trail
f. 1. (hafif şeyleri) sürümek, sürüklemek; sürünmek, sürüklenmek: He trailed his leg as he walked. Yürürken bacağını sürüklüyordu. Her skirt was trailing along the ground. Eteğinin uçları yerlerde sürünüyordu. 2. yavaşça gezdirmek: They trailed their fingertips through the water. Parmak uçlarını suyun yüzeyinde yavaşça gezdirdiler. 3. gelişigüzel uzanıp gitmek: The honeysuckle was trailing over the rotten log. Hanımeli çürük kütüğün üstünde uzanıp gidiyordu. 4. izlemek, takip etmek. 5. (başkalarının) gerisinde olmak: Their son was trailing all the others. Onların oğlu hepsinin gerisindeydi. 6. along after (birinin) peşine takılmak. 7. along yavaş yavaş/yorgun argın gitmek/yürümek. 8. off (ses) azalmak; (bir şey) canlılığını yitirmek: His voice trailed off to a whisper. Sesi azalarak fısıltıya dönüştü. Our discussion trailed off into trivialities. Asıl konumuzdan ayrılarak birtakım önemsiz konulara takıldık. 9. sarkmak, uzanmak, düşmek: A curl trailed across her forehead. Alnına bir perçem düşmüştü. 10. süzülmek: The smoke from their chimney was trailing up towards the head of the cove. Bacalarından çıkan duman derin vadinin başına doğru süzülüyordu. i. 1. patika, keçiyolu. 2. (birinin ardında bıraktığı) izler: The wounded lion left a trail of blood behind him. Yaralı aslan ardında kan izleri bıraktı. 3. (birinin peşinde/arkasında bıraktığı) şey: They left a trail of dust behind them. Arkalarında bir toz bulutu bıraktılar. A thin blue trail of smoke was coming from the chimney. Bacadan, ince, mavi bir helise benzeyen bir duman geliyordu.