wear
f. (wore, worn) 1. giymek: wear a dress elbise giymek. He isn´t wearing any socks. Ayağında çorap yok. 2. (gözlük, kolye, küpe v.b.´ni) takmak. 3. göstermek; -i olmak: He wears his age well. Yaşını göstermiyor. I don´t think the meeting went well; he isn´t wearing a smile on his face. Toplantının iyi gittiğini sanmıyorum; yüzü gülmüyor. 4. (silah) taşımak: If he isn´t wearing a gun, he´s not a real cowboy. Tabanca taşımıyorsa gerçek kovboy değil. 5. (out) eskitmek, yıpratmak, aşındırmak; eskimek, yıpranmak, aşınmak: The child has worn out its pants. Çocuk pantolonunu eskitti. When a machine wears out it should be replaced. Bir makine yıprandığında yenilenmeli. 6. out yormak, tüketmek; tükenmek: This work is wearing me out. Bu iş beni yoruyor. My patience is wearing out. Sabrım tükeniyor. 7. dayanmak: These shoes will wear for another month or two. Bu ayakkabılar bir iki ay daha dayanır. i. 1. dayanıklılık, dayanma. 2. eskime, yıpranma, aşınma. 3. giyim eşyası, giysi, elbise.