trouble
f. 1. rahatsız etmek, tedirgin etmek: The approaching storm troubled the ship´s crew. Yaklaşan fırtına geminin tayfasını tedirgin etti. The principal can´t be troubled with all the petty problems. Müdür ufak tefek meselelerle meşgul olamaz. 2. üzmek: The news of his illness has greatly troubled me. Hastalığı hakkındaki haber beni çok üzdü. 3. sıkmak, başını ağrıtmak: His deafness troubles him. Sağırlığı canını sıkıyor. 4. rahatsız etmek, zahmete sokmak, zahmet vermek: Sorry to trouble you. Size zahmet verdiğim için özür dilerim./Size zahmet oldu. i. 1. sıkıntı, üzgü, üzüntü, ıstırap. 2. dert, mesele, aksilik, iş, bela: What´s the trouble? Derdin ne?/Mesele ne?/Ne var? in trouble başı belada. 3. karışıklık: Trouble in the neighboring country closed the border. Komşu ülkede çıkan karışıklık sınırın kapanmasına neden oldu. 4. zahmet: Don´t go to any trouble on my account. Benim için zahmete girmeyin. 5. mak. bozukluk, arıza. 6. rahatsızlık, hastalık.