wrong
s. 1. yanlış, gerçeğe uymayan: He gave the wrong answer. Yanlış cevap verdi. We´re on the wrong road. Yanlış yoldayız. We boarded the wrong train. Yanlış trene bindik. I´ve dialed the wrong number. Yanlış numara çevirdim. 2. yanılmış: You´re wrong about that. Onda yanılıyorsun. 3. dince/ahlakça suç sayılan: Stealing is wrong. Hırsızlık günah. 4. uygunsuz, uygun olmayan; uygun sayılmayan: That was the wrong way to broach that subject. O konuyu o şekilde açmak yanlıştı. This is the wrong time. Şimdi zamanı değil. You´ve really said the wrong thing. Sen bayağı çam devirdin. He runs around with the wrong sort of people. Uygunsuz insanlarla düşüp kalkıyor o. He was seen in the wrong place at the wrong time. Uygunsuz bir saatte uygunsuz bir yerde görüldü. 5. birine göre olmayan: This is the wrong job for you. Bu sana göre bir iş değil. 6. yanlış, başvurulması yanlış olan: You´ve consulted the wrong people. Yanlış insanlara danışmışsın. She´s looked at the wrong schedule. Yanlış tarifeye bakmıştır. 7. sakıncalı, mahzurlu: There´s nothing wrong with that. Onun hiçbir sakıncası yok. I see nothing wrong with it. Onda bir sakınca görmüyorum. Do you see anything wrong with it? Onda bir sakınca görüyor musun? 8. olması gerektiği gibi olmayan: Something´s wrong with this engine. Bu motorda bir problem var. What´s wrong with her? Nesi var onun? She has nothing wrong with her; she´s in great health. Hiçbir şeyi yok, turp gibi. Is something wrong with your milk? Sütünde bir şey mi var? Is anything wrong? Bir şey mi oldu?/Bir şey mi var? Nothing´s wrong, I hope. Hayrola?/Her şey iyidir inşallah./Hayırdır inşallah! 9. ters (yüz/taraf): You´re wearing that sweater wrong side out. Kazağının ters yüzünü dışa giymişsin. He was wearing a baseball cap the wrong way around. Başında, siperi arkaya çevrilmiş bir beysbol kasketi vardı. z. yanlış bir şekilde, yanlış: You´ve done it wrong again. Onu gene yanlış yaptın. i. kötülük, kemlik; suç; günah; haksızlık: He´s old enough to know the difference between right and wrong. İyiyi kötüyü ayırt edebilecek bir yaşa geldi. f. -e kötülük/haksızlık etmek.