot. Kendisi huysuz, bir de çirkin.
  • to come
    önümüzdeki, gelecek: in the years to come gelecek yıllarda.
  • to date
    bugüne kadar.
  • to give s.o. his due
    doğruyu söylemek gerekirse.
  • to good purpose
    iyi sonuç vererek, yararlı biçimde.
  • To hell with it.
    Boş ver.
  • to let
    İng. kiralık: Do you have a room to let? Kiralık odanız var mı?
  • to make matters worse
    işin daha da kötüsü, üstüne üstlük.
  • to make matters worse
    üstüne üstlük: To make matters worse, she´s bringing Pınar with her. Üstüne üstlük beraberinde Pınar´ı getiriyor.
  • to my face
    yüzüme karşı.
  • to my knowledge
    bildiğim kadarıyla, bildiğime göre.
  • to my mind
    kanımca, benim düşünceme göre.
  • to my way of thinking
    bence, bana göre.
  • to no purpose
    boşuna, boş yere.
  • to one´s cost
    kendi zararına: To my cost, I learned he was a swindler. Kendi zararıma onun dolandırıcı olduğunu öğrendim.
  • to one´s dismay
    korktuğu gibi.
  • to one´s heart´s content
    canının istediği kadar, doyasıya, doya doya, kana kana.
  • to one´s heart´s content
    doya doya, kana kana.
  • to one´s name
    kendine ait.
  • to say nothing of
    ... de caba.
  • to say the least
    en azından.
  • to some extent
    bir yere kadar: I agree with you to some extent. Bir yere kadar seninle hemfikirim.
  • to spare
    fazla: I had only five million liras to spare. Bende ancak beş milyon lira kalmıştı.
  • to speak of
    bahsetmeye değer, önemli: We´ve had no snow to speak of all winter. Kış boyunca hiç doğru dürüst kar yağmadı.
  • to start with
    1. başlangıçta. 2. ilkin, evvela.
  • to that effect
    o anlamda.
  • to the accompaniment of
    ... eşliğinde: They left the room to the accompaniment of loud wails. Feryat figan eşliğinde odayı terkettiler.
  • to the bearer
    tic. hamiline.
  • to the best advantage
    en faydalı şekilde.
  • to the best of his/her ability
    elinden geldiği kadar, yapabildiği kadar, yeteneğinin elverdiği kadar.
  • to the contrary
    1. -e rağmen. 2. tersine, aksine.
  • to the core
    tam, tam bir, sapına kadar, katıksız, halis muhlis.
  • to the end that
    gayesi ile, amacıyla.
  • to the full extent of his power
    elinden geldiği kadar.
  • to the good
    1. iyi, faydalı. 2. lehinde: That goal put us four points to the good. O gol bize dört puan kazandırdı.
  • to the last
    sonuna kadar.
  • to the letter
    harfi harfine.
  • to the nth degree
    son derece: It was boring to the nth degree. Son derece can sıkıcıydı.
  • to the point
    tam yerinde, isabetli.
  • to the purpose
    isabetli, yerinde.
  • to the tune of
    1. melodisiyle. 2. k. dili tutarında.
  • to the utmost
    alabildiğine, son derece.
  • to top it (all) off
    üstüne üstlük.
  • to wit
    yani, demek ki.